Medeniyetler şehri Hatay…

Canımız sıkkın yüreğimiz yanıyor. 6 Şubat Pazartesi sabahından beri ülkeme güneş doğmadı. Hava toz duman… Kalbimiz enkaz altında kaldı. Üşüyoruz… Bugün 25. gün elbirliği ile yaraları sarıyoruz. Kahramanmaraş merkezli iki deprem 11 şehri ve Sivas’ın Gürün ilçesini etkiledi. Hatay merkezli depremlerle hasarlı binalarda çöktü. Hatay, benim için çok özel bir şehir. Sık sık gider orada dostlarımla beraber olurum. Daha önce Hatay’da depreme yakalanmıştım. Ama bu sefer ki bambaşka…  MÖ 1500 yıllarında olan bir deprem de Hatay'a çok zarar vermiş… Ama şehir tekrar kurulmuş… Bu sefer de başaracağız… Çok üzgünüm… Bu deprem birçok tarihi yapıya da zarar verdi. Hatay'da bizzat kaldığım onca senelerde bu yapıların yıkılabileceği aklıma gelmezdi. Harbiyesi, Samandağ, Uğur Mumcu, Kuzeytepesi, Habibi Neccar Camisi,  Saint Pierre Kilisesi… Hepsi yerle bir oldu. Kadim şehir kan ağlıyor. Gözyaşlarımız dinmiyor.

BÖLGEYE KOŞUYORUZ…

İlk şoku atlattıktan sonra 8 Şubat Çarşamba saat: 23.35’de Hatay’a doğru hareket ettik. İzmir’den yaklaşık 17 saat içerisinde ulaştım. Çok zorluk çektik, yanımda sırdaşım Ömer Adanar ile yolda gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Böyle bir acı yok. Nereye baksak yıkılmış evleri görüyoruz. Daha önce beraber birçok kez gittiğimiz yol bitmek bilmiyor. Elimizde telefon haber almaya çalışıyoruz. Bölgeden gelen bilgileri radyodan dinliyoruz… Şehir merkezine geçmeden Kuzeytepe Mahallesi var. Meşhur Muhtarın Yeri Kebap Salonu’nda mola verelim diyoruz…  Ama yerinde yok… E 5 yol üzerinde bir tane sağlam bina kalmamış… Köy içerisinde durum aynı sanki savaşa girdik ve bombalar üstümüze yağdı… Gözyaşlarımız durmuyor ama oradakilere umut olmamız lazım kendimi sıkıyorum. Yolda arabanın arkasına koyduğumuz battaniye, gıda malzemelerini veriyoruz. Harbiye Mahallesine geçiyoruz orda çok şükür az hasarlı binalar var. Umudumuz büyüyor.

DÜŞÜNÜN!

Enkazları gördükçe kayıplarımızı düşünüyorum…  Gece yataklarına giriyorlar, şükür her şeyleri var. Ama sabah olmuyor. Varlıkları toprağa gömülüyor. Küçük kıyamet sanki… Beni her gittiğimde “Baş tacı” eden dostlarım yok! Burada depremden kurtulan insanlarımız aç, susuz, elektrik yok herkes sokak da, hava ayaz, durum içler acısı, yanımıza aracın sığdığı kadar erzak almıştık. Çok şükür, az da olsa buradaki dostların da yüreğine dokunuyoruz. O çocukların masumluğu perişan halde durumları o kadar zoruma gitti ki! (Şimdi Radyo Ege aracılığıyla topladığımız oyuncakları o çocuklara götüreceğiz… Çocuklar mutlu olsun, gülümsesin diye…) Sabah saat 04.25 civarı uykusuz izlemlerime devam ediyorum. Bu sefer gördüklerim dün gece den daha fazlası idi.

RESMEN SAVAŞ DURUMU GİBİ…

1-2 sağlam bina, onlarda hasarlı gitti gidecek durumda… Ama yardım çığlıkları her yerde… AMBULANS sesleri feryatlara, ağıtlara, dualara karışıyor… Yardım etmeye çalışıyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. Arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Gördüklerimi kelimelere dökmek çok zor… İnsanlarımızın çaresizce yalvarma çığlıkları, halen enkaz altında çıkaramadıklarımız, umutla yakınlarının kurtulmasını bekleyenler, dua edenler, umudumuzu kaybetmiyoruz. Çocuklar soğuktan üşüyorlar, battaniyeye sarılıyorlar. Çıplak ayakları için getirdiğimiz çorap ve ayakkabıları giyiyorlar. Hava çok soğuk olunca bir kısmı hasta oldular Çadır ve konteyner çok geç geliyor. Kalbimi söküp veresim geliyor ama mümkün değil…

Hatay da en çok künefe, oruk, kıyma, halka tatlısı, haytalı, humus ve Antakya’ya özel tepsi kebabı yerdim… Umarım tekrar yiyeceğim…

Hatay 3 din, 7 ırkın kardeşçe yaşadığı kadim şehir… Medeniyetler topluluğu… Oradaki mozaik ülkemin aynası gibi… Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Rum, Musevi, Müslüman, Hıristiyan hiç kavga etmeden aynı topraklarda kardeşçe yaşıyor…

UZMANLAR NE DİYOR?

Telefon ile ulaştığım Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir, Hatay depremlerinin sismik kaynağının Antakya fayı olduğunu gösterdiğini söyledi. Ençok binada Antakya’da yıkılmış zaten…

Antakya fayında geçen hafta gözlem yaptığını ifade eden Sözbilir, sözlerine şöyle devam etti. "İlk büyük depremden sonra kırılan fayın güney ve kuzey ucunda gerilim birikimi olmuştu. Antakya fayı bu strese dayanamadı ve kırıldı. Büyük deprem Antakya fayını tetikler. Geçen hafta bu fay üzerinde yaptığımız gözlemlerde fayın kırılmaya karşı zorlandığını gösteren çatlaklar gözlemiştik. Halk hasarlı binalara girmeli, gerekmedikçe trafiğe çıkmamalı ve telefonları kullanılmamalı…”

 HATAY'DA NE OLUYORDU?

Dram mı, trajedi mi? Ne desem bilmiyorum. “Hatay benim şahsi meselem” diyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kemikleri sızlıyordur. Atam artık Hatay hepimizin şahsi meselesi merak etme… Küllerinden tekrar doğacak. Birlikte başaracağız… Senin yaptığın gibi elele yeniden doğacağız… 11 ilde 45 bin 99 can kaybımız var… Hatay’da 3 bin 79’u Antakya’da olmak üzere 5 bin 696 binada çöktü. 25 bin 822 bina ise hasarlı, yıkılmayı bekliyor.

HATAY GERÇEKLERİ

Hatay gündemdeyken bazı gerçekleri konuşmamız gerekiyor. Deprem öncesi bir dosya hazırlıyordum. Birçok kişiyle röportaj yapmıştım. Birazda onlardan bahsedeyim.
Suriyeli çocuk anneler ve doğumları...

Hatay'daki Sınır Hastanesinde iki doğum paylaşacağım. Annelerin biri 14 diğeri de 15 yaşında... Bu gibi birçok doğum hadisesi yaşanıyor.

Hatay'da yaşayan bir hemşiremiz anlatıyor. Gelin kendisinden dinleyelim:

"Merhaba Köksal Bey araştırmalarınızı inceliyorum, sizi takip ediyorum, lütfen bir şekilde bizim de sesimiz olun. Hatay savaşılmadan kaybediliyor. Burada sağlık personeliyim.
Arapça öğrenmemiz konusunda sürekli bir baskı görüyoruz. Gelen Suriyeli hastalar bize tepki gösteriyor Arapça bilmediğimiz için. Bir de Suriyeli doktorlarımız var. Onlar da bizi hor görüyor. Her 10 doğumun 8'i Suriyeli. Erkeklerin 4-5 tane eşleri var. 13 yaşında kız çocukları hamile. Ayrıca iki ay içerisinde bir ismin 2 ayrı yerde doğum yaptığını belirledik ama bakanlıktan herhangi bir yaptırım haberi almadık. Gaziantep'te kimliksiz bir yakınına kendi kimliği ile doğum yatışı yaptırmış. Gerçekten artık nefes alamıyoruz burada.
 Araştırılmıyor, kimse bilmiyor burada yaşananları. Daha dün bir adamın 26.çocuğunun doğumunu yaptırdım ve 4 eşi var. Ben, bunlara dur densin istiyorum, lütfen..."

Hatay sorunu burada bitmiyor. Belediye Başkanı Suriyeli doğumlarını gündeme getirdi diye soruşturma geçiriyor. Hatay'a Suriyelileri profesyonel bir nizamla yerleştirenler sessizliğini koruyor. Hatayla ilgili Suriye ciddi propagandalar yapılıyor. Sosyal medya hesaplarından "Hatay’ı alacağız" diye Türkçe paylaşımlar yapılırken, binlerce beğeni geliyor. Bir örneğin, 2 bine yakın beğenisi var.

Hatay ile ilgili bir başka okuyucunun anlattıklarına kulak vermenizi istiyorum:

"Köksal  Abi, selam HATAY/ANTAKYA’dan yazmaktayım, lütfen Hatay’da ki istilanın sesi ol. Suriyeli artışı aşırı fazlalaştı duvarlarda, parklarda Arapça “Hatay bizim" yazıları yazılıyor.
Parklarda bulunan sözde sığınmacı “Erkek”ler kilim serip bebeğini, çocuğunu oynatan Türk anneleri izliyor. Yaşamakta olduğum mahallenin parkına artık Türk gelemiyor.
Diğer bir yandan aşırı doğum var. Yolda bir Suriyeli kadının yanında 4 -5 bebek kesinlikle bulunuyor. Hastanelerde Suriyeli sayısı o kadar yoğun ki sürekli kavga çıkıyor. Genç Suriyeli erkekler bellerinde silah, bıçak, satır, vb. şeylerle gezmekte ve taşımaktan çekinmiyor, parklarda bunları çıkarıp pozlar veriyorlar. Azınlık biziz Hatay’da, biz Türkler kendi vatanımızda, şehrimizde azınlık kaldık. Örneğin; şu duvarda Arapça 'Hatay bizimdir' yazıyordu, belediyeye şikayet edince kazıdılar."

Hatay'dan gelen mesajların ardı arkası kesilmiyor.

Bir başka vatandaşımız anlatıyor:

"Geçen yaz Eğitim Araştırma Hastanesi'nde işim olmuştu, 17 yaşında Suriyeli bir kadının beşinci çocuğunu doğurduğuna bizzat tanıklık ettim ve eşi de 40 yaş üstüydü. Annem 70 yaşında onlara tercümanlık yapıyor; -'Buralar bizim, en sonunda siz gideceksiniz' diyorlar."

Hatay sınırında yaşayan bir başka vatandaşımızla görüştüğümde ise çok çarpıcı detayları paylaştı. Kendisinden dinleyelim:

"Eşim Hataylı, ağır bir hastalığa yakalandı. Son zamanlarını iyi geçirsin diye memleketi Hatay'a getirdim. Köy evimiz tam sınırda... Kocaman bir duvar var üstü dikenli telli. Bayağıdır var bu duvar. 3 ay önce bir daha tel duvar çektiler ortada bizi koruyan asker kulübeleri var, 50 metrede bir kulübe var. Bütün bunlara rağmen mülteciler akın akın geçiyor.
Sınır köylerinin çoğunda insan kaçakçılığı yapılıyor. Gelenlerin çoğu erkek. Adam başı 1.000 dolar alıyor kaçakçılar. Bu işi yapanlar tam bir vatan haini… İnanın, bu beton ve tel duvar olmasına, tüm engellemelere rağmen binlercesi geçiyor veya geçiriliyor. Şehrimiz göz göre göre elden gidiyor."

Hatay'daki tablo son derece ağır, orada yaşayan vatandaşlarımızı dinlediğimiz zaman üzülmemek, hayıflanmamak mümkün değil. Yabancılaşma o kadar hızlı tesir ediyor ki bazı ticarethanelerde, sokaklarda Türkçe'ye rast yapamıyorsunuz. Gerçekler gün gibi ortada. Sözde mülteci dernekleri, kadın dernekleri, siyasi erkler ve fon olanlar Hatay'da çocuk anneleri göstermek istemiyor. Vatandaşların sesini duyurmuyor.

Deprem sonrası 45 bin Suriyeli’nin ülkesine döndüğü haberini alıyorum. Deprem anında bu haber, çölde su bulmak gibi geliyor… Çok şükür…

Rabbim bir daha böyle felaketi yaşatmasın... (Biz birlikte İyiyiz)

HATAY NASIL KAZANILMIŞTI?

Hatay'ın kurtuluşu Atatürk’ün izlediği barışçı dış politikanın bir zaferiydi. O, 1918 yılında düşmanın ayak basmasına izin vermediği bu toprakları er veya geç kurtaracağını er geç kurtaracağını 1921 yılında TBMM’ye, Türk Milletine ve Hataylılara  vaad etmiş, bunu çeşitli vesilelerle tekrarlamıştır. Bu amaçla uygun şartları sabırla bekledi, uluslararası durumu da  çok iyi değerlendirdi,  hatta Mayıs 1938’de hayatını hiçe sayarak Mersin’e ve Adana’ya bir seyahat düzenledi ve ulaşılan siyasi başarılarla Hatay’a çok parlak ve sağlam bir gelecek hazırladı.


Bir “Hatay sevdalısı” olan  Atatürk, Hatay’ın Anavatana katıldığını göremedi, ama Hatay O’nun  milletine son armağanı oldu....