Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin Ankara Anıtpark’ta başlattığı ve 24 saat sürecek olan Eğitim Maratonu etkinliğinin başlangıcında konuştu. Özel, “Bugün Genel Başkan Yardımcımız Suat Özçağdaş, gölge Milli Eğitim Bakanımızla, Bakan yardımcılarımızın uzun süredir emek verdiği, birkaç kez milli eğitim ile ilgili gündemlerden dolayı ileri tarihlere alınan ve milli eğitime dair, ülkenin eğitim politikalarına dair konuşulması gereken ne varsa, tamamının konuşulup, değerlendirileceği, adına eğitim maratonu dediğimiz bir etkinlikle, dünya siyaset tarihinde yerini alacak özgün bir etkinlikle konuşacağımız bir süreci başlatmak üzere Anıtpark’tayız” dedi.

İçişleri Bakanı ve Ankara Valisi...

Etkinlik için yer belirleme sürecinde TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un önce kendi taraflarında yer aldığını ancak daha sonra tutum değişikliğine gittiğini bildiren Özel, “Aslında Suat Özçağdaş’ın önerisi ve hepimizin kabulü, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un da ‘Bu çok iyi bir fikir. Söylenecek her şey konuşulmalı, Meclis’in yanı başında, hatta biz o kürsüyü bir özgürlük kürsüsüne çevirelim, Meclis’e söyleyecek sözü olan herkes gelsin ve kullansın’ dediği bu kürsü, Meclis’in yanı başına kurulabilecekken, dün akşam saatlerinde Numan Kurtulmuş’un daimi bir özgürlük alanı olsa ne iyi olur, ne iyi akıl etmişsiniz bütün sorunların dile getirileceği bu kürsüyü dedikleri bu kürsünün konulacağı yeri İçişleri Bakanının ve Ankara Valisinin talimatlarıyla parkın etrafını bariyerlerle çevirdiler” dedi. Özel, konuşmasını şöyle sürdürdü:

Bu kürsüyü her yere kurarız...

“Milli Egemenlik Parkına kurulacak bu kürsüyü kuracak yer çok. Her yere kurarız. Geldik Anıtpark’a kuruldu, 24 saat boyunca buradan eğitim politikalarıyla ilgili söylenmesi gereken ne varsa her şey söylenecek. Ama şu zihniyeti görmek lazım ki bu kadar barışı, bilimsel, çözüm öneren bir eylemliliği, etkinliği dahi devletin polisine kanunsuz, Anayasaya aykırı emirler vererek engellemeye çalışan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Dertleri ne? Dertleri, bahaneleri, efendim dün oraya hayvanseverler geldi. Burayı ele geçirecekler. Burayı bırakmayacaklar. Sizin için açarsak, onlar da kalır. Kalsın zaten. Sen Meclis’e hayvanları katledecek, öldürecek, zehirleyecek bir düzenlemeyi getir, buna isyan edenler sesini duyurmaya koşsun, Ankara’ya gelsinler, efendim ‘Milli Egemenlik Parkı’nı hayvanseverler ele geçirmesin.’ Milli egemenlik demek milletin dediğinin olması demektir. Bir kişinin, zümrenin, bir partinin dediğinin o partinin korktuğunun söylenilmemesi, konuşulmasına engel olunmasına zaten milli egemenlik demiyoruz. Ona diktatörlük diyoruz. Ona keyfi yönetim diyoruz. Ona tek adam rejimi diyoruz. Diyorlar ki Ankara’nın bütün parkları sizin aman burası olmasın. Neden? İçeride hayvan hakları yasası konuşuluyor. Buraya hayvanseverler gelip eylem yapmasın. CHP olarak kim hakkını arıyorsa ki hayvanseverlerin oradaki mücadelesi, onların tek başlarına yürüttüğü bir mücadele değildir. Hepimiz hayvanseveriz. Hepimiz o canların önünde kendimizi siper etmeye hazırız. CHP grubu hem hayvan hakları yasası adını taşıyan katliam yasasına karşı, hem kadının soyadını istediği gibi belirlemesi ve kullanmasının önündeki zorba dayatmaya karşı kırmızı alarmdadır. Meclis’te mücadele vermektedir. Sokakta mücadele vermektedir.”

Karşımızdakiler müzakerelerden korkuyor...

“Herkes şunu bilsin ki karşımızdaki zihniyet sözden korkmaktadır. Müzakereden korkmaktadır. Karşımızdaki zihniyetin bildiği şey, sözün karşısına bariyer koymaktır. Düşüncenin karşısına polis dikmektir. Tartışmak yerine tartaklamayı tercih eden bu zihniyeti CHP aklı, yüreği, zihni ve bedeni ile dize getirecektir. Kimse merek etmesin. Tam bir gün sürecek, bugün saat 10.00’da burada başladı. Yarın sabah saat 10.00 olana kadar burada her dakika, her saniye, bu kürsüde birileri çıkacak, milli eğitimin sorunlarını, eğitim politikalarının sorunlarını konuşacak. Bu bazen CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı, kendi alanının milli eğitim politikalarına temas eden ya da onlardan etkilendiği yönlerini konuşacak ve tartışacak. Sendikalar gelecek, sendikaların sayın genel başkanları gelecek. Eğitim emekçilerinin hakları ve milli eğitim politikalarına yönelik kurumsal görüşlerini dile getirecekler. Türkiye’nin dört bir yanından akademisyenler gelecek. 10 dakika kendine ayrılan sürede ömrü boyunca verdiği emek, mücadele, yaptığı bilimsel çalışmaların imbiğinden damıttıklarını bu kürsüde kayda geçirmek üzere buraya gelecekler, onlar konuşacaklar. Veliler konuşacak. Eğitim alanında örgütlü dernekler, sivil toplum kuruluşları konuşacak. Her saat başında yine bu milli eğitim maratonunun hayata geçirilmesi için büyük emek veren Suat Özçağdaş, yardımcıları, bu konuda birlikte çalıştıkları geniş ekibin, başlatan, yönlendiren, özetleyen katkılarıyla bu kürsüde olacaklar. Tam gün hiç susmadan milli eğitim konuşacağız. Eğitim konuşacağız. Çocuklarımızın geleceğini konuşacağız.”

Burası AKP'nin yaz-boz tahtası...

“Ben bu maratonun sembolik ilk 100 metresini koşmak üzere buradayım. Ama benden sonra sırayla ve bir gün boyunca bu faaliyet sürecek. Ankara’da bulunan üyelerimiz, Ankara’daki veliler, öğrenciler, akademisyenler buraya, bu dakikadan sonra yapılacak çağrı ile gün boyunca burada davetlidirler. Gündüz zor saatler geçecek, bir 3-4 saat. Doğrudan güneşin altında olacak. Bu zorluklara katlanmaya alışık, çok önemli isimler var aramızda. Milletvekillerimiz buradalar. Yıllardır birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımız burada olacaklar. Ama akşam saatlerinde Anıtpark ve Ankara çok keyifli olacak. Sabaha kadar burada dayanışma içinde arkadaşlarımız, hocalarımız tarihe not düşecekler. Her şey denendi bugüne kadar. Komisyonda söylenmedik söz kalmadı. Genel Kurulda söylenmedik söz ve yapılmadık mücadele kalmadı. Sendikaların doldurmadığı meydan ve yapmadığı eylem kalmadı. Dillerde tüy bitti. Birileri anlamadı. Hala dönüyor ve diyorlar ki 22 yıldır iktidarız. Kültür - sanat ve milli eğitimde amaçladığımız noktaya ulaşamadık. En çok bakan değiştirilen bakanlık, burası. Burası AKP’nin yaz - boz tahtası. Yapıyorlar, bozuyorlar. Burası AKP’nin en çok kendi kendine devri sabık yarattığı alan. Birbiri ile en kavgalı bakanları mevcut önceki ve sonraki milli eğitim bakanları. Her gelen, milli eğitim konusundaki muhabirleri topluyor. Bir kahvaltı yapıyor. Yapacağı reformu anlatıyor. Öncesinde nasıl bir enkaz aldığını... Türkiye’nin hangi sorunları yaşadığını. Eğitimi çözmeden öbür sorunların çözülemeyeceğini, bu işi kendisinin yapacağını söylüyor. Bir sonraki bakanın basın toplantısına kadar bu hikayeye bütün Türkiye’nin inanmasını bekliyorlar. Sonra o bakanı yollayıp, yenisini getiriyorlar. Eskisini milli eğitim komisyonu başkanı yapıyorlar. Eskisi mevcuda ateş püskürüyor. Mevcut eskisinden nefret ediyor.”

Almanya'nın başarısının sırrı ne?

“Türkiye bu tuhaf, olmaması gereken çekişmelerle yıllarını, on yıllarını heba etti ve gitti. Bir tek sebebi var. Bir doğruda birleşmek için orada mutabakat lazım. Mutabakat işi çoğulcu bir iş. Mutabakat işi bir fikrin egemen olma işi değil. Mutabakat işi çok fikrin uzlaşması, tartışılması, bir doğru etrafında birleşilmesi meselesi. Almanya, dünyanın en üst düzey üretimlerini, ihracatını yapan, en kaliteli otomobillerini yapan, en önemli sanayi şirketlerine sahip olan Almanya’nın başarısının sırrı nedir derseniz, üzerinde tam mutabık oldukları bir eğitim sistemleri var. Ulusal mutabakat var. Almanya’da gelen bir şeyi değiştirmeyi değil varsa aksayan bir şey onu biraz daha iyileştirmeyi konuşuyor. Alman Hristiyan demokratlar gelip de dinlerinin ve kinlerinin sahibi nesilleri yetiştirmeyi, sosyal demokratlar gelip de bu zihniyetten kurtulup işi birazcık düzeltmeye çalışmayı, öbürü gelip başka bir şey yapmayı hedefleseler, onlar o kadar ihracatı yapamazlar. O kadar milli gelire sahip olamazlar. Asla ve asla AB’de bulundukları tüm uluslararası toplulukların, birlikteliklerin sözü en çok merak edilen, ağırlığı en çok olan ülkelerinden biri olamazlar. İş önce milli eğitim konusundaki ulusal mutabakatta bitiyor. Burada, Türkiye’de zaten partiler arasında böyle bir mutabakat sağlanamadığı için bir sorun alanımız varken, AKP’nin 22 yıllık iktidarında da kendi içlerinde dahi mutabakat yok. Tarikatlar, cemaatler kavgası var. Her köşe başını hangimiz tutalım? Bunları nasıl yapalım, müfredata kendi zihnimizdeki zehri nasıl akıtalım? O kitaplar üzerinden bu zehri Anadolu ve Trakya’ya nasıl yayalım, düşüncesi var. Böyle olunca maalesef, üzülerek söylemek gerekiyor ki çocuk AKP’linin de çocuğu olsa, CHP’linin, MHP’linin, DEM’linin, İYİ Partilinin de, hangi görüşten olursa olsun PISA sınavına girdiğinde ortalamamız sondan ikinci dünyada, PISA’da. Sondan ikinci, üçüncü. Tüm yetenekler, yetkinliklerde bu coğrafyanın, hepimizin bildiği bu zeki evlatları, dünyada normalde onlarla aşık atamayacak akranlarının her alanda gerisinde. Sebebi ne? Sebebi o çocuklar değil. O çocuklara doğru bir eğitim verildiğinde, doğru imkanlar yaratıldığında neleri başardıklarını görüyoruz. Ama eğitim sistemi, okul öncesinden başlayıp ki bugün bu kürsüde herhalde saat 12.00 civarında Mersin Yenişehir Belediye Başkanımız o konudaki çok iyi bir örneği anlatma imkanını bulacak. Okul öncesinden başlayıp, lisans, lisansüstü ve devam eden akademik kariyer süreçlerine kadar sürekli çağın gerisinde, eksikliklerle dolu, yapılması gerekenlerin yapılmadığı bir süreci Türkiye’de yaşıyoruz.”
Sizi Çad, Sudan, Eritre'ye layık görüyorlar...
“Ne oluyor? Türkiye orta gelir tuzağına sıkışmış durumda. Nedir orta gelir tuzağı? Bir zorluk var. Milli geliriniz belli bir noktadan sonra artmıyor, artamıyor. Neden? Doğrudan yaşadığımız bir şeyi anlatalım. Bugün asgari ücret alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Böyle bir kıskacın içindeyiz. Açmazın içindeyiz. Bugün dolar kuru bizim için çok yüksek. İhracatçı için çok düşük. Böyle bir açmazın içindeyiz. Bu açmaza nasıl düşersiniz biliyor musunuz? Sizin ihracattan anladığınız basma üretmek, fason kot üretmek, penye üretmekse rekabet sırasında Mısır’daki asgari ücretle yarışmanız lazım. Mısır’daki asgari ücret o düzeyde olunca, siz burada dışarıdaki rekabeti yapmak için insanlara hak ettikleri asgari ücreti vermezsiniz ya da dolar yurtdışına ihracat yaparken eğer bu fiyatlardaysa, dolar bazında Hindistan’dan ucuz penye üretmeniz lazım. Böyle bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Çaresi ne? Çaresi bunları 30-40 yıl öncesinde bırakıp bugünlerde Ar-Ge, inovasyona dayalı yüksek katma değerli ürünleri üretip ihraç ederseniz, o zaman rakibiniz Finlandiya’daki asgari ücret. Finlandiya’daki asgari ücret kadar asgari ücret verseniz de ürününüz fiyat dezavantajı yaşamıyor. Çünkü oradaki asgari ücretli telefon üretiyor, çip üretiyor. Verdiği asgari bunun dört katı ama maliyette sizin maliyetiniz onu referans aldığınızda hiç sorun olmuyor. O zaman işte milli gelirler bugün Türkiye’dekinin 4-5-7 katı olabiliyor. Ama siz oraları aşamazsanız, dönüyorsunuz, Türkiye’dekinin de gerisinde milli geliri olan ülkeleri ekonomi bakanı gibi gösterip, en düşük asgari ücret bizde değil bizden kötü Eritre, Çad, Sudan var. Ne var efendim, onlara bakın. İleriye niye bakıyorsunuz diyorsunuz. Sizi layık gördükleri yer oralar oluyor.”


Orta demokrasi tuzağı...

“Orta gelir tuzağından kurtulmanın yolu, orta eğitim tuzağından kurtulmaktan geçer. Bugün siz bütün öğrencileri kendi tercihlerine göre planlamadan, ölçemeden, doğru yönlendirmeden hatta yönlendirmeyi de sadece telkin değil yetkinliğine göre, notlarına göre, yaşadığı coğrafyaya göre ve sanayinin beklentilerine göre gerçekten yönlendirici şekilde karar vermezseniz, Devlet Planlama Teşkilatınız, Sanayi Bakanlığınız ve Milli Eğitim Bakanlığınız birbiri ile konuşan politikalar üretmiyorsa, 24 yaşında 100 binlerce işsiz mühendisiniz olur. Ama eli tornavida tutan, kontrol kalemi tutan, 16 yaşından beri, 15 yaşından beri eğitilmiş, 20 yaşında iş hayatında, meslek lisesinden sonra belli bir süre üniversitede teknik eleman olarak eğitim görmüş, hani ara eleman diyorlar ya, bugün yüksek teknolojili üretim yapmak isteyenlerin, yüksek katma değerli üretim yapmak isteyenlerin aradığı aranan elemanları yetiştirmezseniz, sizinkiler ya bir yerde penye dikiyorlar. Ya da üniversitenin bahçesinde geleceğin işsizleri mühendislik fakültesi adayları olarak bekletiliyorlarsa, işte orta eğitim tuzağı sizi orta gelir tuzağına düşürür. Bu yüzden bir an önce ülkemizi AKP’nin hepimizi düşürdüğü orta demokrasi tuzağından kurtarmak lazım. Yani milli eğitimin sorunlarını konuşulmasını, hayvan hakları yasasının protestosundan korkup, Ankara’nın başka bir köşesine yollayacak akıl devlete egemen oluyorsa, orada bir orta demokrasi tuzağı var. Siz oyu verin, bir kişiyi seçin, gerisine karışmayın. Rektörü o atayacak. 20 sene, 50 sene önce bile üniversitede rektör seçimi varken, konuşuluyorken, bakanı da o atayacak, genel müdürü de o atayacak. Futbol Federasyonu’na seçim yapılacak, onun bile kim olacağına o karar veriyorsa, işte orta demokrasi tuzağı budur. Bu orta demokrasi tuzağı bir kişinin seçilip, 5 yıl boyunca ondan hiç hesap sorulacak mekanizmaların olmadığı, parlamentonun bütün yetkilerinin budandığı, devamında dön dolaş şekli bir demokrasi, denetimsiz bir ülke, üzerinde ortaklaşılan politikalar yerine, sürekli kendi içinde bile didişen bir bakanlığın bizi getirdiği nokta bunan ötesi olamazdı.”

Bekleyen öğretmenler 50 yılda atanacak...

“Kürsüyü atanmayan öğretmenleri selamlamadan bırakmayacağım. 2002 yılında iktidara geldiklerinde 68 bin öğretmen vardı, atanmamış. Sayın Erdoğan, rahmetli Ecevit’e yüklenip dururdu. Derdi ki madem atamayacaksın, neden okuttun. Şimdi o haklı sorunun, o gün verilemeyen 68 bin cevabı vardı. Bugün verilemeyen 1 milyon cevabı var. 1 milyon evladımız okutuldu, atanmıyor. Madem atamayacaktın, neden okuttun sorusu duruyor. Ama şu anda bu Cumhuriyet tarihinin en sorunlu, bizzat kendi zihniyeti sorun olan bakanı, hiçbir soruna çözüm bulmadı. Atanmayan öğretmen sorununu kökünden çözüyor. Ne yaparak çözüyor? Diploma hırsızlığı, yankesicilikle çözüyor. 1 milyon öğretmenin diplomasını çalıp götürüyor. 1 milyon unvanı öğretmen olan, lisede çalışmış, sınava girmiş, üniversiteyi kazanmış, dört yıl okumuş, bitirmiş, öğretmen unvanını almış kişiyi öğretmen adayı unvanına döndürüyor. Ben bir milli eğitim akademisi kuracağım. Oraya ihtiyaç kadar alacağım. İki yıl eğitip mezun edeceğim diyor. Yani yeni baştan önlerine bir eğitim, bir bariyer, bir sınav koyuyor. Peki kaç kişi alacaksın? Efendim, planlanan kadar alacağım. Mehmet Şimşek’e soruluyor. Kaç öğretmen? Ne kadar emekli olursa, bu sene 20 bin, seneye belki 24 bin. 1 milyon kişi bekleyecek, diplomaları hiçbir işe yaramadan, 20 bin, 20 bin. Bugünkü hesaba göre hiç öğretmen mezun etmesek, 50 yıl bu bekleyen öğretmenler göreve gelecekler, ancak ondan sonra yeniden öğretmen ihtiyacı olacak.”


22 yıldır her atadığı bakan başarısız oldu...

“Bugün 25 yaşındaki atanmayan öğretmenin sırası belki 75 yaşında gelecek, akademiye girmeye. Eğer bir tane daha 50 yıl boyunca öğretmen mezun etmezsek. Bu yapılan iş, 1 milyon gencin geleceğini çalmak, onlarla alay etmek. Diplomalarını ellerinden almak. Kutsal mesleklerini ellerinden almaktır. Bu Milli Eğitim Bakanının ama suç bunda değil 22 yıldır atadığı her bakanın en başarısız bakan olduğu Recep Tayyip Erdoğan’dadır. Ortaya koyduğu müfredat, içinde bir kelime Atatürk geçmemesi, Atatürk’ün sözlerinin bile alınıp isminin alınmamasıyla, son derece çağdışı bir müfredat programı ile kabul etmediğimiz, eleştirdiğimiz, eleştirmeye devam edeceğimiz ve önümüzdeki eğitim yılı başlayana kadar da sözümüze değer veren öğretmenlere, velilere bu konuda önemli bir yönlendirmede bulunacağımız bir alan olarak burada uzun uzun tartışılacak bu gece. Yine öğretmenlik meslek kanunu, 2014 yılında yapılan değişiklikle kaldırılan taban maaş uygulamasından dolayı, çok büyük sıkıntı yaratan, sıkıntıda olan öğretmenlerimize şimdi yepyeni bir kategori daha açıyor. Özel sektördeki sorun şu, 2014 yılına kadar kanunda şu yazıyordu. Diyordu ki özel sektörde çalışan öğretmen, kamudaki denginden düşük maaş alamaz. Oldukça akılcı, doğru, geçmişten kalan bir uygulamaydı, bir gece yarısı AKP bu uygulamayı değiştirdi. Ne yaptı, bu maddeyi oradan çıkardı. Şu anda öğretmenler asgari ücretli. Hatta çalıştıkları saate göre asgari ücretin altında maaş alarak, emekleri sömürülerek, pek çok özel kurumda çalışmak zorunda kalıyorlar. Biz iki tane öğretmen biliriz. Bir tanesi hepsine saygı duyduğumuz öğretmenler, bir de bir kişiye ait olan o unvanla başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Ancak şimdi ücretli öğretmen var, sözleşmeli öğretmen var. Uzman öğretmen var. Başöğretmen var. Ayrıca şimdi aday öğretmen statüsü getiriliyor. Bu büyük bir haksızlık. Büyük bir emek hırsızlığı. Bu farklı farklı statülerin hepsi yanlış. Bir öğretmenlik mesleğinde mutlaka ve mutlaka meslek içi eğitimi önemsiyoruz. Kariyer basamaklarını önemsiyoruz. Ama bunların her gelen Milli Eğitim Bakanının yalap şalap yapmasıyla, başöğretmenlik sıfatını değersizleştirmesiyle, öğretmenler arasında çok farklı statüler yaratmasıyla ortaya çıkardıkları kaotik yapıya da itiraz ediyoruz. 2002 yılında bu iktidar geldiğinde 635 liraydı en düşük öğretmen maaşı, şimdi 31 bin lira. 2002 yılında en düşük öğretmen maaşı 19,5 yani 20 çeyrek altın alıyordu. Bugün 2002 yılında 20 çeyrek altın alan en düşük öğretmen maaşı bugün sadece 8 çeyrek altın alabiliyor. Yani 20 çeyrek altın, 8 çeyrek altın. 10’a dört. Öğretmen maaşının alım gücü 100’den 40’a düşmüş durumda. Bu AKP iktidarının öğretmene yaptığını da bu şekilde görmek lazım.”

Sınıfsal bir sorun haline geldi...

“Son olarak şunu ifade edeyim. Bugün bunun da burada tartışılacağını ümit ediyorum. Türkiye’de nitelikli eğitim sorunu bir sınıfsal sorun haline dönüşmektedir. Yani parası olanın çocuğunu okuttuğu, yetiştirdiği, geleceğe hazırladığı bir noktaya geliyor. Parası olmayanın nitelikli eğitime erişme şansı yok. Ben bir bahçıvanın torunuyum. İki emekli öğretmenin okuttuğu bir çocuğum. Ben devlet parasız yatılı sınavına girdim. Sınavı kazandım. Ortaokul, lisede devlet çorabımı da verdi. Kazağımı da verdi. Pijamamı da verdi. Altıma çarşafımı da serdi, üç öğün yemeğimi de verdi. Beni okuttu. Anadolu lisesi sınavına girdim, kazandım. Beni Almanya’dan gelen Alman öğretmenlerle hazırlık okuttu. Türkçe, coğrafya, tarih, din bilgisi dersleri dışında bütün dersleri Almanca, Alman öğretmenlerle okuttu, o sırada Türk öğretmenler Almanya’da Türk öğrencileri yetiştiriyordu. Cebimizden bir lira çıkmadan ben o dönemde Avrupa’da alınabilecek en iyi eğitimi Türkiye’de aldım. Daha sonra üniversite sınavına girdim, devletin bedava üniversitesinde eczacılık tahsil ettim ve mezun oldum. Bir bahçıvanın torununa bu imkanı Cumhuriyet ve Türkiye Cumhuriyeti devleti sağlıyordu. Şimdi dönün bakın Süleyman Demirel’i kim yetiştirmiş? Turgut Özal’ı, Erdal İnönü’yü, bugün Meclis sıralarında belli bir yaşın üzerindeki siyasetçileri kim yetiştirmiş? Hangisinin babası zenginmiş, hangisinin babası onu diğer çocukların oturdukları evin kirasının üç katı aylık ödeyerek bir yılda 500 bin lira, 600 bin lira, 700 bin lira ücret ödeyerek nitelikli eğitime kavuşturmuş? Bir dönün bakın bakalım. Bugün bir bahçıvan torununun, bir koyun çobanının, bir bekçinin varıp da çocuğunu iyi bir eğitime kavuşturması mümkün mü? Bu sınıfsal bir sorun haline geldi. Bu meselenin üzerinde uzun uzun düşünmek, bundan sonraki artık iktidar değişiminden sonraki süreçte yeniden yaygın, ilkokuldan başlayarak, kamu burslarını, önce özel okullardaki yüksek, ücretsiz burslu kontenjanları tartışmak, sonra adım adım yine eşit, ücretsiz eğitimi Türkiye Cumhuriyetinin tüm vatandaşlarının evlatlarının kullanabilecekleri bir hak noktasına getirmek gerekiyor.” 


ÇEDES tam bir çağdışılıktır...

“Burada biliyorum ki uzun uzun ÇEDES tartışılacak. Tam bir çağdışılıktır, tam bir geri kafalılıktır. Tam pedagoji bilmezlik, tam çocuklar için travmatik bir sürecin tetiklenmesidir. 24 saat boyunca burada yapılacak, birbirinden değerli, etkili değerlendirmeleri not alacağız, kayda alacağız. Bu 24 saatlik maratonu takip edenler ve edemeyenler için özetini, çıktılarını, geliştirilmesi gereken alanlar varsa onlarla birlikte yaparak, bu 24 saati Türkiye Cumhuriyetinin tarihine, yapılan yanlışları anlattığımız bir şerh olarak düşeceğiz. Ama esas gelecekte yapacağımız doğruların başlangıç noktası olarak not edeceğiz. Kaydedeceğiz. Üzerinde çalışacağız. Ben biraz önce söylediğim gibi ismi de kendilerine ait, bizim gölge milli eğitim bakanlığımız, bakanlık görevinde Suat Özçağdaş var. Ama birazdan isimlerini ve görev alanlarını tek tek anacağı yardımcıları var. Arkalarında temas ettikleri çok önemli kadrolar, güç aldıkları, bilgi aldıkları, destek aldıkları çok önemli kadrolar var. Yine birlikte çalıştığımız sendikalar, sivil toplum örgütleri var. Onlarla birlikte bu milli eğitim maratonunun açılış koşusunu benim yapmamı istediler. Ben sembolik açılışını yaptım. Şimdi maratonu sürdürmek üzere ki bu herhalde bayrak yarışı şeklinde koşulacak bir maraton olarak da özgün bir formata sahip. Ben kendim çok küçük yaşlardan beri maraton koşmaya meraklı olan, bu sene o güne kurultay denk gelmeseydi üçüncüsünü bitirmeyi planladığım, iki kez İstanbul 42 kilometrelik İstanbul Maratonunun bitirmiş birisi olarak bu eğitim maratonunun açılışını yapmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Şimdi Sayın Suat Özçağdaş bayrağı devralmak ve maraton koşusunu sürdürmek üzere kürsüye geliyor. Ben kendisini kürsüye davet ediyorum. Buyursun, gelsin.”

Kardeş ülke Kıbrıs'a gidiyoruz...

“Ben kendisini dinledikten sonra, yavru vatan değil kardeş ülke Kıbrıs’a, 50 yıl önce bugün Bülent Ecevit’in ağzından duyduğumuz ‘Biz adaya savaş götürmek için değil Türklere de Rumlara da barış götürmek için gidiyoruz. Bütün çabalarımıza rağmen diplomasi sonuç vermemiştir. Ayşe tatile çıkmıştır’ diyerek Mehmetçiğin Kıbrıs semalarından paraşütle inmeye başladığı dakikalarda Kıbrıs’a barışı müjdelemişti. Biz bugün Kıbrıs’a, 50 yıldır Kıbrıs’a emek veren, CHP’nin, Kıbrıs Türklerinin yanında olan CHP’nin, rahmetli Bülent Ecevit’in anısının önünde saygı ile eğilerek, sevgili genel başkanımız Altan Öymen ile birlikte, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ile birlikte, o günkü kabinede bulunan, o kararın altında imzası bulunan Önder Sav ile birlikte, sağlık mazereti yüzünden gelemeyen ama yüreği orada olan Erol Çevikçe’nin de selamlarını götürerek, Kıbrıs’a İngiltere’de barışı arayan müzakerelerde sonuç alamayınca Bülent Ecevit‘e telefonu kaldıran Turan Güneş’in, rahmetli Turan Güneş’in, ‘Olmadı. Ayşe tatile çıkabilir’ deyip Mehmetçiği Kıbrıs’a götüren o parolayı söylediği cümledeki biricik kızı Ayşe Ayata ile birlikte Kıbrıs’a gidiyoruz. Kardeş vatana selamlarınızı götürüyorum. Bu kürsüyü Türkiye’nin geleceğine şekil verecek milli eğitim politikalarının doğrularını konuşmak, sadece eleştirmek değil yön göstermek ve gelecekte bu işlerin nasıl doğru yapılacağını tartışmak, tartıştırmak, bu tartışmaları başlatmak üzere CHP’nin gölge milli eğitim bakanı Suat Özçağdaş’a bırakıyorum. Bu eğitim maratonu başarılı olacaktır. Sonuca ulaşacaktır. Buna katkı sağlayacak her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Kolay gelsin, başarılar diliyorum.”

Başkanlar Ankara'da buluşuyor...

Cumhuriyet Halk Partisi tarafından eğitim alanında yaşanan sorunlara dikkat çekmek üzere gerçekleştirilen 24 saatlik Eğitim Maratonu’na bugün (18 Temmuz 2004 Perşembe) saat 16:00’da, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın da katılacağı öğrenildi.
 

Muhabir: BÜNYAMİN DOBRUCALI