Tüm dünyada ve ülkemizde pandeminin etkileri bu yılın başından beri devam ederken ve artık Covid-19’un etkilerinin silinerek bu yılın bitmesini dilerken 2020 tüm ihtişamıyla felaketlerini göstermeye devam etmekte. Öncesinde uzmanlar Covid-19’un mutasyona uğrayarak artık etkisinin ve hasarlarının daha ağır olacağını açıkladı akabinde birçok vatandaşın ölümüne, yaralanmasına ve belki de yıllarca çadırlarda yaşamasına sebep olacak İzmir depremi ve tsunami yaşandı. Bu deprem birçok açıdan ülkemizde ilk oldu. 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan 7.5 büyüklüğündeki 45 saniye süren Gölcük ve 12 Kasım 1999 günü yaşanan 7.2 büyüklüğündeki 30 saniye süren Düzce depreminden sonra ilk defa ülkemizde bu büyüklükte bir deprem yaşandı. Afad İzmir Depreminin büyüklüğünü 6.6 olarak açıklarken, Kandilli depremin büyüklüğünü 6.9, Yunanistan ve İspanya 7.0, Amerika ise 7.1 olarak açıklamıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve bu coğrafyada ilk kez tsunaminin yaşandığı bu depremin 7.0 büyüklüğünde gerçekleştiğini bir çok bilim insanımızda doğrulamış, yetkilileri basında 6.6 olarak açıklanmış olan depremin büyüklüğünü düzeltmeye davet etmişlerdir. Peki hem mesleki hem insani olarak değerlendirmek gerekirse buradan çıkarmamız gereken ders ve bilmemiz gereken haklarımız nelerdir'
Öncelikle İdarenin elinde her türlü maddi güç, teknolojik imkan, uzman eleman, ülkede meydana gelmiş depremlerin istatistiki verileri, bilgiler vs. bulunması sebebiyle depremin “öngörülememe” ihtimali çok düşüktür. Ülke topraklarımızın % 92’sinin deprem tehlikesi altında olduğu bilinen bir gerçekken meydana gelecek bir depremi mücbir sebep olarak nitelendirmek idare lehine aşırı iyimser bir yaklaşım olacaktır. Depremin olması önlenemese bile gerekli çalışma, araştırma, kontrol ve denetlemelerin yapılarak meydana gelecek zararların azaltılması mümkündür. Belediye, Mülki İdare Amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Bu anlamda ilgili kanun ve yönetmeliklere aykırı olarak yapılmış binaların yıktırılması, yeni yapılacak binaların ise mevzuatın öngördüğü kurallara uygun bir şekilde yaptırılması sağlanmalıdır. İdarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da eksik yerine getirmesi hizmet kusuru teşkil eder. Dolayısıyla deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi, binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde tabii olarak idarenin bu zararı tazmin etmesi gerekecektir.
Ancak her durumda idare kusurlu olmadığı gibi idarenin her zararı da tazmin etmesi beklenemez. Mesela binanın, bina sahibi tarafından yapı tadilat izni alınmadan yapılan bölümlerinin depremde hasar görmesi sonucunda kiracının eşyalarının zarara uğraması halinde kiracı zararının tazmin edilmesini idareden değil ev sahibinden istemelidir. Burada gerçekten durup düşünmeli ve deprem tehlikesi altında olan ülkelerden biri olmamıza rağmen yaşanan bu felaket sonucu yitip giden canlarımızın, çadırlarda yaşamak zorunda kalacak ve günlük hayatlarına muhtemelen aylarca belki de yıllarca devam edemeyecek olan vatandaşlarımızın ve halen enkaz altında ailesine sevdiklerine ulaşmaya çalışan insanlarımızın bu durumu yaşamasına sebep olan suçluları ve kusurlarını iyi tespit etmeliyiz. Kusurlu idare olabileceği gibi aynadaki yansımamız da olabilir.
İlgili yönetmelikte afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak faaliyetler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olmakla beraber depremden sonra yürütülecek faaliyetlerin kamu hizmeti olduğu da açıktır. Ancak buna rağmen burada güzel memleketim İzmir’imin geçirdiği deprem ve tsunami felaketinden sonraki halkın tutumu herkes tarafından takdir edilmesi gereken bir dayanışma örneğidir. Depremin gerçekleştiği ilk günden bu yana tüm vatandaşlarımız sağcı solcu demeden ırk, dil, din ayırt etmeden karınca kararınca şeklinde evindeki aşını, üstündeki giysisini, çocuğunun oyuncağını yardım bölgesine gönderdi. Çoğu vatandaşımız evini kaybetmiş vatandaşlarımıza evini açtı, cebindeki parasını bölüştü, acısını paylaştı. Enkaz altından her bir can kurtarıldığında önce İzmir halkı sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak sevinç gözyaşları döktük. İzmir dışından çok fazla yardım geldi. Arama çalışma ekipleri gece gündüz demeden günlerdir canla başla çalışmakta. Yardım bilincinde olan, maddi manevi destek koyan herkese şükran borçluyuz. Unutmamalıyız ki doğa her zaman bizden büyüktür.
Depremde binalarına Hasar Tespiti yaptırmak isteyen vatandaşlarımız öncelikle;
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Alo 181 Hattı,
İzmir Büyükşehir Belediyesi 444 40 35 Hemşehri İletişim Merkezi,
İzmir Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü Santral 0232 341 68 00,
Bayraklı Çevre Şehircilik Müdürlüğü’nde ve İlçe Kaymakamlıklarında kurulan Hasar Tespit Başvuru Masaları,
Dask Deprem Sigortası üzerinden bilgi almak için Alo 125’i arayabilir.
Sonrasında vatandaşlarımız hasar ve kayıplara kusurlarıyla sebep olan ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara bu zararlarının tazmini yoluna gidebilir. 30 Ekim depremini yaşamış bir İzmirli olarak bir daha doğal afetlerin hiç yaşanmaması temennimle tüm İzmir halkına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.