Belediyeler ekonomik darboğazda, özel sektör sıkıntı içinde ve ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan vatandaşlar ağır borç yükü altında yaşamaya çalışıyor. Imtiyazlı ve lüks hayat süren %10’luk bir kesim dışında, nüfusun %90’ı borçlu ve çoğunlukla bir borcu başka bir borçla çevirebilmek için uğraşıyor. Toplum genelinde bu krizin derinleşerek sürdüğü gerçeği açık bir şekilde karşımızda duruyor.
Devletin açıkladığı verilere göre Türkiye’nin iç borcu 824 milyar dolar, net dış borcu ise 265,4 milyar dolar seviyelerinde. Bunun temel sebepleri arasında ülkenin gelir-gider dengesinin bozulması, ekonomik katma değer yaratamaması ve yaratılan değeri ihracata yeterince dönüştürememesi yer alıyor. Döviz ihtiyacını karşılamak adına sıcak parayla doları belirli bir seviyede tutma çabası ise ithalat kaynaklı enflasyonu kontrol etmek isterken yüksek faizle büyük çaplı dış borçlara neden oldu. Bu politikaların sonucunda halk için tablo daha da ağırlaştı. İnsanlar ülke için çok sınırlı bir hareket alanı içinde yaşamaya mahkûm olmuş durumda ve adeta mucizevi bir çözümün geleceğine dair hayallerle zor şartlarda, boğazlarına kadar borca batmış şekilde ayakta durmaya çalışıyor.
Belediyelerin durumu da iç açıcı değil. Personel giderlerini dahi karşılamakta zorlanıyorlar ve büyük çoğunluğu borç batağında sıkışıp kalmış durumda. Bu darboğazdan kurtulma çabasında belediyeler, mülkiyetlerinde bulunan gayrimenkulleri satarak borçlarını ödemeye çalışıyorlar. Ancak bu durum, belediyeler açısından sürdürülebilir değil. Zorunlu yatırımlar yapmak, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak ve hizmet sunmak neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda.
Özel sektörde de finansman sorunları derinleşiyor. Şirketler bu problemleri yüksek faizli ticari kredilerle çözmeye çalışıyor. Ancak bu kredilerin maliyetleri, üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıdığı için yük en nihayetinde tüketicinin üzerine biniyor. Son yıllarda özel sektörün borçlarında ciddi bir artış gözlemleniyor. Öyle ki 28 Şubat 2025 itibarıyla özel sektörün bankalardan aldığı ticari krediler ile diğer kredilerin toplamı yaklaşık 12,8 trilyon TL’ye ulaşmış durumda.
Vatandaş cephesinde durum daha da vahim. Son beş yılda bireysel kredi ve kredi kartı borçları rekor seviyelere çıktı. Borcunu dahi ödeyemeyen, icralık olan milyonlarca insan var. Şu an itibarıyla bireysel borç toplamı 4,2 trilyon TL’ye ulaşmışken, ortada 22,6 milyon icra dosyası bulunuyor. Birçok vatandaş geçinemiyor; bir kredi kartının borcunu başka bir kredi kartından çektiği parayla ödüyor. Bu durum kişileri içinden çıkılmaz bir borç döngüsüne sokuyor ve psikolojik sağlıktan aile huzuruna kadar pek çok alanda tahribat yaratıyor. Resmi verilere göre son yıllarda artan boşanmaların ve intiharların önemli bir kısmının temel sebebi ekonomik sıkıntılar ve ağır borç yükleri.
Risk Merkezi raporlarına göre, bir yıl içinde ödenmesi gereken borç miktarında yüzde 174 oranında şaşırtıcı bir artış gerçekleşmiş ve bu durum, yeni bir rekor olarak kayıtlara geçmiştir. Bu tablo, ekonomik zorlukların vatandaşın omuzlarındaki yükü ne denli artırdığını açıkça gözler önüne sermektedir.
Türkiye’de yaşayan nüfusun yaklaşık %10’unun ekonomik durumunun oldukça iyi, %3’ünün ise ultra lüks seviyesinde olduğu belirtilirken; büyük bir kesim ise temel ihtiyaçlarını borçlanarak karşılamakta ve özel harcamalarını kısarak ağır ekonomik şartlar altında yaşamını sürdürmektedir.
Halk borç yükü altında ezilirken, ülkeyi yönetenlerin bu duruma kayıtsız kaldığı görülüyor. Mevcut ekonomik sorunlara çözüm getirebilecek ayakları yere basan bir program geliştirmek ya da etkin önlemler almak yerine, yöneticilerin adeta sıradan bir vatandaş gibi olan biteni izlemeyi tercih ettiği algısı oluşmuş durumdadır. Her geçen gün derinleşen borç krizinden kurtulmayı sağlayacak ciddi adımlar atılmadığı için toplumsal bir kurtarıcının gelmesi beklenir hale gelinilmiştir.
Özetle, toplumsal kalkınma için üretime, yatırıma, yüksek katma değer yaratacak ihracat odaklı bir ekonomiye şiddetle ihtiyaç vardır. Ülkeyi yönetenlerin kısa, orta ve uzun vadeli stratejik programlar hazırlayarak, ekonomiyi düzlüğe çıkarmaya odaklanması ve bu doğrultuda ciddi hedefler koyması artık kaçınılmazdır.