“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk - Samsun-1924
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, eğitim hayatına ilişkin ilk hatırladığı şeyin, ilkokula nerede başlayacağı konusunda annesi Zübeyde Hanım’la babası Ali Rıza Efendi arasında yaşanan tartışma olduğunu ifade eder. Gazi, sorunu babasının ustaca çözdüğünü ve ilk önce bilinen törenle mahalle okuluna başladığını, böylece annesinin gönlünün olduğunu ifade ederek, sonrasında ise mahalle okulundan çıkarak Şemsi Efendi okuluna yazıldığına değinmektedir.
Tören ve dualarla 1886 yılında mahalle mektebinde ilkokula başlayan Mustafa, daha sonra Osmanlı eğitim sisteminde “Usûl-i Cedid Hareketi” olarak nitelenen eğitimde yeni usullerin uygulandığı Şemsi Efendi Okulu’na devam etmiştir. Şemsi Efendi, 1872 yılında Selânik’te açtığı okulun dershanesinde öğretmen masası, sıra, karatahta, tebeşir, silgi, okuma yazmayı kolaylaştırmak amacıyla hazırlanmış levhalar bulunduran bir eğitimciydi. Ayrıca dersler arasında ara vererek, çocukları bahçeye çıkarır, dershanenin pencerelerini açarak, havayı değiştirirdi. Çocuklara oyun oynatır, jimnastik yaptırırdı. Onları gözler, birbirleriyle iyi ilişkiler içinde olmalarını sağlardı. Şemsi Efendi, öğrencilerini sıra düzeni içinde şehir içi gezilere de götürürdü. Atatürk, ilkokul eğitimi sırasında yeni yöntem ve araç gereçler ile kolay ve etkili bir okuma-yazma becerisinin kazanılacağına tanıklık etmiş; edindiği tecrübe sayesinde liderliği altında gerçekleşen Türk eğitim devrimi ile geniş halk kitlesinin kolayca okuma-yazma öğrenmesini sağlamıştı. Öte yandan çocukluk dönemlerinin geçtiği Selanik şehrinin farklı kültürlerden oluşan kozmopolit yapısı ve işlek limanı sayesinde dış dünyaya açık olan yönü, Atatürk’ün yetişmesinde önemli bir yere sahipti.
Babası Ali Rıza Efendi’nin kaybı sonrası eğitimine bir süre ara veren Mustafa, sonrasında Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne, oradan da Selanik Askeri Rüştiyesi’ne devam etmişti.
Atatürk, o günleri şöyle anlatır:
“Selanik’te Mülkiye Rüştiyesine yazıldım. Okulda Kaymak Hafız adında bir hoca vardı. Bir gün sınıfımızda ders verirken, ben bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni yakaladı, çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyük annem zaten okulda okumamı istemediğinden beni derhal okuldan çıkardı… Komşumuz Kadri Bey adında bir kişi vardı. Oğlu Ahmet Bey Askerî Rüştiye’ye gidiyor ve okul elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeye hevesleniyordum. Bu dereceye ulaşmak için izlenmesi gereken yolun Askerî Rüştiye’ye girmek olduğunu biliyordum. O sırada annem de Selânik’e gelmişti. Askerî Rüştiye’ye girmek istediğimi söyledim. Annem askerlikten korkardı. Asker olmama şiddetle karşı çıktı. Giriş sınavı zamanı O’na sezdirmeden kendi kendime Askerî Rüştiye’ye giderek sınavı verdim (1893). Böylece anneme karşı bir oldu bitti yapmış oldum.”
Askeri rüştiyeler Türkçe’ye daha fazla önem veren ve yabancı dile iki yıl erken başlayan kurumlardı. Dersler uzmanlık esasına göre okutulmakta ve okulun öğretim görevlilerinin çoğunluğunu subaylar oluşturmaktaydı. Bu okullarda özel spor salonları da vardı. Öğrenciler, yetenekleri ve durumlarına göre yükselebilirdi. Tüm bunların yanı sıra bu okulları bitirenler orduya girdiklerinde gezmek ve geniş Osmanlı İmparatorluğu’nun uzak köşelerindeki insanların yaşayışlarını da görüp öğrenmek olanağı buluyordu. Bu durum sıradan sivil okulların kolay kolay elde edemedikleri bir başka olanaktı.
Rüştiye yıllarında matematik dersine merak saran Atatürk’e, bu ilgi ve merakından dolayı Mustafa isimli matematik öğretmeni, “Olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik” anlamlarına gelen “Kemal” ismini vermişti. O günden itibaren artık O, Mustafa Kemal’di. Matematiğe büyük önem veren, herkesin matematik bilgisinin çok gerekli olduğuna inanmasını isteyen, matematikten hayatının her döneminde başarı elde etmek için faydalanan Atatürk, bugün hali hazırda kullandığımız matematik terimlerinin de içinde yer aldığı “Geometri” kitabını 1937 yılında kaleme almıştı.
1896 yılı Ocak ayında Askeri Rüştiye’nin son sınıfını dördüncü olarak bitiren Mustafa Kemal, lise öğrenimini almak üzere bağlı bulunduğu bölgenin lisesi olan Manastır Askerî İdadî’sinin sınavını kazanmış, yatılı öğrenci olarak kaydını yaptırmıştı. Manastır Askerî İdadî’si, 1848 yılında eğitim öğretime açılmıştı. Askerî idadîlerin kuruldukları yerler, eğitim ve kültür faaliyetlerinin yoğun olduğu merkezlerdi. İdadî eğitiminde ağırlık %30’la matematik ve fen derslerine verilirken, %28 ile Fransızca onlara yakın bir ağırlıktaydı. Atatürk, lise yıllarında Fransızca eğitime önem verdi, yaz tatillerinde özel ders aldı. Bu yıllarda vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal’in şiirleri O’nun millî duygu ve düşüncelerinin güçlenmesinde etkili olmuştu. Yıllar sonra Türk İstiklal Mücadelesi içinde Yunan ordularının Anadolu içlerine doğru ilerlediği o karanlık günlerde Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Namık Kemal’e ait olan şu dizelerle kürsüden vekillere seslenecekti:
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini”
Bu dizeler dudaklarından döküldükten hemen sonra ise içinde bulunulan karamsarlığı dağıtan şu sözlerle konuşmasına devam edecekti:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
Manastır Askeri İdadisi’ndeki tarih öğretmeni Topçu Kolağası Mehmet Tevfik (Bilge) Bey, Mustafa Kemal’in tarihe karşı sevgi ve ilgi duymasını sağlamış, yaşamın sonuna dek kişisel kütüphanesindeki kitapların büyük çoğunluğunun tarihle ilgili olmasına neden olmuştu.
1899 yılında liseden mezun olan Mustafa Kemal, aynı yıl İstanbul’da bulunan Harp Okulu’na “Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendinin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli, Mustafa Kemal Efendi Selanik 96” olarak kaydolmuştu. “Harp Okulu’nda matematik merakım devam etti. Fakat birinci sınıfta saf gençlik hayallerine kapıldım. Dersleri gevşeğe aldım. Yılın nasıl geçtiğinin farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım…” ifadeleri ile Harp Okulu’ndaki ilk yılını özetleyen Mustafa Kemal, 610 arkadaşı arasından, 9’uncu olarak ikinci sınıfa geçmişti.
1902 yılında “Teğmen” rütbesiyle, Harp Okulu’ndan, üç senenin ortalamasıyla 8’inci olarak mezun olan Mustafa Kemal, aynı yıl 10 Şubat 1902 Harp Akademisi’ne başlamıştı. Akademi yıllarında ülkenin sorunlarına, siyasi hayata ve memleket idaresine ilgi duyan Mustafa Kemal, arkadaşları ile birlikte düşüncelerini yaymak adına el yazısıyla gazete çıkarmaya başlamıştı. Genelde gazete yazılarını da kendisi kaleme alıyordu. 1905 yılında Mustafa Kemal, “Kurmay Yüzbaşı” olarak Akademi’yi bitiren 13 kişi arasında 5’inci olmuştu. Fakat mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünce ve faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınan Mustafa Kemal, bir süre tutuklu kaldıktan sonra “memleketlerine kolayca dönemeyecekleri bir bölgeye gönderilmeleri” kararıyla, kurmaylık stajı için Şam’da bulunan 5. Ordu’ya tayin edilmişti. Böylece vatanın pek çok yerinde görev alan; uzun savaş yılları boyunca acılara, hüzünlere ve mücadelelere tanıklık eden Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılında “Başkomutan” olarak Türk ordularının başında kazandığı büyük Türk zaferin ile sonuçlanacak olan askerlik vazifesine başlamıştı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aldığı eğitimin yanında okuma ve öğrenmeye yönelik ortaya koyduğu çabasıyla kendini çok iyi yetiştirmiştir. Eğitim süreci Mustafa Kemal’e başarılı olmasını, olgunluğa ulaşmasını, yeni bir dünya görüşü edinmesini, Batı kültürünü tanımasını, idealist karakter ve düşünce yapısına kavuşmasını, bilimsel düşünme, meseleler üzerine bilimsel yöntemlerle gitmeyi öğretti. Araştırma yapma, sorun çözme özelliklerini kazandırdı. Batı dillerini öğrenmesini sağladı.
Aldığı eğitimin yanı sıra Atatürk’ün “Okuma ve Kitap Tutkusu”, O’nun ülkesine bağımsızlığı kazandıran bir lider, çağdaş medeniyetler seviyesini hedefleyen devrim hareketinin planlayıcısı ve halkına yol gösteren bir önder olmasını sağlayan etkenlerin en başında geliyordu. Gazi, kitap sevgisini ve bu sevginin kendisine sağladığı kazanımları şu sözleriyle ifade etmişti: “Bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti. Elime üç, beş kuruş para geçince bunun muhakkak yarısını kitaba verirdim. O zamanda böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım. Türkiye’yi bu hale getiremezdim…”.
Atatürk’ün kendi özel kitaplığındaki kitaplarının sayısı 4.289’du. Ayrıca bibliyografik bir çalışma yapıldığında bu sayı 10.000’i buluyordu. Batı dillerinden Fransızca ve Almanca’yı bilen Atatürk, yurt dışından sürekli kitap siparişleri veren bir liderdi. Kitaplara tutkuyla bağlı olan; cepheden cepheye koştuğu subaylık yıllarında, ateş hatlarında bile kitap okuyan Atatürk, gençlik yıllarından başlayarak, askerlik mesleği ile ilgili çeviri eserler yayımladı. İlk kitabını yayımladığında 27 yaşında olan Atatürk, içinde Nutuk, Medeni Bilgiler ve Geometri kitaplarının olduğu pek çok kitabı kaleme aldı.