LOZAN’DAN CUMHURİYET YÜRÜYÜŞÜNE

         24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Barış Antlaşması, üç ay sonra ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olmuştur. Bu Antlaşmayla, Osmanlı’nın külleri üzerinde kurulan genç Türk Devleti, onurlu bir antlaşmaya imza koyarak, yenik çıktığı dünya savaşından sonra, emperyalist ülkelere karşın bağımsızlık savaşı vererek, özgürlüğünü uluslararası topluma kabul ettirebilen dünyada tek ülke olmuştur. Emperyalist ülkelere karşı verilen ‘Kurtuluş savaşının önemli bir aşaması olan, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde yaşananlara bir göz atalım.      

         Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Lozan’a giderken Osmanlı döneminin önemli bakanlarından birinden Lozan için akıl danışır: 

         “Ben acemi bir diplomatım, sizin engin deneyimleriniz var, bana ne söyleyebilirsiniz?” Babıâli’den yetişme yaşlı bilge kişi, İsmet Paşa’ya şunları söylemiştir: 

         “Bana akıl sorma. Ne düşünüyorsan onu yap. Bizim boynumuz, Batı karşısında hep eğikti. Karşımızdakinin güçlü, bizim güçsüz olduğumuz bilinci benliğimize işlemişti. Hep alttan alırdık. Siz ise zaferin insanlarısınız.” Bu tespit Lozan için çok önemli idi. Baş Delege İsmet Paşa, işte bu noktadan hareketle Lozan’a doğru yola çıkmıştır.  

        Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16.00'da, Lozan’ın Mont Benon Gazinosu'nda toplanmıştır. Tarafsız İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habab'ın konuşması ile oturum açılır. Bir yanda Türkiye; karşı yanda Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devleti vardır. Mağrur İngiliz Dış İşleri Bakanı ve İngiliz Delegesi Lord Curzon'dan sonra, programsız konuşan ve tüm delegeleri şaşırtan İsmet Paşa, katılımcılara şöyle seslenmiştir: 

         "Bütün uygar uluslar gibi, özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz! ...Son yılların olayları insanlığın vicdanında genel barış ve huzurun, devletlerce, birbirlerinin haklarına, özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına karşılıklı olarak saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği kanısındayım. Bu gerçek bir inanç ilkesi halinde yerleştirilmiş bulunduğundan, bu olayların anısı, gelecek için bir barış ve huzur güvencesi olur umudundayım.”  

        Mahmut Soydan’ın 26 Aralık 1929 tarihlerinde yazdığı ‘1923, Gazi ve İnkılâp’ başlıklı Milliyet gazetesindeki makalesinde, Gazi’den aktardığı aşağıdaki dizeler Lozan başlarken kazanılan ve kazanılacaklar açısından çok önemlidir:

         “Ölmüş sanılan ulus, mahvolmuş sanılan bu ülke, yeniden bütün yaşama yeteneğini gösterebilecek bir durum alıyor. Bütün kadınlarıyla, erkekleriyle, yaşlılarıyla el ele vererek kendisinin cihanda var olduğunu bir kez daha kanıtlayacak harikalar gösteriyor. İşte o harikaların doğal sonucu olarak Lozan Konferansı’na davet olunuyoruz. Fakat Efendiler, esasen bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Geçmişe ilişkin hataların gerçek sorumlusu biz değiliz; Türk ulusu değildir. Bu böyle olmakla birlikte dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Ulus ve ülkeyi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine sahip kılmak için çalışmak yükümü bizim üzerimizde kalıyor. Lozan’da henüz hiçbir olumlu sonuç yoktur. Fakat bu olumlu sonuç mutlaka olacaktır. Ulus, varlığı için, egemenliği için mutlaka elde etmeye zorunlu olduğu esasları Misak-ı Millî olarak belirgin biçimde tüm dünyaya ilan etti. Misak-ı Millî’nin anlamını bütün cihan onaylamaya zorunludur ki, Türkiye gücüyle, süngüsüyle ve bütün zorunluluğuyla bunu elde etmiştir. Arta kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen onaylanmasından ve ifadesinden başka bir şey değildir. Bu sonuç er geç, mutlaka elde edilecektir! Bütün isteklerimiz haktan ibarettir. Bu hak, en doğal ve en açık haklardandır. Hukukumuz bu denli açık olduktan başka, bu hukuku mutlaka korumak için kudretimiz de vardır, kuvvetimiz de yeterlidir.”

         Tartışmaları hep Mondros Antlaşması eksenine çekmeye çalışan Lord Curzon’a, İsmet Paşa: 

         “Ben buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geldim.” diyordu. İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon ise:

         “Amatör diplomat. Sen de Lloyd George gibi amatör bir diplomatsın” sözleriyle İsmet Paşa’yı adeta alaya alıyor ve onu:

         “En yüksek parayı koparmak için pazarlık yapan fakat verilen fiyata da razı olan bir halı satıcısı” gibi görüyordu.   

         Curzon kapitülasyonlardan vazgeçmek istemiyor ve “Türkiye için rahatsız edici oluyorsa, bunun yerine başka bir kelime kullanabiliriz” demiştir. 

          Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın aşağıdaki söylemlerinden, Türk tarafının “kapitülasyon ve esaret” konusundaki kararlılığı şöyle vurgular:              

         “Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı ve Hindistan Türk-İslam imparatorlukları bunun kanıtıdır.   

         Kapitülasyonların Türk milleti için ne derece nefret edilecek bir şey olduğunu size anlatamam. Bunları başka biçim ve adlar altında gizleyerek, bize kabul ettirmede başarılı olacağını hayal edenler aldanıyorlardır. Çünkü Türkler, kapitülasyonun devamının kendilerini pek az zamanda ölüme sürükleyeceğini anlamışlardır. Türkiye esir olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadeleye ve savaşmaya karar vermiştir.”

         Bir oturumda İsmet Paşa’nın çıkışlarından çılgına dönen Lord Curzon’u, Amerikan delegesi Charles H. Sherill şöyle anlatıyor:

         “Curzon’un odasına gitmiştik ki, Curzon kızgın bir boğa gibi odasına girdi ve odada yürümeye başladı ve bağırarak:     

         ‘Dört korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu adi sözcükle yanıt verdi; Bağımsızlık ve egemenlik.’ Curzon’a İsmet Paşa’nın hangi konuda anlaşmazlık çıkardığını sordum:

         ‘Ekonomik ve hukuki sorunlarda’ dedi.” 

          Lord Curzon görüşmelerde:

         “Siz medeni devletlerin hukuk sistemine sahip değilsiniz, o halde Adli Kapitülasyonlar kalmalı. Sizle bir iktisadi anlaşma yaptığımız zaman, sizin bir iktisat kanununuz yok, mecelle (fıkhın muameleye ait bir bölümü) ile bu iş yürümez” diyordu. 

         Lozan’a “Tam bağımsızlık ve milli egemenlik” istemiyle gelen İsmet Paşa’ya, Lord Curzon alaycı ifade ile: 

         “İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar hep aynı havayı çalıyorsun; Milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik. Bu sözü duymaktan gına geldi” demiştir.

         Lozan görüşmelerinde Lord Curzon ile aralarında geçen bir konuşmayı İsmet Paşa, şöyle aktarmaktadır. 

         “Lord Curzon: ‘Aylardır müzakere ediyoruz. İstediklerimizin hiçbirini alamıyoruz. Biliniz ki, geri çevrilen isteklerimizin hepsini cebimize atıyoruz. Yorgun ve yoksul bir ulussunuz. Ülkeniz yıkık. Yarın, bunları onarmak ve kalkınmak için bizden yardım isteyeceksiniz.’ ABD temsilcisini işaret ederek:        

         ‘Para bende, bir de O’nda var. O zaman cebimizdekileri çıkarıp birer birer önünüze koyacağız.’ İsmet İnönü’nün yanıtı ise çok netti:       

         ‘Biz haklıyız. Lozan’da hakkımızı mutlaka alacağız. Bugün biz bunları alalım. Şayet yarın kapınıza gelirsek, siz de dilediğinizi yaparsınız.’”        

         Lozan Antlaşması’nın çıkmaza girme aşamasına geldiğinde Lord Curzon’un: 

         “Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolur” sözlerine karşılık, İsmet Paşa kararlı bir şekilde mağrur ve küstah Curzon’a; “Memleketi esarete mahkûm eden bir belgeye imza koyamam” karşılığını verir.   

         “Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim kapıyı açmadım” diyen İsmet Paşa, durumu soran gazetecilere şunları söyler: 

         “Hangi imtiyazlar, hangi mukaveleler? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim. Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim. Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden, anlamadan imza ediniz, dediler. Reddettim.” Türkiye barış görüşmelerine devam etmedi ve konferans 4 Şubat 1923 günü kesilmiştir.

         Mahmut Soydan’ın 5–6 Aralık 1929 tarihlerinde yazdığı ‘1923, Gazi ve İnkılâp’ başlıklı Milliyet gazetesindeki makalesiyle günümüze de ışık tutmaktadır:

         “Lozan Konferansı, basit bir sorunu çözümle uğraşmıyor. Yeni Türkiye Devleti’nin üç buçuk yıllık sorunlarını çözümle yetinmiyor. Lozan Konferansı, başlangıcı çok eski olan bir mücadelenin derin aşamalarını tahlil ederek onu olumlu bir sonuca bağlamaya çalışıyor. Kuşku yok ki, karışık bir dengeyi belirgin bir sonuca ulaştırmak kolay değildir. Özellikle karışık hesapların sorumlusu da biz değiliz. Düşmanlarımız, yalnız bize ait hesapları sormak gibi adil, insancıl bir anlayışa sahip olsalardı, sorun iki günde biterdi. Fakat öyle işe başladılar ki, yüzyılların birikmiş sorunlarını bizden soruyorlar. Bağlaşık Devletleri olumlu bir sonuca varmak istiyorlarsa, mutlaka eski anlayışlarını terk etmek zorundadırlar. Benim gördüğüme göre varılan zemin, sonuçta barışla sonuçlanacaktır. Bütün ulusça arzuya değer ki barış olsun. Cihanda barışın kurulması hem cihanın çıkarı, hem bizim çıkarımız gereğidir. Herhalde biz, hem kendi çıkarımıza aykırı olan, hem de dünyanın çıkarına uymayan savaşın sürmesine asla yandaş değiliz. Böyle olmadığımızı şimdiye dek çok kezler duyurduk, kanıtladık. Eğer uygarlık dünyası, bizim bu işte ne denli içten olduğumuzu anlarsa, barış için hiçbir engel kalmayacaktır. Fakat eğer barış isteyenlerin fikri, savaş yandaşlarına baskın gelmezse, bütün iyi niyet ve içtenliğimize karşın biz de bu sonucu yazgı ve zorunlu sayacağız, yazgıya bağlı olacağız ve hiç kuşku duymuyorum, bugünkünden daha verimli sonuçlar alacağız.” 

         Gazi Mustafa Kemal Paşa, savaşın küllerinin daha sönmediği ve acıların devam ettiği İzmir’de,  17 Şubat 1923 tarihinde İktisat Kongresini toplamıştır. Kongrede verdiği mesajla:

         “Bu memleketi esirler ülkesi yaptırmayız” demiştir. İktisat Kongresinde alınan ekonomik ve siyasi kararlar yarım kalan Lozan’ın devamında Türk tezlerine destek amacını taşıyordu. Lozan’da ikinci dönem görüşmeler 23 Nisan 1923 tarihinde başlamıştır. Curzon’un yerine Sir Horace Rumbold, Fransız Bompart’ın yerine de General Pele gelmişti. Rumbold:

         “Savaş meydanlarından gelen İsmet Paşa, sadece usta bir diplomat değil, aynı zamanda bir devlet adamı olduğunu da kanıtladı” demiştir.                                           

         İngiliz William Tyrrell, Lozan’da karşılaştığı Türk’ü şöyle tarif ediyor:

         “İki çeşit Türk biliyorduk. Biri eski Türk ki öldü. Biri de Jön Türk ki artık o da yok. Şimdi onlardan başka bir tip görüyoruz, İsmet Paşa. O artık bizim için üçüncü Türk’ü canlandırıyor. Barışı bu Türk’le imzalayacağız.” 

         Lozan’ı Norbert von Bischoff şöyle tarif etmiştir:

         “Türk silahlarının kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir.”  

         Gündüzleri uzun oturumlar sonra geceleri de bir araya gelip yapılan ara tartışmalarda İsmet Paşa, zorlu bir uğraş veriyordu. ABD delegesi John Grew, konferansın sonlarına ilişkin bu bağlamdaki bir gözlemini şöyle aktarır:

         “İsmet Paşa’ya ecel terleri döktürüyorlardı. Gözlerinin altında derin halkalar belirmiş, saçları dimdik olmuş, tüm gücü tükenmişti, fakat bütün saldırılara rağmen ayakta durma ve karşı koymaya devam ediyordu. Sonuç sabaha karşı saat 3’te geldi. Anlaşıldı ki müttefikler son bir saldırıdan sonra silahlarını bırakmış ve (…) kabullenmişlerdi. Ertesi sabah Paşa’yı gördüm, on yıl yaşlanmış görünüyordu.”

         Konferansın bitiminden bir ay sonra İsviçre’de İnterlaken’de toplanan Amerikan Konsolosluk memurlarına yaptığı konuşmada John Grew şu yorumu yapmıştır:

         “Basın haberlerinden hepiniz öğrenmiş bulunuyorsunuz ki İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Bütün Müttefik diplomatların sırtını yere getirmiştir. Bu olayı inkâr etmenin yararı yoktur.” 

         Ali Naci Karacan, konferansa katılan Fransız Baş Delegesi General Maurice Pellé, İsmet Paşa’ya ilişkin görüşünü şöyle aktarmıştır:

         “İkinci konferansta İsmet Paşa ile en çok mücadeleye mecbur kalan General Pellé olmuştu. Buna rağmen Fransız generali Türk generaline hayrandı:

         Mükemmel bir asker olduğu kadar, mükemmel bir diplomat! Az söylüyor, fakat özlü söylüyor. Bir şeye ‘olmaz!’ dediği zaman biliyorsunuz ki o şey ‘olmaz’dır. Artık onu yaptırmamaya uğraşacaktır. Onun için görüşmelerde ‘Peki, kabul ediyorum’ dediği zaman rahatlık duyardım. ‘Hayır…’ dediği zaman ise büyük bir mücadelenin başlamak üzere olduğunu anlardık.”

         Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı’nı izleyen yabancı basının konferans ve Türkiye değerlendirmelerini ise şöyle aktarır:

         “Nihayet Paris ve Londra gazeteleri Lozan’a geldiler. Hepsi ‘Türkler büyük bir siyasal zafer kazandılar’ başlıklarıyla donanmışlardı. Bir takım Fransız gazeteleri antlaşmayı Fransa için bir yenilgi olarak düşünüyorlar ve ‘Türk heyeti diğer heyetlere üstün ve konferansa hâkimdi’ sonucunu çıkarıyorlardı. İngiliz gazetelerinin hepsi Türk heyetinin başarılarını anlatan makalelere boğulmuşlardı.”

         Yunan basını ise; “Türkler Mondros Anlaşmasını yırttılar ve müttefikleri hezimete uğrattılar” diye yazmıştır.

         18 Temmuz 1923 tarihli “Times” gazetesinin başmakalesinde ise; şu çarpıcı saptamalar dile getirilmiştir:

         “Yapılan barışın genel çehresi meydana çıkmıştır: Batı ile Türkiye arasında yeni bir ilişki şekli ortaya çıkmaktadır. Artık eski günler geçmiştir. Türk memleketlerinde Avrupa devletleri tarafından iddia ve temin edilen ayrıcalıklarla hükümdarlık yönetimi ve sultanlar devri kapanmış, Türklerin batı devletlerine ait rekabetler arasında garip ve belirsiz bir varlık olduğu günler geçmişe karışmıştır. 

         Lozan Konferansında cereyan eden durumlarla, davranışlarla Türkiye büyük devletlerle aynı ayak üzerinde konuşmuştur.”      

         Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos 1923 günü yeni sonuçlanan Lozan için şunları söylemiştir:

         “Türk ulusunun burada elde ettiği yengi kadar kesin sonuç veren ve yalnız bizimkilere değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte bu kadar etkili olan başka bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Efendiler, bu çok büyük yengilerin türlü etkilerinin üstünde, en önemlisi ve yücesi, Türk ulusunun kayıtsız koşulsuz egemenliğini eline almış olmasıdır.” demiştir.

         “Ulusumuzun yüzyıldan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların baskı ve zorbalığı altında ne kadar ezildiğini, onların açgözlülüğünü doyurmak için ne büyük yıkım ve yitiklere katlandığını düşünürsek, egemenliğe kavuşmanın bütün yüceliği ve önemi gözümüzün önünde belirir. 

         Saraylarında Türk’ten başkasına dayanarak saltanat süren, düşmanla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün karşısında eylemlere girişen bu çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanın denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devrim olmuştur.

         Efendiler, yurdumuz artık bayındırlık istiyor, varsıllık ve gönenç istiyor. Bilim, beceri, yüksek uygarlık, özgür düşünce, özgür düşünüp davranma istiyor. Dünyada bir ulusun varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, o güne dek ortaya koyduğu ve ilerde koyacağı uygarlık yapıtlarıyla orantılıdır.

         Uygarlık yapıtı ortaya koyma yeteneğinden yoksun toplumlar, sonunda özgürlük ve bağımsızlıklarını yitirirler. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşamın temel koşuludur.

         Her alanda yükselip yetkinleşmeye yatkın ulusumuzun toplumsal ve düşünsel devrimlerini kösteklemeye kalkışanlar ve çıkaracakları engeller kesinlikle yok edilmelidir.”

         Bu konuşma, Ulusal Kurtuluş Savaşının Lozan Antlaşması ile nasıl taçlandığını anlatması açısından çok önem taşımaktadır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan ve Sevr konulu benzer bir başka sözüyle yazımıza devam edelim:

         “Bu antlaşma, Türk ulusuna yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme eyleminin çökertilişini yansıtan bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir utkunun ürünüdür.” 

         Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Temmuz 1928 tarihinde Hukuk Talebe Cemiyeti’nde gençlerle yaptığı konuşmasında:     

         “Gençliğin gösterisinden pek memnun oldum. Lozan Antlaşması imzası gününün ulusal bayram sayılmasında isabet vardır. Lozan Barışı Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır. Türk ulusu için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde bir benzeri yoktur. Ulusumuz bununla haklı olarak övünebilir. Türk ulusunun yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın değerini takdir etmesi gereken gençliğin de geçmişte imzalanmış olan antlaşmalarla bunu karşılaştırması gerekmektedir.

         Bu münasebetle Lozan görüşmelerinde karşı tarafın siyasi entrikalarına göğüs gererek, sonucu almada büyük beceriklilik göstermiş olan İsmet Paşa Hazretlerini saygıyla anmak görevimdir.”

         Bu konferansta Türkiye tam egemenlik ve bağımsızlık noktasında ısrar etmiştir. Artık bu devlet kendi başına yürümek istemektedir. O derece ki, hatta bütün çağdaş uluslararasında bağımsızlığın bir diğerine bağlılığı zorunluluğunu bile tanımak istememektedir. Kapitülasyonlar artık geçmişte kalmıştır.” 

         İsmet Paşa, Hukuk fahri profesörlüğü aldığı İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında Lozan’a hangi koşullarda ve ne amaçla gidildiğini şöyle anlatır: 

         “Milli Mücadele devri, geçirdiğimiz ilk ağır imtihandı. Bu, davet edildiğimiz bir imtihandı. Cemiyet-i beşeriye, haksız olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne hükmettiği zaman, haksız olarak Türk milletinin de çöküşüne hükmetmiştir. Bu imtihandan başarıyla çıktıktan sonra konferansa gittik. Bu da bir imtihandı. Bütün milletlerin ortasında davamızı izaha davet edilmiştik. Konferansa büyük zorluklara rağmen açık ve belli bir vaziyette girdik. Ne istiyorduk? Haksız olarak yaşama hakkımızı reddetmişlerdi. Yaşamaya muktedir olduğumuzu ifadeye gitmiştik. Sade bunu istiyorduk. Bunun için en kuvvetli vaziyetteydik. Sonuna kadar bu hedefi takip ettik.”  

         ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Upshow’un 18 Ocak 1927 tarihinde ABD Senatosu’nda yaptığı konuşma ile Lozan güncesini bitiriyorum:

         “Antlaşma Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafataslarından yaptığı piramidin üstünde oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşmayı kabul ettirmiştir.”  

         Yukarıda kısa bir anlatımla, Emperyalist ülkeler karşısında verilen Kurtuluş Savaşından sonra eşit koşulları sağlayarak tam bağımsızlığını kazanmak, gerçekten akıllara durgunluk veren büyük bir tarihsel başarıdır. Bu onurlu mücadelenin kazanımlarıyla gerçekleşen Cumhuriyet’imizin 97. kuruluş yılına geldik. Tüm emperyalist ülkeler, Türkiye’nin “Ulusal Egemenlik” konusunda gösterdiği bu dik duruşu,  Lozan Antlaşması’nı imzaladıkları günden beri içlerine sindirememişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Ata’nın buyurduğu gibi sonsuza dek özgür ve tam bağımsız yaşatmak hepimizin görevidir. Bu yolda, Atatürk devrim ve ilkeleri yol göstericisi olacaktır. Bu tarihsel bilinçle Lozan’a ve kazanımlarına tüm gücümüzle sahip çıkmalıyız. 

24 Temmuz 2005 yılında, Lozan’ı anma töreni nedeniyle Lozan kentinde ve Uşi sarayında; “Ermeni Soykırımı Yoktur” başlıklı yaptığım kısa sunumumu unutmam mümkün değildir, benim için o an, hayatımın en önemli anılarından biridir. 

İsmet Paşa’nın, İzmir Arap Fırını mevkiindeki doğduğu ev, 2000 yılından beri müzedir. Son beş yıldır Konak Belediyesinin işletmesinde olan bu müzede, Lozan Antlaşmasının yıl dönümü olan; 24 Temmuz’da anma toplantısı yaparız. Müzede yapılan bu toplantıların, 20 yıldır açılış konuşmasını ben yaparım. Yazımı sonlarken, Atatürkçü kimlikler altında yapılan İsmet İnönü düşmanlığını kınıyorum. O aymazlar, yukarı da kısaca yazdığım Lozan Barış Antlaşması’nı okuyup, İsmet Paşa’ya yaptıklarından acaba utandırır mı? Saygılarımla... 

24 Temmuz 2022

AHMET GÜREL

Atatürk Araştırmacısı