ŞARA İLE ABDİ’NİN ARDINDAKİ ŞİFRELER

ŞARA İLE ABDİ’NİN ARDINDAKİ ŞİFRELER

Suriye’nin Geçici Lideri Ahmet El Şara (Golani) ile Terör örgütü PKK/PYD diğer ismi ile SDG’nin Askeri kanadının komutanı olan Mazlum Abdi arasında birkaç gün önce kameralar önünde aniden bir anlaşma (uzlaşı metni)  imzalandı. Açık ve net söyleyelim ki bu imza işi ABD’nin ve İsrail’in emir ve talimatı ile yapılmıştır. Bunun en önemli göstergesi de Türkiye’nin halen terörist olarak nitelediği Mazlum Abdi’nin önce ABD Merkez Komutanlığı CENTCOM ile görüşmesi, ardından da ABD Hava Kuvvetlerine ait askeri bir helikopter ile Şam’a götürülerek anlaşma imzalatılmasıdır. Peki, ne oldu bu anlaşma ile? Rudaw “Kürt toplumu artık devletin resmi bir parçası olacak.” dedi. Suriyeli Kürtler anayasada yer alıyorlar. Bu anlaşmanın Türkiye açısından en önemli noktası şu dur; Türkiye Öcalan’ın yaptığı “silah bırakma” çağrısı ile PKK terör örgütünün lağv olacağını beklemektedir. Lakin zaten Mazlum Abdi de söylemişti “Öcalan’ın çağrısının bizimle ilgisi yok.” demişti. Yani PKK /PYD’nin (SGD’nin) silah bırakmayacağını ifade etmişti. Bu durumda Türkiye’nin kendi güvenliği için SGD’ye bir askeri operasyon yapması sözkonusu olabilirdi. İşte bu anlaşma Türkiye’nin SGD’ye bir askeri operasyon yapabilme şansını tamamen ortadan kaldırmıştır. Çünkü 70- 80 bin civarında ağır silahlı teröristi bünyesinde bulunduran SGD bu anlaşma ile bir anlamda Suriye Arap Cumhuriyeti’nin resmi silahlı ordusu haline gelmiştir. Yani Suriye Devletinin askeri üniformasını giyecektir ve Türkiye’nin bir operasyon yapmaya kalkması Suriye Devletinin ordusuna bir saldırı olarak dünyaya ilan edilecektir. Çünkü BM nezdinde Suriye bağımsız bir devlettir. Bu durumda SGD (Devletimizin tanımı ile PKK/PYD terör örgütü) artık Suriye Devletinin meşru silahlı gücü konumuna geçmiştir. Bu Türkiye için ciddi bir tehdidin devam etmesi demektir. Sayın Bahçeli, PKK ve tüm örgütleri silah bırakmalıdır demişti “sürecin” başında ama bu durumda silah bırakmak sözkonusu olmuyor. Öte yandan Suriye’deki bu gelişmeler karşısından Öcalan’ın da çağrısı ile PKK’nın silah bırakmasının pratikte bir karşılığının olmadığı görülüyor. Daha önce de yazmıştık, zaten Kandil’de PKK’nın tepe yöneticileri ile az sayıda terörist kalmıştı. Çünkü büyük çoğunluk Sincar üzerinden Suriye’ye geçmişti ve PKK/YPG’ye katılmıştı. Bir kısım PKK’lının da İran’a geçip PEJAK’a katıldığı da biliniyor. Zira Trump’un söylemlerinden de anlaşıldığı üzere ABD kısa süre sonra İran’a karşı önce diplomasi ile sonra da askeri gücü ile taleplerini yerine getirtmeye çalışacak. Lakin ABD İran’a karşı bir askeri operasyonda “Kara Kuvvetlerini” sahaya sürmeyecektir. ABD İran’ı denizden ve havadan vuracak karadan ise PKK’lıların da içlerinde olduğu PEJAK’ı kullanacaktır. Suriye’de ise yapılan bu anlaşma ile PKK/PYD (SGD) bir yere gitmiyor tersine Suriye Ordusuna entegre ediliyor. Mazlum Abdi de çok önemli bir makama getirilebilir.  SGD bir bütün olarak Suriye Ordusunun bir parçası oldu. Hâlbuki başlangıçta Şara her PKK/PYD’linin bireysel olarak gelip Suriye Ordusuna katılmasını istemişti. Lakin bu hem ABD hem de İsrail tarafından uygun görülmedi. Yekpare olarak SGD Suriye Ordusu bünyesine katıldı. Ama Suriye’nin herhangi bir bölgesinde değil bir bütün olarak “Kuzeydoğu Suriye” de bulunacaklar. Kuzeydoğu Suriye’de Kuzey Irak benzeri bir otonom yapı oluşursa ki oluşacak görünüyor, o zaman orada bir askeri güç olarak konuşlanacaklar. Bu anlaşma ile PKK/PYD terör örgütü Türkiye’ye karşı önemli bir koruma şemsiyesi altına girmiştir. Bu anlaşma aynı zamanda Şara’nın kuzeydoğudaki endişesini de ortadan kaldırmıştır. Çünkü PKK/PYD’nin askeri gücü Şara’nın HTŞ’sinin 4-5 katıdır ve silah açısından da çok daha güçlüdür. Bu durumda geriye Türkmenler ve Suriye’deki Alevi nüfus ile Dürzi nüfus kalmıştır. Dürzi nüfus İsrail’in kontrolünde ve İsrail’in isteği ile Dara bölgesinde ayrı bir otonom yapı kuracak gibi görünüyor. Çünkü İsrail cihatçı bir Şam yönetimi ile doğrudan komşu olmak istemiyor. Ayrıca “Davud Koridoru’nun” işlemesi açısından da böyle bir yapı gerekli görülüyor. Lazkiye bölgesinde Alevi Suriye vatandaşlarının katledildikleri medyada haber oluyor. ABD Dışişleri Bakanı “Azınlıkların yanındayız.” dedi ama ne kadar yanında olduklarını zaman gösterecek. Türkmenler için ise ne olacağını bilemiyoruz. Bu durumda Suriye üniter bir devlet mi olacak yoksa Federal Suriye Arap Cumhuriyeti mi olacak? Emareler bir federasyon olacağı yönünde görünüyor. SGD’nin Fırat’ın doğusunda bir bütün olarak kalması Barzani yönetimine benzer bir yapının oluşmasını da beraberinde getirecek bu da ABD ve İsrail ortak yapımı olan “Büyük Kürdistan” projesinin “Batı Kürdistan” parçasının hayata geçmesine imkân verebilecektir. İsrail asla üniter bir Suriye istemiyor. Çünkü tek parça ve güçlü bir merkezi Suriye İsrail için her zaman büyük tehdit oluşturur. Suriye Devlet yapısı kurulduğunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’den çıkması istenebilir. O zaman da yaptığımız Barış Pınarı, Zeytin Dalı gibi operasyonlarımızın karşılığı ne olacaktır sorusu akla geliyor. Bu durumda Türkiye’nin Suriye’yi nasıl imar ve ıslah edeceği sorusu da cevap bekleyen bir sorudur. Meselenin Türkiye boyutuna gelirsek Suriye’de olan bu gelişmeler en çok DEM partisini memnun ediyor. DEM’liler de PKK Örgütü de her zaman “Demokratik toplum” sözcüğünü kullanıyorlar. Ancak bu ifade bizim anladığımız anlamda demokrasiyi içeren toplum değildir. Örgüt jargonunda “demokratik toplum” demek “devlet dışı toplum” demektir. Yani güçlü bir yerel yönetimin olduğu otonom bir bölgede yaşayan toplum demektir. DEM Partisi bu hususu da sıkça dile getirmekte ama asla ağızlarındaki baklayı tam olarak çıkartamamaktadırlar. DEM partisinin sürekli söylediği “Kürt Sorunu” aslında bizim düşüncemize göre Doğu ve Güneydoğunun hala Türkiye’den koparılarak sözde “Büyük Kürdistan’ın” bir parçası olamayışıdır. Çünkü nihai hedef bu dur. 100 yıl evvel Emperyal Gücün “Şark Meselesi” dediği husus da bu konudur. Tabii günümüz koşullarında bunu açıkça sözle ifade etmek pek mümkün görünmediği için söylemler üstü kapalı oluşturuluyor. Öte yandan Türkiye’mizde terörün bitmesini en çok isteyen ve bunun için de emek vermiş biri olarak tabii ki terör artık hiç olmasın, kimsenin burnu kanamasın, kaynaklarımız aziz milletimizin refahı için kullanılsın diyoruz. Bununla birlikte Türkiye’mizin Sayın Cumhurbaşkanımızın da zaman zaman ifade ettiği gibi tek vatan, tek devlet, tek millet ve tek bayrak olarak kalmasını da vatanını seven her vatandaş gibi biz de istiyoruz. Bu arada bazı kimseler Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerinin Öcalan’ın tarihi diye niteledikleri çağrısı ile Türkiye’nin kontrolü altına girebileceğini, bunun da “Misak-ı Milli” sınırlarının 100 yıl sonra hayata geçmesi demek olduğunu söylüyorlar. Bu büyük bir aldatma olur. Çünkü bu dünyada kimse kimseye karşılıksız bir karış bile toprak vermez. Hele ABD, Trump adama karşılıksız 10 dolar bile vermez. Türkiye’de oluşturulacak bir otonom Kürt bölgesi ( Kuzey Kürdistan diye ifade ettikleri alan) bir süre sonra bir plebisit ile Türkiye’den kopartılır ve Büyük Kürdistan ABD – İsrail eli ile fiilen hayata geçirilir. Zatem BOP da bu değil midir? Yani Türkiye Misak-ı Milli ile büyüyorum derken akıl almaz ölçüde küçülür. Suriye’li Kürtler’in Yeni Suriye Anayasasında yer alacağı vurgulanıyor. DEM’lilerin de bizim anayasanın değiştirilmesi ve anayasaya Kürt halkı ibaresini koydurma talepleri de boşuna değildir. Tabii burada ABD ve İsrail için en önemli husus da Türkiye’nin bu bölgedeki su kaynakları yani Fırat ve Dicle’dir. Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde sıfır sorun, stratejik derinlik ve değerli yalnızlık olarak ifade ettiği “dâhiyane” fikirler bu gün büyük bir sorun yumağı olarak Türkiye’nin önüne çıkmıştır ne yazık ki. Ortadoğu’da bu gün yaşananlar nezdinde Türkiye için en kötü senaryo Türkiye’nin “Büyük Kürdistan projesi ile” Allah korusun bir toprak kaybı ve üniter yapısının bozulabileceği olasılığıdır. Devletimiz bu en kötü senaryoya karşı her türlü tedbiri sıfır hata ile almalıdır ve alacağına da inanıyoruz. Çünkü devlet yönetirken en önemli hususlardan biri de devletin her meselenin en kötü senaryosunu düşünerek her türlü tedbiri almasıdır. Özellikle dış politikada “yok canım bu da olmaz artık” deme lüksü asla yoktur. Bütün büyük devletler oyun planlarını en kötü senaryo üzerine kurarlar. Büyük devlet olmanın gereklerinden biri de budur ve Türkiye büyük ve güçlü bir devlettir.