İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın yola devam etmek istemediği İzmir Şehir Tiyatroları Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten'le yollar ayrılmıştı. Sancılı geçen ayrılık sürecinin ardından kurulan Danışma Meclisi yeni Genel Sanat Yönetmeni olarak Levent Üzümcü'yü atamıştı. Gazeteci Enver Aysever'in youtube programına konuk olan Üzümcü 'ben kavga etmeyi sevmiyorum, ben kavga etmeyi bilmiyorum' diyerek eski yönetimle kavga etmek istemediği mesajını vermişti. Aynı programda Ekrem İmamoğlu istediği ismi atayabiliyor, Cemil Tugay neden atayamasın' diye soran Levent Üzümcü'ye selefi Yücel Erten'den tepki geldi.
İzmir Şehir Tiyatrosu kime emanet? diye soran Yücel Erten, Üzümcü'yü hedef alan uzun paylaşımında şu görüşlere yer verdi.

İzmir Şehir Tiyatrosu kime emanet?

İzmir Şehir Tiyatrosu’na çöken darbeci tiyatrocular, üstlerindeki şaibeyi kaldırabilmek için çırpınıyorlar. Yaşanmış olayları, her fırsatta demagojik bir lâf cambazlığı ile gargaraya getirmeyi, çarpıtarak algı oluşturmayı deniyorlar.
Son deneme, Genel Sanat Yönetmenliği’ne atanan Levent Üzümcü’nün, Enver Aysever’in YouTube kanalındaki söyleşisi. Yarım saati aşan söyleşideki bütün gaflet boncuklarına tek bir yazıda cevap vermek mümkün değil. O nedenle ‘kavga, tek adam yönetimi, padişahlık, krallık, Yücel Erten Tiyatrosu’ ve benzeri saçmalıklarını ayrı bir yazımda irdeleyeceğim. Ama çok temel bir konu var ki, bu yazımda işin bu cephesine öncelik vermem kaçınılmaz. İzmir Şehir Tiyatrosu, sanatını siyasete ve bürokrasiye teslim etmeye razı gelen, darbeci bir geçmişi olan, bir çeyrek(!) demokrata emanet edilmiştir.

Mutluluklar dilerim, bana ne?

Siz onu oyuncu olarak beğenebilirsiniz. Kim ne karışır? Her fırsatta kamuoyu önünde takındığı ilerici, solcu, halkçı, demokrat pozlarına da hayran olabilirsiniz. Mutluluklar dilerim, bana ne?… İzmir Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliğine çok yakışacağını da düşünebilirsiniz. Ama işte o noktada, konu Türk tiyatro tarihini ve bir uygarlaşma çabası olan özerklik mücadelesini ilgilendirdiği için, müsaadenizle ben konuya müdahil olurum. İki önemli saptamayı birlikte yapalım; sonra siz yine kararınızı verirsiniz.

Üzümcü çeyrek demokrattır...

SAPTAMA 1: Levent Üzümcü, darbeci geçmişinden kendini aklayamamış bir çeyrek demokrattır.
Şaşırdınız mı? Daha önce yazdıklarımı okumadınız herhalde? Hadi yeniden anlatayım:
Bundan 8 ay önce, 10 Aralık 2023’te, Levent Üzümcü, Orhan Alkaya, Eren Aysan, Zeynep Altıok Akatlı, Cezmi Baskın ve Bilgehan Oğuz, akşamüstü bir zoom toplantısında buluştular. Ne yaptılar dersiniz? Küstahça, sinsice ve etikten yoksun, bir yönetmelik çırpıştırdılar. İzmir Şehir Tiyatrosu için, darbe girişiminden öte bir anlam taşımayan bir yönetmelik. Var mı aralarında bunu yalanlayabilen? Yok… 

Neyse ki darbe püskürtüldü...

Başkan’ın yurtdışında olmasından yararlanarak güvenini istismar ettiler ve dönüşünde yeterli incelemesi olmadan alelacele Meclis’e sunulmasını sağladılar. Neyse ki Belediye Meclisi, Başkan Tunç Soyer’in de öneriye katılması üzerine, bu şaibeli teklifi ilgili komisyona gönderdi ve komisyon tarafından uygun görülmeyerek reddedildi. Darbe püskürtüldü.
Küstahça diyorum, çünkü KURUCU Danışma Kurulu olarak adlandırdığımız bu grup, o tarihte artık hukuken mevcut değildi. Kurumla hiç bir yasal bağları, kurumda hiç bir görevleri, hiç bir yetkileri olmaksızın bunu yapma cüretini gösterdiler. 
Sinsice diyorum, çünkü kuruma bu konuyla -ya da bu hayalleriyle diyelim- tek satırlık bir talepte bulunmamış, tek cümlelik bir bilgi vermemişlerdi. Oysa orada Kurucu Genel Sanat Yönetmeni ve Yönetim Kurulu ile 2,5 yıldır yaşayan, adına İzmir Şehir Tiyatrosu denilen bir sanat kurumu vardı. 

Çökme amacıyla hazırlanmış...

Etikten yoksun diyorum, çünkü Kurumu hiçe saydığı gibi, kuruma çökme amacıyla hazırlanmış, kendilerini tiyatronun tepesine yerleştiren, neredeyse tapu sahtekârlıklarını andıran, deli saçması bir yönetmelik taslağı idi. Gerekirse onu da açıklarım.
Özetle, bir kim vurduya getirme denemesiydi. Altını çizerek tekrar ediyorum; kurumla hiç ilgisi kalmamış 6 kişinin, kuruma çökme girişimiydi. 
Kendilerine kamuoyu önünde sordum, suspus oldular, mantıklı bir cevap gelmedi. Şimdi soruyu siz değerli aydınlara, demokratlara, sanatseverlere soruyorum: 
Bu olayın, özgürlükçü demokrat düşünce ile, aydın sorumluluğu ile, sanatın özgürleşmesi ile, sanat kurumlarının özerkliği ile bağdaşır bir tarafı var mı? Düpedüz karanlıkta, gizlice tasarlanmış darbe işte!
Ama darbenin ortakları, havaya bakıp ıslık çalarak, soruları duymazdan geliyorlar. Ben de yurttaşlara, demokratlara, sol demokratlara, sağ demokratlara, aydınlara, sanatçılara, sanatçı adaylarına, sanatseverlere soruyorum:
Bu somut darbe girişimi, o 6 kişinin, koltuk hırsı ile, demokrat kimliklerini yırtıp attıklarını göstermeye yetmiyor mu?…
Yetmediyse şu bilgiyi de ekleyelim: Demokrat kimliklerini yitirmiş bu darbecilerle ilgili gerçekleri sergilemem üzerine, akıllarınca kendilerini savundukları bir bildiri vardır. Ama benden cevabını aldılar ve yine susakaldılar. Levent Üzümcü’nün o bildirinin altında da imzası vardır. Olmasa sosyal medyada neden paylaşsın? 

Bu gerçeği değiştirmeye yetmez...

Üzümcü’nün şimdi oraya Genel Sanat Yönetmeni olarak atandı diye, kendini bütün bunlarla ilgisi yokmuş gibi bir role zorlaması, bu gerçeği değiştirmeye yetmez. İzmir Şehir Tiyatrosu’nun kısacık tarihine, açıkça 6 darbeciden biri olarak kaydedilmiştir.
Üzümcü, bu darbe girişiminin bir aktörü olarak, ilerici ve demokrat ve özgürlükçü pozlarının ve sözlerinin, hiç de içtenlikli olmadığını böylece açık etmiş oldu.
Üzümcü söyleşide, “Birtakım tartışmaların öznesi de olamam çünkü bu tartışmalarda benim bir yerim de yok” gibi bir masumiyet maskesi takınmaya çalışıyor. Gelgelelim, şimdi kamuoyu karşısında üç maymunu oynamaya çalışsa da; kavga bile denilemeyecek bu perişanlığın önünde de vardır, ardında da. Ve bugüne kadar sürdürülen o manevranın ardılı olarak, şu anda koltuk zannettiği bir plastik iskemleden konuşmaktadır.
Demokrat makyajının eriyip altından darbeci zihniyetin ortaya çıkması ile bitmedi olay. Yola çıkmışken, daha da geriye gidildi. Üzümcü, telaş içinde, alı al moru mor, bir koşu 40 yıl geriye gitti. Onu da saptayalım mı? 

Ne kadar sahte ve sığ...

SAPTAMA 2: İzmir Şehir Tiyatrosu’nun yeni Genel Sanat Yönetmeni Levent Üzümcü, aynı söyleşide sanatın ve sanat kurumlarının, siyasetin boyunduruğu altında durmasını savunan sözler söyledi. 
Türk tiyatro dünyasını düşkırıklığına boğan bu gerici açıklaması ile, ilerici ve demokrat ve özgürlükçü pozlarının ve sözlerinin, ne kadar sahte ve sığ olduğunu bir kere daha açık etmiş oldu.  
Bunu, Genel Sanat Yönetmeni olarak atanmasının ardından kamuya açık ilk söyleşisinde yaptığına göre; demokratlığın ve özgürlükçülüğün, koltuk iştahına yenik düştüğünü, yerlerde süründüğünü söylemek yanlış olmayacaktır sanırım.
Buyrun, söyleşiden birlikte izleyelim, parantez içindeki bölümü:
(Levent Üzümcü- Belediye Başkanı “Beni buraya halk seçerek oturttu, ben nasıl olur da tiyatronun genel sanat yönetmenini seçemem? Yani bana bağlı, sponsorluğunun, parasının benim tarafından verildiği bir kurumun genel sanat yönetmenini ben nasıl olur da seçemiyorum? E onu seçecek bir danışma kurulu var mütalaasıyla gelecek olan bir danışma kurulu var onların hem insan kaynaklarının yorumlarını nasıl almadan, ben bunlarla nasıl hareket edebilirim kontrol edemediğim bir şey olur bu benim” diye düşünmüşler. Zaten bu da çok mantıklı geliyor bana. Sonuçta Belediye Başkanı, İstanbul'da olduğu gibi, kendi kendine çıkıp “Şudur; ben bunu atadım.” dese kimse bir şey diyemez. Ama burada, İzmir’de-
Enver Aysever- İstanbul’da öyle mi oluyor? İstanbul yani, Ekrem Bey-
Levent Üzümcü- Tabi tabi, İstanbul’da öyle. Belediye Başkanı “Yeni atama oldu.” diyor, gönderiyor Belediye Başkanı.
Enver Aysever- E İstanbul’da Ekrem Bey kimi isterse o mu oluyor? Orada danışma yok mu?
Levent Üzümcü- Evet tabii ki. Tabii ki etrafına soruyordur ama bir resmi şey yok danışma kurulu gibi İK'ya gitmesi gibi, başvuru yapılması gibi bir şey yok.
Enver Aysever- E o zaman bu da padişahlık? Ekrem Bey kimi derse o oluyor, Tayyip Bey kimi derse Devlet Tiyatrosu. Ekrem Bey kimi derse -
Levent Üzümcü- Ben tabii ki bunu böyle söyleyemem bir padişahlık diyemem ben buna.)
Palavracı asker, az önce Yücel Erten’in 3 yıllık Kurucu Genel Sanat Yönetmenliği dönemine, pervasızca, bilgisizce, külhanice ‘padişahlık’ yaftasını yapıştırmaktan çekinmemişti. Ama şimdi haklı bir soru karşısında birden dizleri titremeye başlıyor. Ve ikiyüzlü bir fikirsizliği, tarih karşısında kayda geçiriyor: “Ben tabii ki bunu böyle söyleyemem bir padişahlık diyemem ben buna.”…
Yetkili, sorumlu ve -iddia ediyorum ki- başarılı Yücel Erten’e ‘padişah’ diyebiliyorsun; Ekrem beye gelince “Böyle söyleyemem bir padişahlık diyemem ben buna.”… 

Bu somun pehlivanı...

Bu somun pehlivanı, göstermelik yiğitliğine kahve telvesi sürdüğünün bile farkında değil! 
Yaklaşık 40 yıldır kurultaylarda, çalıştaylarda, sempozyum ve toplantılarda yüzlerce defa konuşulmuş; bildirilerde ortaklaşılmış bir ilkedir: Sanat kurumlarında yöneticilerin göreve gelişi, siyasilerin ve bürokratların bireysel birikimine, ufkuna, mezhebine ve meşrebine bırakılamaz! Yıllar süren çabaların sonucu olarak, İzmir Şehir Tiyatrosu’nda, Tunç Soyer’in demokrat yaklaşımı sayesinde, bu konuda bir yöntem ortaya koymuştuk. Üstelik Üzümcü’nün de altında imzası vardı. Üzümcü, sen o sıralarda kös mü dinledin kardeş?

Yeni ama gerici bir yönetmelik...

Yeni Başkan Cemil Tugay’ın emriyle kurumu hiçe sayarak, kapalı kapılar ardında, kimlerin hazırladığını halâ açıklamaktan çekindikleri, yeni bir yönetmelik hazırlandı. Yeni ama, ne yazık ki gerici bir yönetmelik. Kurumun başına ‘Danışma Kurulu’ diye bir vesayet organı icadettiler. Üstelik, Genel Sanat Yönetmeni’nin seçiminde topluca inisiyatif sergileme imkânı olmayan, konu mankeni bir kurul. Başkan’ın yapacağı seçimde onların bir inisiyatifi yok. Onlar da bu durumu hiç sorgulamadan, “Başkan, adaylar arasından keyfine ve kafasına yatanı seçiversin, yeter ki biz burada oturalım!” anlayışına yatıverdiler. Yönetim Kurulu’na bürokratları tıkaladılar. Akademik anlayışı yırtıp atarak, diplomasız oyuncuları kuruma taşıma yolunu açtılar. 
Sonuçta memleketteki ‘sanatsal özerklik’ laboratuvarını yakıp yıktılar. Geçmiş olsun…
Ama bu kıyımın seninle bağlantısı, göstermek istediğin kadar temiz değil Levent Üzümcü: O çarpık yönetmeliği kimlerin hazırladığı devlet sırrı gibi açıklanmıyor ama; o da nesi? Bir bakıyoruz ki Başkan, o darbeci grubun iki baş aktörünü, Orhan Alkaya ile Zeynep Altıok Akatlı’yı, yeni yönetmeliğin ‘yeni icat’ Danışma Kurulu’na oturtuvermiş. İnsanlar bu hikmete akıl erdirmeye çalışırken; Başkan, darbenin bir başka aktörü/faktörü Levent Üzümcü’yü Genel Sanat Yönetmeni olarak atıyor. Bir yerel gazetenin, bu kararı haftalar öncesinden sızdırmış olması da caba! Vay canına, bunlar ne tesadüfler böyle kurban?!…
Diğer üç darbeci, şimdilik ya pişman olup, ya da korkup bu karanlık komedyadan çekilmiş gibi görünüyorlar. Ya da kimbilir belki de sessizce bir köşede, nasıl ve ne zaman ödüllendirileceklerini bekliyorlar? Tabii hedefe varınca baş aktörlerin figüranları kadrodan çıkarmış olması da bir ihtimaldir, bilemeyiz?
Sonunun sonunda, bu şaibeli insanlar ve işler ve varabildikleri yerler değildir önemli olan. Önemli olan, tiyatro dünyamızda bir umudun, sanatsal özerklik filizinin, kırılmış, çiğnenmiş, sökülüp atılmış olmasıdır.
Ve bu kıyım bana şu soruları sorma hakkını tanır:
Koltuk kokusu alınca senin o kalın doğradığın devrimci, solcu, ilerici söylemlerine ne oldu Üzümcü? 
Demokrat kimliğini, sonunda hile-hurda ve gizlilikle başarıya ulaştırdığınız o sinsi darbenin hazırlık görüşmelerinde mi kaybettin?… 
Nasıl oldu da ‘Koskoca Başkan, istediğini atayamayacak mı yani?’ sığlığında karaya oturdun?

Bu çok kirli bir başlangıç olmadı mı?

‘Seyirciye sor, yüzde elli, telefon hakkı’ gibi jokerlerini kullanmayı bile akıl edemeden, nasıl oldu da özerklik mücadelesinden diskalifiye oldun?…
3 yaşında bir çocuğu emanetine alırken, bu çok kirli bir başlangıç olmadı mı?…
Ben sanatıma ve onun tarihine karşı sorumluluk taşıyan, bu soruları sormak ve bu tesbitleri yapmakla kendini yükümlü hisseden bir tiyatro emekçisiyim.
Teşhisim ve tesbitim şudur: Darbeci Üzümcü koltuğa oturunca, ‘tiyatronun bir sanat kurumu olarak öz erki’ ve ‘sanatsal özerklik’ kavramlarından bunca yıldır zırnık anlamadığını, patır patır ortaya saçıverdi. Ben biliyordum da, şimdi artık âlem de öğrendi.
Otur, sıfır!…

Muhabir: Bünyamin Dobrucalı