Son Mühür - Ayşegül Koç / Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cem Terzi, Son Mühür TV’de yayınlanan Sıcak Bakış programında Ayşegül Koç’un sorularını yanıtladı. “Kalın bağırsak kanseri olguları zamanında iyi bir tarama programına tabii tutulursa önlenebilir nitelikte” diyen Prof. Dr. Terzi; “Tarama testi uygulanmazsa hastalığın belirti vermesi gerekiyor, belirtileri de genellikle ilerleyen aşamalarda görüyoruz. Bu da tedavinin başarısını önemli ölçüde etkiliyor” dedi.
“Bu kanserde yaş ortalaması çok düştü”
Tüm dünyada kalın bağırsak kanserinde ciddi bir yükseliş var diyen Prof. Dr. Terzi; “Hem yoksul ülkelerde hem de zengin ülkelerde hem gelişmekte olan ülkelerde hatta önümüzdeki 2030 yılında kanserden ölümlerin birinci nedeninin kalın bağırsak kanseri olacağı öngörülüyor. Böyle ciddi bir artış var o yüzden çok önemli. O yüzden mart ayını bilgilendirmekle geçiriyoruz. Kalın bağırsak kanserinin belirtileri erken dönemde maalesef çok ciddi belirtiler vermeyebiliyor. Henüz belirti yokken risk gruplarına, tarama programlarıyla, dışkıda gizli kan araştırılması ya da kolonoskopi yapılması gibi tarama programlarıyla yaklaşmak erken tanı için çok çok önemli.
Bu hastalık elli yaştan sonra risk grubu olarak kabul edilir. Yani elli yaşın üzerindeki herkesin bir kolonoskopi yaptırması kalın bağırsağında polip var mı yok mu? baktırması gerekiyor. Varsa o poliplerin temizlenmesi gerekiyor. Ailesinde kalın bağırsak kanseri öyküsü olanlar, yani birinci derece yakınlarında herhangi birinde kalın bağırsak kanseri varsa onlar yaşa bakılmadan taramadan geçirilmeli. Ailenizde böyle bir hastalık varsa gidip kolonoskopi yaptırmanızda büyük bir fayda var. Sizden daha önce polip alınmışsa bu tekrar polip olabileceği ve o polipten kansere dönüşüm olabileceği anlamına gelir. Tip 2 diyabetliler, obezler risk altında. Bir de tabii şimdiye kadar tanımlamadığımız, risk grubuna almadığımız yeni bir durum var. 20 ile 50 yaş arası genç hastalarda kalın bağırsak kanseri görülme oranında ciddi bir artış var.
Buna beslenme bir neden olabilir Ama tabii işin aslı bundan daha karmaşık. İki yeni yayında beslenme dışında, özellikle çevresel faktörlerin, çevre kirliliğinin, insanların toksik maddelerle, kimyasal maddelerle, zehirli maddelerle, kanser yapıcı maddelerle karşılaşma oranının çok yükseldiği ve bunların bizim genetik yapımızı etkileyerek mutasyonlara yol açarak kanser görülme olasılığını arttırdıkları yönünde şüpheler var. Maalesef bu alandaki çalışmalar çok yetersiz” diye konuştu.
“İşlenmiş gıdalar en tehlikelileri”
Beslenmedeki risk faktörlerinden de bahseden Prof. Dr. Terzi; “Kırmızı et tüketimi kalın bağırsak kanseriyle ilişkilendirilmiş durumda. Günde 100 gramdan fazla 10 yıldan uzun süren kırmızı et tüketimi ile kalın bağırsak kanseri arasında doğrudan ilişki var. İşlenmiş kırmızı et en tehlikeli olanı yani sosis, salam vesaire gibi işlenmiş gıdalar, endüstriyel gıdalar. Kutu içerisinde aldığımız, bir an önce tükettiğimiz fast food tarzı beslenme yani hamburgerler, pizzalar, patates kızartmaları. Bunlar kalın bağırsak kanseri riskini arttırıyor” dedi.
“Kalın bağırsak kanseri önlenebilir”
“Kalın bağırsak kanseri olguları zamanında iyi bir tarama programına tabii tutulursa önlenebilir nitelikte” diyen Prof. Dr. Terzi; “Çünkü, kalın bağırsak kanserleri polipten gelişiyor. Polip dediğimiz kalın bağırsağın içerisinde küçük bir yumru, bir milimetrik aşırı büyüme. Buradan kansere geçiş süresi 10 yıl. Hemen hemen her polipin kanserleşme riski var. Dolayısıyla biz belli bir yaştan sonra buradaki sınır 50, insanlarımıza kolonoskopi yapabilirsek, kolonoskopi taramaları uygulayabilirsek bu polipleri kansere dönüşmeden görüp temizleyebiliriz. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü bir tarama programı var. Ve bu tarama programı aslında bizim çok umut bağladığımız, hem önleyici hem de erken tanı koymaya katkı sunabilecek bir tarama programı. Birinci basamakta yürütülüyor. Aile hekimlerinde yürütülüyor.
Kalınbağırsak kanseri açısından risk grubu dediğimiz kişilere gaitada gizli kan yani dışkıda gizli kan testi yapılıyor. Gaitada gizli kan pozitif gelirse yani dışkıda kan tespit edilirse bu bağırsakta bir sorun olduğunu gösteriyor. Genellikle tehlikeli bir şey ve araştırılması gerekir. Gaitada gizli kan pozitif olanlara da kolonoskopi yapılıyor. Kolonoskopi yapıldığında da içeride polip mi var, tümör mü var, kanser mi var onu henüz bir belirti yokken orada görebiliyoruz ve koruyucu önlemleri alabiliyoruz ya da tanıyı çok erken koyabiliyoruz. Eğer bu yapılmazsa, bir tarama testi uygulanmazsa hastalığın belirti vermesi gerekiyor, belirtileri de genellikle ilerleyen aşamalarda görüyoruz. Bu da bize vakit kaybettiriyor” dedi.
Bu belirtilere dikkat!
Kolon kanserinin belirtilerinden bahseden Prof. Dr. Terzi; “En önemli, en sık karşılaştırılan belirti, dışkıda kan görülmesi. Dolayısıyla bunun da bir alışkanlık haline getirilip kişilerin, özellikle de 40 yaşının üstündeki kişilerin dışkıda kan var mı yok mu, dışkıda renk değişikliği var mı yok mu? Buna bakmaları gerekiyor. Böyle bir durum olduğunda da bu hemoroittir, basurdur ihmal etmemek, hekime başvurmak gerekiyor. Diğer en önemli belirtilerinden biri de dışkılama alışkanlıklarında değişiklik. Yani daha önce günde 1 kere normal dışkılayan birinin ishal atakları geçirmesi, kabızlık atakları geçirmesi, rahat dışkılayamaması aşırı ıkınmak zorunda kalması, karın ağrısı, karında şişkinlik, kilo kaybı, bütün bunlar kalın bağırsak kanserinin geç dönem belirtileri diyebileceğimiz özellikleri” dedi.
Kolon kanserinde tedavi yöntemleri…
Kolon kanserinin tedavisine ilişkin bilgi veren Prof. Dr. Terzi; “Öncelikle polip varsa bunun alınması gerekiyor. Kalın bağırsaktaki polipleri temizlediğimiz zaman onlar bir daha kansere dönüşmüyorlar. Ama bir insanda polip tespit edilmişse o bağırsak tekrar polip üretilebilir. Artık o insanın kolonoskopi ile izlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla bir kolonoskopi izlem protokolüne giriyor. Bu birinci mesele, diyelim oradan alınan lezyondan yani polip diye bakılan lezyondan alınan biyopsi patolog tarafından incelendi ve patoloji kanser dedi. Bu da dünyanın sonu değil. Eğer erken evre ise bu sadece o polipte kanser varsa ve çevre dokulara sıçramamışsa buna birinci evre diyoruz.
Bu hastaların ameliyatla kanserden kurtulma oranı yüzde 90. Hatta ikinci evrede ameliyat ettiğimiz hastalarda da başarı oranı çok yüksek. Ama lenf nodlarına sıçradığında. Buna üçüncü evre diyoruz. Bu aşamada cerrahi tek başına yeterli olmuyor. Ameliyattan sonra hastanın kemoterapi alması gerekiyor. Ama şunu da söyleyeyim elimizde o kadar iyi kemoterapi ilaçları var ki artık üçüncü evre hastalarının yüzde 70’inde bu hastalığı tamamen ortadan kaldırabiliyoruz. Dördüncü evreye geldiğimizde uzak organlara sıçrıyor. Akciğer ve karaciğere de sıçramış oluyor. Bu da çaresiz kaldığımız bir durum değil. Burada da başarı oranı yani bu hastalıktan kişileri kurtarma oranımız yüzde 30. Dördüncü evre olmasına rağmen cerrahi ve kemoterapi, medikal onkologların verdiği ilaç tedavisiyle üçte bir hasta kanserden kurtularak yaşamını sürdürebiliyor.
Geri kalan hastalarda da yaşam süresini uzatmak mümkün olabiliyor. Bir de günümüzde immünoterapi diye doğrudan bağışıklık sistemini hedef alan yeni bir ilaç yöntemi, tedavi yöntemi var. Bunu da medikal onkolog arkadaşlarımız hastalara sunuyorlar ve çok yeni ve çeşitli ilaçlar keşfediliyor. Hastaların bir grubu maalesef yüzde 10’a yakını ancak bundan faydalanabiliyor, onu da biyopside tespit edebiliyoruz” dedi.