Bu ilkelerden biri, devletin özel sektörü desteklemesi, teşvik etmesi ve gerektiğinde denetlemesidir. Bir diğer önemli ilke ise, özel sektörün üstlenmediği alanlarda devletin devreye girerek bu işleri yürütmesidir.
Bu yaklaşımlar doğrultusunda, ağır sanayiden diğer sektörlere kadar birçok alanda, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, Türkiye genelinde devlet eliyle yatırım amaçlı fabrikalar kurulmuştur. Bu fabrikalarda üretilen ürünler, hiçbir zaman özel sektöre rakip olma amacını taşımamış; aksine, özel sektörün sermaye ve iş gücü kaynağı bakımından yetersiz kaldığı alanlarda faaliyet göstermişler halkın temel ihtiyaçlarını kaliteli uygun fiyatlarla ve doğrudan karşılamayı hedeflemiştir.
Bunun yanı sıra, aracıları, ortadan kaldırarak, halktan alınan ürünleri hak ettikleri ücretlerle satın alarak bu ürünleri işleyerek tekrar halkın kullanımına sunmak gibi önemli görev ve misyonları yerine getirilmiştir.
Bu büyük işletmeler, ülke ekonomisine önemli katkılarda bulunmuş; üretimin devam etmesini sağlayarak ekonomik kalkınmada kilit bir rol üstlenmiştir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) adı verilen bu kuruluşlar, ülkenin dört bir yanında faaliyete geçirilmiş, bulundukları bölgelerde istihdam yaratarak yerel halkın refahını artırmış ve işsizlik sorununa çözüm olmuştur.
Ancak, KİT’ler başlangıçtaki güçlü pozisyonlarına rağmen bu ekonominin dinamikleri olan işletmeler zaman içinde yanlış yönetim uygulamalarıyla zayıflamış, arpalığa dönüşmüş ve siyasi çıkarların hedefi haline gelmiş, özellikle teknolojiye uyum sağlamak adına gerekli makine ve donanım yeniliklerinin yapılmaması; üretimde verimliliğin düşmesine, modern çağın taleplerine cevap verilememesine ve KİT’lerin giderek daha hantal bir yapıya bürünmesine yol açmıştır.
Bu nedenle, kuruluşların önemli bir kısmı zarar etmeye başlamış ve serbest piyasa koşullarında rekabet gücünü kaybetmiştir.
Dönemin ANAP hükümeti bu işletmelerin fiziki altyapılarını teknolojiye uygun hale getirmeyi, mali durumlarını düzeltmeyi programlarına almamış, Başbakan Özal’ın çok sevdiği serbest piyasa ekonomisi politikaları çerçevesinde, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilmesini gündeme getirilmiştir. Çok kısa süreç içinde, özellikle devletin kar eden Cumhuriyet kazanımları niteliğindeki bu kuruluşlarının "özelleştirme" adı altında belirli kesimlere yandaşlara peşkeş çekildi.
Özelleştirme politikaları daha sonra AKP hükümeti döneminde daha da ileri taşınmış; savunma sanayiye ait Tank Palet Fabrikası ile TEKEL, Ant birlik, Etibank, Sümerbank ve Petkim gibi stratejik öneme sahip kuruluşlar özelleştirme adı altında bazı KİT’leri önce özel fonlara devretmiş, ardından özelleştirme kapsamına alarak düşük değerle yandaşlara aktarılmıştır. Bu işletmelerin bir kısmı kapandı.
Yüzlerce işçi mağdur oldu, çok sayıda işçi işsiz kaldı.
Sonuç olarak yanlış ekonomik politikalar nedeniyle Türkiye, üretmeyen, her şeyi ithal eden, sanayi yatırımları yapmayan ve yüksek katma değer ile istihdam yaratma konusunda yetersiz bir ülke haline gelinmiştir. Özetle, üretmeyen bol bol ithal edip, tüketen bir ülke haline geldik. Hal böyle olunca sürekli dış borcumuz katlanarak arttı.
Ekonominin temel dinamiklerinden biri olan tarım sektörüne gelince; bu alanda birikmiş ve çözüm bekleyen pek çok sorun bulunmaktadır. Ancak en büyük problem, tarımın olmazsa olmaz girdileri olan gübre, su, elektrik, mazot ve tohum maliyetlerinin yüksekliğidir. Bu durum, çiftçilerin üretim yapmasını zorlaştırmış, Hükümet ise yerli üreticiyi desteklemek yerine sürekli olarak tarım ürünü ithalatına yönelmekle, yabancı ülke üreticilerin zenginleşmelerine olanak sağlandı.
Diğer bir önemli konu ise, yüksek üretim maliyetleri nedeniyle yerli ürünlerin ithal ürünlerle rekabet etme şansı ortadan kalkmış, tüm bu zorluklara rağmen bankalardan kredi alarak üretime devam eden çiftçiler, ürünlerini değerinde satamadıkları için ağır bir borç yüküyle karşı karşıya kalmış ve hacizlerle mücadele eder hale gelinmiştir.
İktidar, tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında seyirci kalmayı tercih etmiş, yerli ve milli yatırmaları teşvik etmemiş, bu sebeple yerli üretim doğal olarak azalmış ve enflasyonun dayattığı yüksek girdi maliyetlerinden ötürü yerli ürünler tüketiciye daha pahalıya ulaşmasına neden olmuştur.
Çözüm;
İthalatın ve cari açığın azaltmanın tek yolu; Yerli ve milli tarım ürünlerinin üretimini artırmak, iç talebi dengelemek ve tarımsal ve katma değeri yüksek sanayi ürünlerinin ihracatını büyütmektir. Bunun yanında en önemlisi, devletin girişimciyi sanayi ve üreticiyi etkin bir şekilde desteklememesidir.
Bunun sonucu olarak Türkiye’nin, üretim odaklı sektörlerden giderek uzaklaştığını ve yatırımların daha çok market, inşaat ve gayrimenkul gibi alanlara yöneldiğini gözlemliyoruz. Bu durum ülke ekonomisinde ciddi sıkıntılara yol açıyor olmasıdır.
Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’nin, katma değeri yüksek sanayi üretimine geçemedi, güçlü bir sanayi sınıfı oluşturamadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Ülke olarak bu tabloyla ilerlemek oldukça çok zor. Küçük çaplı üretimlerimiz mevcut olsa da bunlar, hayal ettiğimiz büyük Türkiye vizyonunu gerçekleştirmek için yeterli değildir.