Son Mühür/Gamze Eskiköy- İzmir Kültürpark’ta bu yıl 27’ncisi düzenlenen İZ Kitap Fuarı, edebiyat ve fikir dünyasının önemli isimlerini kitapseverlerle buluşturdu. Fuarda dikkat çeken konuklardan biri, “Bir Siyasi Dava Avukatının Anıları” kitabının yazarı Avukat Şenol Saruhan oldu. İzmir Kent Konseyi standında düzenlenen etkinlikte kitaplarını imzalayan Saruhan, hukuk mücadelesiyle geçen mesleki hayatını, kadın haklarına yönelik çalışmalarını ve sivil toplum deneyimlerini Son Mühür’e paylaştı.
“Şeriatçılar açılan her yol kadınların önünü kapatıyor”
Kadınların korunması için yasaların yeterli olduğunu ancak uygulanmadığını belirten Saruhan, “Yasalarda giderek bir geriye çekilme var ve kadın haklarının, kadınların yasal güvencelerinin kısıtlanması gibi bir eğilim ortaya çıkıyor. Bu eğilim iktidarlar tarafından sürdürülüyor, hangi parti olursa olsun fark etmiyor. Özellikle şeriatçı bir tırmanış, gerici bir yükseliş söz konusu ve bu kesimlere yol açılıyor.
Şeriatçılara açılan her yol, kadınların önünü kapatıyor. Bir etkinlik planlarken bir arkadaşımız, "Bu kez bir miting yapalım. Şeriata karşı kadın yürüyüşü şeklinde olsun," dedi. Bu çağrı, bizim birçok örgütle bir araya gelmemize neden oldu. Ortak bir zeminde buluştuk. Ve 15 Şubat 1997’de, Türkiye çapında çok konuşulan bir mitingi gerçekleştirmemizi sağladı. Bu mitingde şunu gördük: 50 bin kadın katıldı. Her siyasi partiden, her demokratik örgütten kadınlar katıldı” dedi.
“Sorun yasaların uygulanmaması”
Kadınları yeterince koruyamıyoruz. Ama bu eksiklik yasalarla ilgili değil” diyen Saruhan, “Biz zaten Cumhuriyet Kadınları döneminde, yasaların daha da ileri gitmesi için mücadele ettik. Örneğin Ceza Yasası’nda kadınları doğrudan ilgilendiren maddeler, toplumu ilgilendiren maddeler gibi düzenleniyordu. Kadın bedeni diye bir şey var ve bu bedenin korunması yasada güvence altına alınmalıydı. Bu bilinçle çok güzel düzenlemeler de yapıldı ve hâlâ mevcut. Ancak sorun şu: Bu düzenlemeler uygulanmıyor. Asıl problem burada başlıyor. Bu bilinç eksikliği önemli bir sorun. Peki bu bilinci kim verecek? İnsanların birbirine saygı duyması, kadın ve erkeğin eşit olduğu bilincini kim yerleştirecek? Tabii ki yönetenler. Eğitim sistemi verecek. Ancak eğitim politikalarındaki her geriye çekilme, "kul yaratma" çabasının sonucu olarak, eşitlik bilincini aşağıya çekiyor.
Yani topyekûn bir mücadele ile kadının şiddetten korunması mümkün olabilir. İstanbul Sözleşmesi’ni biz imzaladık. Hem de İstanbul’da imzaladık. Hükümet zamanında bununla övündü. Ama sonra bir gecede imzalarını geri çektiler, biliyorsunuz. Bu neyin işareti? Bu sözleşme içselleştirilmemiş demektir. Geçici olarak, zoraki yapılmış bir adımdı. Ben hep diyorum: Kadın başını açsın ya da örtsün fark etmez; asıl önemli olan, kadının beyninin içine ışık açmak. O yüzden kadınları sağlıklı bireyler olarak hayatta dimdik tutmak gerekiyor. Bütün kapıların kadınlara açılması gerekiyor. Şimdi yeniden “Aile Yılı” ilan ettiler. Aile dedikleri bu sistemle, kadını “Ben sadece yemek yaparım, çocuk yaparım,” diyen bir düzene geri götürmeye çalışıyorlar. Biz bunlarla mücadele ederek aşabiliriz. Örneğin, bizim derneğimiz İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı ilk yola çıkan dernek oldu. Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Mahkemeden olumsuz karar çıkmasına rağmen bu mücadeleyi bırakmadık. Bu hafta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvurduk. Ankara Barosu’ndan kadın hareketinden değerli bir avukat arkadaşımız, Oya Aydın, bizim adımıza başvuru yaptı” diye belirtti.
“43 yerde örgütlüyüz”
Laikliği savunan, ilericiliği ve devrimciliği temel alan bir kadın derneğine ihtiyaç var. Bu ihtiyacı saptayarak “Cumhuriyet Kadınları Derneği”ni kurduk” diyen Saruhan, “Bu dernekte yaklaşık 17 yıl başkanlık yaptım. Hukukun kadınlar açısından demokratikleşmesi, toplumun laikleşmesi yönünde çalışan bir dernekti. Kadın haklarını savunuyorduk. Geçmişteki Cumhuriyet mitinglerine öncülük eden bir dernek oldu bizim derneğimiz. Ancak zamanla bir siyasi partinin dernek içinde çok fazla etkili olması üzerine, 17. yılda dernekten ayrıldım. Çünkü biz sivil toplumun herhangi bir siyasi partinin güdümünde olmaması gerektiğine inanıyorduk. Sonra benim bir vekillik dönemim oldu. Vekillikten sonra arkadaşlar, Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin eski rüzgarını kaybettiğini ve yeni bir dernek kurulması gerektiğini ifade ettiler. Bu arayış ve çaba bizi “29 Ekim Kadınları”na götürdü.
İsim biraz özel, “Cumhuriyet” adı Bakanlar Kurulu kararıyla alınabiliyor. Bunun için de en az bir yıl faaliyet yürütmeniz gerekiyor. Aynı ismi de zaten kullanamıyorsunuz. Ben arkadaşlara espri olsun diye "29 Ekim" diyelim dedim ama herkes ismi çok beğendi. Şimdi 29 Ekim Kadınları Derneği’nde ,4. yılımız. Görüyorsunuz ki çok da iyi örgütlendik. Şu anda Türkiye genelinde 43 yerde örgütlüyüz ve her biri çok etkin çalışmalar yapıyor” ifadelerine yer verdi.
“12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, yargılanan bütün son siyasi davalarına girdim”
Öğretmenken TÖBDER çatısı altında devam ettiğini belirterek, “TÖBDER üyesiyim. Örgütlü bir çalışmanın hepimiz için birleştirici ve ülkemiz yararına da bir çalışma olduğu inancı içinde yol almaya çalıştım,” dedi. Avukatlık mesleğine geçiş sürecini anlatırken şunları ekledi: “Avukatlığım sadece siyasi davalara yönelik oldu. Kendim de siyasi yargılamalardan geçtim. Türkiye’deki en önemli ihtiyacın adalet olduğu, adaletin sağlanması konusunda da her bireye bir sorumluluk düştüğü inancıyla hareket ettim.” Hukuk dışı yargılamalara karşı ciddi bir mücadele yürüttüğünü belirten Saruhan, “12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, yargılanan bütün son siyasi davalarına girdim” dedi.
Sivas Davası, tiyatroya taşınan hayat ve pandemide yazılanlar
1990’lı yılların “sıkıyönetimsiz bir sıkıyönetim” dönemi olduğunu söyleyen Saruhan, “Faili mechul cinayetlerin çok yoğun olduğu bir zamandı. İnsanların haksız, hukuksuz yargılandığı bir dönemdi,” sözleriyle dönemin baskıcı yapısını özetledi. Bu dönemde birçok aydın cinayetinin savunmasında yer aldığını ifade etti.
12 Eylül sonrası yeniden kuruluşuna öncülük ettiği avukat derneğinin genel başkanlığını da üstlendiğini anlatan Saruhan, “Genel başkanı olarak 8 sene görev yaptım. O görevin verdiği sorumlulukla Sivas Katliamı davasını 30 yılı aşkın bir süre avukat olarak sürdürdüm,” diyerek adalet mücadelesindeki ısrarını vurguladı. Pandemi döneminde eşi Zeki Sarıhan’ın yönlendirmesiyle anılarını kaleme aldığını ifade etti: “Eşim, ‘Anılarını yazmalısın, bu kitaplar genç avukatlara ve Türkiye tarihine ışık tutar,’ diyerek beni teşvik etti” ifadelerine yer verdi.
Yazdığı “Savunma Kürsüsünde” adlı kitap, 2014’e kadar olan yaşam mücadelesini kapsıyor. “2014 sonrası bir milletvekilliğim var. İki dönem vekil olarak görev yaptım,” diyen Saruhan, kitabın öncesinde yayımladığı ilk kitabı “Kafes” hakkında da bilgi verdi: “12 Mart’ın, 12 Eylül’ün geceler boyu süren yargılamaları sırasında, gözlediğim insanların yaşamlarından sahnelerdi.” Kitaptaki öyküler, tiyatrocu Adem Atar tarafından sahneye uyarlandı. “İki kitabı da oyunlaştırdı. Hâlâ sahneleniyor. Oyun ‘Can bardaklar kırılsın’ adını taşıyor,” dedi. Cezaevlerinde geçmişte bir tahliye geleneğine atıf yapan Saruhan, “Tutuklular dışarı çıkarken cam bardakları kırarlarmış. Bir daha dönmeyeceklerine dair bir sembol” diyerek sözlerini noktaladı.