Bu okula kaydını yaptıralı henüz 7 ay olmuştu.
Sabahları son model bir cip ile iki gorile benzer genç ile okul kapısına bırakılması, arada bir kantinde onlarla kahve içmesi, her öğrencinin değilse bile çoğunluğun dikkatinden kaçmıyor, bazı meraklı öğrencilerin ise ‘’ İngilizcen çok iyi, giyimin kuşamın hakeza, rengin kara değil ama daha önce burada okumuş olan Afrikalı devlet başkanının oğlu gibisin. ‘’şeklindeki soruları umruna gitmiyorsa da ısrarla Avrupa toprağından olduğunu söylüyor, liseyi orta Avrupa ülkelerinden birinde bitirdiğini ancak babasının kimliğini bir türlü söylemiyordu.
Okul yönetimince de bu bilgiler kimselere verilmiyordu.
Okul çıkışında da tank gibi bir aracın içinde bulunan üç kişi arkadaşlarının iyice ilgisini çeker olmuştu.
Susanna, Liam, Oliver ve Alex bunu merak edip de iri kıyım üç kişiye hangi ülkeden olduklarını sorduklarında kenara çekilip uygun dille uyarılmışlar, sonra da okul yönetimince sorguya çekilmişlerdi.
Şaşkına dönmüşler ve yöneticilere ‘’ James Bond filmi mi çeviriyoruz burada? ‘’ demişlerdi.
Harcadığı para da arkadaşlarının dikkatinden kaçmıyor, ‘’ Babanın petrol kuyuları mı var?’’ sorularına muhatap oluyordu.
Sınıfın en zeki öğrencilerinden olan Noah ile kız arkadaşı Amelia’nın soruları ise canını sıkıyordu. Gerekli gereksiz her ortamda ‘’ Baban çok küfreder mi? ‘’ , ‘’ Baban İngilizce biliyor mu? ‘’, ‘’ Babanın mesleğini ve gelirini söyleyebilir misin? ‘’ deyişlerine çok sinir olsa da geçiştirmeye çalışıyordu.
Yoksa bunlar babasını tanıyor muydular?
Ara sınavların yapıldığı günlerde babasının kendisini ziyarete geleceğini öğrenince çok özlemiş olsa da ‘’ Sakın ha! ‘’ demişti babasına.
Babasının, ülkesinden getirilen makam aracıyla beşinci caddeden korumalarıyla geçişindeki protestolar, okulunda da konu olmuştu. ‘’ Gösteriş budalaları’’ diye konuşanlara öfkelense de akşam yemeğinden sonra buluştuğu babasına sordu bunu: ‘’ Şart mıdır babacığım, burada lüks otomobilin alâsı var, buradan kiralayamaz mıydın?’’
‘’ Boyundan büyük işlere karışma sen! ‘’ yanıtını aldığında gözlerinin önüne melez güzeli Amelia geldi.
‘’ Binlerce peygamber gelip geçmiş ama Ortadoğulunun görgüsüzlüğüne ve cehaletine çare bulamamışlar nedense. Neden hep sarayda yaşamak isterler, neden hep halkı yoksul iken gösterişe önem verirler?’’ gibi sorularla başını ağrıtan Amelia…
Babasının buraya geldiği günlerde okula gitmiyor, annesi ve babasının iki yardımcısıyla birlikte oluyor, alışveriş yapıyorlardı. Babasının ve arkadaşlarının binlerce kilometre uzaklıktaki bu ülkeye sık sık gelmesine ise hiç anlam veremiyordu. Sorsa da doğru düzgün bir yanıt alamıyordu.
Kolundaki saat ile telefonu Amelia’nın dikkatinden kaçmamıştı. ‘’ Kolunuz, eminim bir ada ülkesinin insanlarını ömür boyu doyurur.’’ demişti gülerek.
‘’ Yaşadığınız evi ve komşularınızı çok merak ediyorum. ‘’ demiş ve yine ahret soruları sormaya başlamıştı.
‘’ İran ve Kamerun’dan gelen arkadaşlar bizleri ülkelerine davet ediyorlarken siz ulus olarak hem çok misafirperver olduğunuzu söylüyorsunuz hem de teklifimize hayır diyorsunuz. Bu çelişki değil mi? ‘’
Güney kasabalarının birinden gelen Barbara’nın kendisine olan yakınlığını farkedince ders aralarını iple çeker oldu. Ünlü bir plastik cerrahın kızı olan Barbara, yüzünü değiştirmek için gelen Ortadoğuluların çok dikkatini çektiğini ve sayıca da çok olduğunu söyleyince ona kulak kesildi.
Babasının yakın arkadaşlarından biri, kendisine bu konuda araştırma yapmasını ve bilgilendirmesini söylemişti aylar önce.
Üç bankacı ve mesleğini bilmediği iki kişi için o günlerde Barbara’nın babası ile görüştü.
‘’ Babamın hastaları hep daha güzel görünmek için gelirler bizim kliniğe ama sizin gönderdiklerinizin böyle bir niyeti yokmuş babamın anlattıklarına göre.’’
Hiç yanıt veremedi bu soruya.
Bir hafta sonu Barbara’nın palmiyeler içinde yer alan havuzlu villalarına konuk olduğunda sadece kuş sütünün eksik olduğu bir sofrada buldu kendini. Burası babasının eviydi.
‘’ Ben, sizin ülkeden gelen çok kişinin ameliyatını yaptım. Hatta bir keresinde beni buradan özel olarak aldırmışlar ve beş gün kalmıştım o güzel kentinizde.’’
O kişilerden üçünü tanıdığını söylemişti. ‘’ Nerden tanıyorsun? ‘’ denildiğinde de ‘’ Babamın arkadaşları ‘’ demişti.
İşte o günden sonra olup bitenleri anlamakta zorlanır oldu. Güleç yüzlü, fidan boylu Barbara kendisine yüz vermez, az konuşur oldu. Birlikte kahve içtiği Beyzbol oyuncusu olan İgor’u o gün boğazlayası geldi.
Derslerinde başarılı olduğu söylenemezdi. Kolundaki saati nedeniyle bazı arkadaşlarının kendisiyle dalga geçtiğini anlamıyor da değildi. Gözünün önüne önce annesi geldi. Çok pahalı ayakkabıları, çantaları, gözlükleri olan annesi… Sonra da babası… Pırlanta taşlı saatleri, sayısını bilmediği elbiseleri/ ayakkabıları ve emrindeki sayısı belirsiz son model araçlar ve iki düzine uçak…
‘’ Annem ve babam Karun kadar zenginken ben bizim bahçıvanın oğlu gibi mi saat takayım yani! ‘’ diye mırıldandı.
Sınıfın farklı bir öğrencisi olduğunu bilmeyen yoktu. Ülkesinde herkes çevresinde pervane gibi dolanırken burada el yüz veren yok gibiydi nedense.
İlkokul yılları geldi gözünün önüne. İki koyunun kaç ayağı olduğunu bilemediğinde kendisine kızan öğretmeninin uzaklarda bir kasabaya tayin edildiğini öğrendiğinde ne kadar da mutlu olmuştu.
Ortaokul ve lisedeyken de sadece arkadaşlarının değil okuldaki herkesin kendisine ayrıcalıklı davrandığını doya doya yaşamış, büyük bir keyif almıştı bundan.
Sekizinci ayın sonunda babasına Whatsapp’tan şu notu gönderdi:
‘’Babacığım beni bu okuldan alın lütfen. Ben bu kadar imansızın içinde ne okurum ne yaşarım!‘’