Son Mühür/ Ayşegül Koç- DEÜ Atatürk İlkeleri Ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Ahmet Mehmetefendioğlu, Son Mühür TV’de yayınlanan Sıcak Bakış programında Ayşegül Koç’un sorularını yanıtladı. Dr. Mehmetefendioğlu, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinin sadece bir dönemin değil, bir milletin kaderini şekillendirdiğini vurguladı.

“Cumhuriyeti, demokrasiyi 100. yılına ulaştırabilmiş beş ülkeden biriyiz” diyen Mehmetefendioğlu, Atatürk’ün sadece bir asker değil; akıl, bilim ve halk iradesiyle yoğrulmuş çağdaş bir devletin mimarı olduğunu vurguladı.

“Milli Mücadele’nin parolası tam bağımsızlıktı”

Ahmet Mehmetefendioğlu 3

23 Nisan’a giden yolda yaşananlara ilişkin bilgi veren Mehmetefendioğlu; “Mustafa Kemal'in önderliğinde 19 Mayıs 1919’da başlayan milli mücadelenin ya da bağımsızlık savaşımızın parolası tam bağımsızlıktı.

Nitekim Mustafa Kemal'in kaleme aldığı o muhteşem notu karıştırdığımız zaman 1919’da Samsun’a çıktığım zaman diyor.

Kafamdaki düşünce milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmaktı diyor ve Mustafa Kemal, bugünkü konumuz olan 23 Nisan 1920’ye kadar olan süreçte o tam bağımsızlık sürecindeki örgütlenme aşamasını gerçekleştiriyor ve Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’dan hemen sonra Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi diye bildiğimiz milli mücadelemizin halkla toplumla organize olduğu ve bütünleştiği anlamlı ve kırılma noktalarının hepsinin arkasında halk, ulus ve onun iradesine dayalı bir yönetimi hedefliyor.

Ülkemiz içinde bulunduğu durumdan yine halkın azim ve kararıyla kurtarılacaktır diyor. Ulus devletin ilk anahtar kelimelerini burada bulabiliyoruz ya da 23 Nisan 1920’de meclisi toplarken, aslında o kongreler döneminde Erzurum'daki ve Sivas'taki halkın ve o günkü koşullarda farklı dengelerin katılımıyla oluşan kongrede ulusal iradenin meclisin açılmasıyla beraber taçlandırıldığını anlıyoruz ve görüyoruz.

Ve o gün ortaya çıkan söz aslında bugünkü varlığımızın teminatı gibi bir şey. Çok sıradan bir söz değil. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması bugün 100. yılı deviren cumhuriyetimizin de habercisi” diye konuştu. 

“Bir lider toplumun kaderini belirledi”

“Bir lider toplumun kaderini belirledi” diyen Mehmetefendioğlu; “Cumhuriyetini, demokrasisini 100. Yılına getiren kaç ülke var diye baktığımızda, 5 ülkeden birisi biziz. Bir liderin seçimi bir toplumun kaderini belirliyor.

1922’de saltanatı kabul etmiş olsaydı bugün bu yaşam biçimini sürdüremeyecektik. Mustafa Kemal hayatının büyük bir kısmını askeriyede geçirmiş. Hayata ise entelektüel ve sivil bir zeka ile baktığını görüyoruz.

Atatürk’ün konuşmalarına baktığınız zaman akıl, bilim, ulus, egemenlik, millet gibi kelimeleri kullandığını görüyoruz. Ben dememiş. Bir liderin seçimi, bir toplumun kaderini belirleyebiliyor, kendi iradesini ve kendi egemenliğini ve yaşam biçimini ya da arzularını dile getiren bir yönetimi de çok çabuk kabul ettirebilirdi.

Koşullar buna çok uygundu. Toplumsal zemin de dahil olmak üzere ama onu daha harp okulu yıllarından itibaren takip ettiğimiz, geride bıraktığı, yazdığı ve çizdikleriyle baktığımız zaman akıl ve bilim süzgecinden geçen evrensel değerleri iyi anlayan Fransız devriminin getirdiği sonuçların Avrupa'yı, dünyayı nasıl şekillendirdiğini gören ve kendi kuşağındaki aydın ve entelektüellerin eksikliklerini, hatalarını görüp hepsini bir kenara bırakıp reform, ıslahat, ihtilal düşüncesinin ötesinde, devrim diye adlandırdığımız, eskiyi atıp yepyeni çağdaş değerlerle donanması gerektiğini bilen bir lider.

Arkasında muazzam bir kütüphane, arkasında muazzam bir entelektüel birikim, çok iyi analitik düşünce yeteneğine sahip olan, çok kısa sürede hızlıca sonuçlar üretebilen ve bu sonuçların içerisinde kişisel ve bireysel faydanın ötesinde halkının ve toplumunun yarınlarını gösterebilen ve hedefler çözümler ortaya koyabilen bir insandı” ifadelerini kullandı. 

“1920 Meclisi devrimci bir meclisti”

Ahmet Mehmetefendioğlu 1

1920 meclisi hakkında da bilgiler veren Mehmetefendioğlu; “1920 yılındaki kurucu meclis dediğimiz devrimci meclis, olağanüstü meclis diye tanımladığımız ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi güçler birliği ilkesine dayanıyor.

Normaldeki yönetim biçimleri nedir? Yasama, yürütme, yargı erkinin güçlerinin bağımsız olduğu bir sistemdir. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi yasamayı, yürütmeyi kendi tekelinde tutuyor.

Yani meclis hükümeti kuruyor, kendi içimizden yine oylamaya dayalı olarak kabine sistemini oluşturuyoruz. Bu şekilde takdim edilen bir dağılım var ve bu aslında bir amaç olarak düşünülmemiş.

Bu olağanüstü koşulların ortadan kalktığı zaman dilimine kadar bir araç olarak düşünülmüş. Nitekim 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle beraber yargı gücünün ayrı ve birbirine karşı bağımsız olduğu bir yönetim biçimine doğru geçilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Mustafa Kemal bunu arzu ettikleri ya da istedikleri bir anlayışla değil, ülkenin içerisinde bulunduğu olağanüstü koşullar doğrultusunda hızlı kararlar alabilmek, hızlı uygulamalar yapabilmek adına gerçekleştirmiş, aslında tersten okuma mantığıyla hareket ettiğimiz zaman bu çok da kalıcı bir hale gelebilirdi. Ve daha sonrasında bu kurucu ve muzaffer bir komutan sıfatıyla Mustafa Kemal, halkın, meclisin ve yakın arkadaşlarının büyük bir siyasi desteği ile padişahlığını ve halifeliğini ilan edebilirdi. Ancak bunu yapmadı” dedi.  

Meclisten bayrama uzanan yolculuk…

Ahmet Mehmetefendioğlu 2

Atatürk’ün liderliğinde şekillenen egemenlik anlayışının, bir milletin kaderini belirleyecek kadar güçlü bir vizyon içerdiğini vurgulayan Mehhmetefendioğlu, 23 Nisan’ın ulusal bayram ilan edilme sürecini de anlattı.

Dr. Mehmetefendioğlu; “Ulusal bayramlar, dini bayramlar kadar bir toplumu, bir ülkeyi ülke yapan önemli değerlerdendir. Yani bugün dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, o ülkedeki dini bayramların dışında orada yaşayan insanlar için anlamlı ulusal bayramlar vardır. Bayrak ortaktır.

Her ülkenin ulusal maaşı ortaktır. Başkent, para birimi ya da geçmişte yaşananlar, o insanları bir arada tutan haçlardır ve 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos, bizim bu anlamdaki yüz yıllık süreç içerisindeki kazanımlarımızın anlamlı dönüm noktasıdır.

Düşünsenize, 20 Nisan 1920’de meclis açılıp egemenlik milletindir dendiği sırada henüz bağımsızlık savaşı yapılmamış. Ankara'ya 50, 60 kilometre mesafede, Polatlı'da Yunan topçu birliklerinin sesini duyabiliyorsun.

Elinizde bir askeri güç yok, daha padişahlık, saltanatlık kaldırılmamış ve siz 23 Nisan’da bunu ilan ediyorsunuz ve bir sene sonrasında da bunu bayram olarak mecliste gündeme getiriyorsunuz.

Mecliste tutanaklara, tartışmalara baktığımız zaman dini bayramlar varken böyle bir bayrama ne ihtiyaç var ya da gerek var diyen insanlar da var.

Sonra 1921 yılında kabul edildiği sırada, Anadolu hareketinin daha ayakta durmaya çalıştığı günlerde gündeme gelen bir kavram. 1921 yılında kabul ediliyor ve 1922 yılı ile beraber kutlanmaya başlıyor.

İl olarak Ankara'da kısıtlı bir alan içerisinde kutlanıyor. 1922 ile beraber daha geniş ölçekte Egemenlik Bayramı olarak kutlanıyor. 1926 ve 1927 yılı ile beraber Çocuk Bayramı sıfatını alıyor.

1920’li yılların sonu ve 30’lu yılların başıyla beraber Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlandığına tanıklık ediyoruz. Özellikle köy enstitülerinin, halk evlerinin olduğu zaman diliminde çok daha geniş ölçekte Anadolu'nun her yerinde renkli kutlamalar da oluyor.

1979 yılında UNESCO'nun dünya çocuk yılı ilanı ile beraber o yıl 1979 yılında TRT'nin öncülüğünde ilk defa uluslararası ölçekte kutlanıyor. Dünya çocuklarının katılımı ile beraber oluşuyor. 1980’de askeri müdahale ve 12 Eylül darbesi askeri müdahalesi sonrasında da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanıyor.

Son 15 yılda 23 Nisanların, 29 Ekimlerin, 12 Mayısların içeriği biraz daha değiştirildi, daha dar bir alanda kutlanmaya başlandı.

Artık bayramların kutlanması belediyelere ve Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından yürütüyor ve dünyada kutlanan geniş anlamda kutlanan tek çocuk bayramı. Bir dakikalık karanlıktan aydınlığa geçmenin ardında, arkasında ulusal bayramların olduğunu bilmek gerekiyor” diye konuştu.

Muhabir: Ayşegül Koç