Sözcüğün etimolojisi güven, iman, sadakat, sırdaşlık, itibar ve inanç arasındaki sıkı bağlantıları gözler önüne sermektedir. Bununla birlikte Modernizmin başlangıcından ve güven kavramını Tanrı inancı olarak kabul eden teolojik-politik modelin son zamanlarından bu yana, birçok insan güveni risk azaltan bir mekanizma, hatta bir rasyonel hesaplama ürünü olarak algılamayı, bunu yaparken de güven duygusunun ana bileşeni gibi görünen “güvenen kişiyi bir tür savunmasızlık ve bağımlılık durumuna sokma” olgusunu bir kenara bırakmayı tercih ediyor.
Bu, güvenin mutlak ve kör biçimde, karşımızdakilerin her durumda güvenilir ve güvenilmeyi hak eder nitelikte olması gerektiğini düşünmek demek değildir. Hatta bu meyanda dikkate alınabilecek tek güven anlamının, günümüzde “özgüven” olarak adlandırılan, kişinin başka hiçbir kişiye bağımlı kalmamasını sağlayan bir güvence biçimi olduğunu düşünmek demek hiç değildir. Elbette özgüven olmadan bir şey yapmak mümkün değildir. Kendine güvenmek, bağ oluşturmayı mümkün kılar. Bunun için başkalarına inanabilmek, güvenebilmek ve onlara bağımlı olma riskini kabul etmek gerekir.
İşte tam da bu nedenle güven hiçbir zaman “nötr” değildir. Temeldir ve tehlikelidir. Temeldir çünkü güven olmadan insan ilişkilerinin –iş ilişkisinden arkadaşlık ve hatta aşk ilişkisine kadar- varlığını bile düşünmek güçtür.
Güven olmadan gelecek planları ve zaman içinde şekillenecek proje planları yapılamaz. Diğer taraftan güven tehlikelidir, çünkü itimat ettiğimiz insanın beklentilerimizi karşılayamaması ya da daha kötüsü, emanetimize hıyanet etmesi riskini beraberinde getirir. Birine güvendiğimizde o kişiye inanırız. Bunu nedenini bilmeden ya da en azından tam açıklayamadan yaparız üstelik. Peki, bu kendini boşluğa “bırakmanın” tam ifadesi nedir? Güvenmekten saf olmaya tehlikeli bir şekilde kayma riski yok mudur?
Aynaya baktığım zaman kendimde beğendiğim üç unsur... Güven... Sadakat… Sevgi…
Sevgi, saygı, güven ve sadakatin açamayacağı kapı yoktur.
Sevgi dolu günlere…