Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, TV 100 yayınında sorulara şöyle yanıt verdi:

Yürütmenin harekete geçmesi lazım...

“Türkiye’de bir sokak hayvanları sorunu var. Ne zamandan beri? Çoktandır var ama COVID’den sonra ciddi şekilde var. Çünkü o süreçte ciddi şekilde ürediler ve kısırlaştırma faaliyetinde yeterli çaba gösterilmediği anlaşılıyor. Bu şöyle bir noktaya geldi. Sabahleyin okula servisine, işine, camiye gidene… Bu bir sınıfsal sorun haline dönüşüyor. Arabası olmayan, toplu taşıma kullanana, korunaklı sitede oturmayana sorun var. Bu tehlikeli bir durum. Ben çözümünde çok netim. 2020 yılında Meclis’te komisyon kurduk. Komisyona 4 partiden milletvekilleri katıldı. Mutabakatla ve hepimizin övündüğü şekilde Hayvan Haklarının Korunması Komisyonu Raporu yayımlandı 16 Ocak 2020’de ve Genel Kurul’da görüşüldü. Şimdi bu rapora baktığınızda raporun 101’inci sayfası, Hayvan Hakları Fonu kurulacak diyor. Bu fon parayı nereden toplayacak tarif etmiş. Belediyelerin alacakları emlak ve çevre, temizlik vergilerinden aktarılacak paylardan. At yarışı, milli piyango gibi şans oyunlarından, kesilen idari para cezalarından, yapılacak bağışlardan. Bu fonla etkin kısırlaştırma seferberliği ve yeterince barınak yapılacak diyor. Buna bütün partiler evet demiş. Dört yıl bunu yapsaydık zaten bu durumda olmayacaktık. Çünkü yasamayız. Bu önerileri yapıyoruz ama yürütmenin harekete geçmesi, bu fonu kurması lazım. Kanunla kuracaksa teklifin getirilmesi lazım. Eğer bir fon olarak devletin yürütme organı kuracaksa da kurması lazım. Bu yapılmamış. Yapılmasını öneriyorum.”


Uyutma noktasında uzlaşma olmaz...

“Mesela raporun 110’uncu sayfası kısırlaştırma merkezleri ve geçici hayvan bakım evlerini tarif ediyor uzun uzun. Burada uyutma diye bir şey yok. Yani Meclis bu konuyu konuşmuş. Uyutma şöyle var. Tedavi edilemeyen hastalıklar, hayvanın çektiği ve dindirilemeyen acılarına son verme ve ıslah edilemeyen kuduz gibi vakalar... Bunların dışında uyutma yok. Şimdi bugün karşı karşıya olduğumuz konu şu. ‘Efendim ekonomik kriz var. Tasarruf tedbirleri var. Bunlara ayıracak para yok. Kamu tasarruf edecek. Belediyeler tasarruf edecek. Biz bu hayvanları öldüreceğiz.’ Ben dün Sayın Destici’nin ziyaretinden sonra net olarak bunu söyledim. Biz elimizi taşın altına koymaya hazırız. Bu fonun bağış ayağını güçlendirmeye hazırız. Fonun kurulması lazım. Vergilerden pay, belediye gelirlerinden pay, şans oyunlarından pay. Bunu yaparsanız bu sorunu çözersiniz. Bu arada bu konuda bir rapor bekliyorum. Veteriner Odası Başkanı’nı diğer oda başkanlarını aradığım gibi aradım. Bayram sohbeti sırasında konu buraya geldi. Bu büyük bir sorun, uygun görünce bir araya gelelim ve konuşalım dedim. Sağ olsunlar randevu alıp geldiler. Onların talepleri vardı, belediyelerimize direktif olarak yazdık. Bizim onlardan talebimiz oldu. Bu iki uçlu sorun. Hayvan hakları savunucularının söyledikleri doğru. Bu konudan rahatsızlık duyanlar haklı. Yaşamayan bilmiyor. Evden çıkıyor çocuk servise binecek 15 köpek geliyor saldırıyor. Bu olmaz. Engel olmak lazım ama çare itlaf değil. Çare uyutmak değil. Bunu siyasete alet etmemek lazım. AK Parti, MHP, DEM, İYİ Parti, CHP, Saadet oturacağız ve uzlaşacağız. Doğru kanun çıkaracağız ama uyutma noktasında uzlaşmamız mümkün değil. Çünkü uzlaşma insancıl bir şeydir. Böyle barbarca bir şeye gidemeyiz ama böyle bir sorun yok diyemeyiz. Sorun var çözmek zorundayız. Özellikle yoksullar, yaşlılar ve çocuklar için bir sorun.”

İnsancıl bir çözüm bulacağız...

“Zaten rapor şunu tespit ediyor. Bunun altından belediyeler tek başına kalkamaz diyor. Bunun için fon öneriyor. Veteriner Hekimleri Birliği Sayın Başkanı, veteriner hekim olan akademisyenlerle ve saha insanları ile çalışıp bana bu konuda öneri getirecekti. Ben onu bütün liderlerle paylaşacağım. Bu meseleyi çözmemiz lazım. Yokmuş gibi davranılamaz. Katledilmeleri karşısında dururum. Bunu söylemesi kolay da sen tüm dünyanın, bu kadar çocuğun gözü önünde, hepimizin çocuğu var, yeni kuşağın inanılmaz hayvansever, doğa dostu bir tavrı var, bu kadar insanın önünde hadi göreyim bakalım sen git işte sadece Bolu’da 6 bin 500 köpek uyut. İstanbul’da 100 binlerce köpek uyut. Öyle atıp tutanlara bakmayalım. Bir kuşakta travma yaratırsınız. 1,5 milyon köpeği, milyonlarca kediyi bu kadar insanın, çocuğun önünde itlaf edeceksiniz. Olmaz. Olacak iş değil. Bu işe hep birlikte insancıl çözüm bulacağız. Ama popülizm yapmayacağız. Birbirimizi kırmayacağız. Daha gelmedi ama dolaşan bir taslak var. Görüşmeye gelecekler. Eğer uzlaşma zemini aranırsa parlamento için bu birkaç haftalık bir iştir. İyi bir kanunu yapmak. Dört dörtlük bir iş yapılıp hızla çözülebilir. Benim akademisyenlerden gördüğüm kadarıyla 1,5 – 2 yılda bu iş sorun olmaktan çıkarılır diyorlar. Göreceğiz.”

Roma gezisi Türkiye için lobi faaliyetiydi...

Türkiye için lobicilik faaliyeti...

“Eleştiren açısından baktığımızda AK Parti bunu ayda beş kez yapıyor. CHP beş yılda bir kez yaptı. Niye yapıldı? Bir savunuculuk, lobicilik çalışması bu. Çünkü o oyunların mutabakat zaptı aynı zamanda İstanbul’da yapılacak olan olimpiyatlarla ilgili en önemli tanıtım faaliyeti. Eğer belediyemiz tarafından yani belediye kaynaklarıyla gazeteciler götürülerek CHP lehine siyasi faaliyet ya da örneğin belediye başkanının kendi PR’ı için bir faaliyet olsa bu hoş bir durum olmaz. Yanlış iş olur. AK Parti bunu ayda beş kere yaptığı oluyor. Ama CHP’nin yaptığı iş İstanbul için, Türkiye için lobicilik faaliyeti. Yapılan işin sonucunda iyi sonuç alındığı taktirde hep birlikte kazanacağız. Zaten ilk sonuç alındı ama Türkiye’ye olimpiyatın gelmesi için gerekli şartlardan bir tanesi böyle bir organizasyonu başarıyla tamamlamak. Meseleyi sorunlu görmüyorum. Keşke hep böyle gazetecilerin davet edilme meselesi bu kadar masumane olsa. İkincisi keşke örneğin şu anda Türkiye’de gazetecilere şöyle bir davet yapmak ayıplı durum olsa, eskiden öyleydi. 1970’lerde hatta 90’larda bir gazeteciyi dış geziye çağırdığınızda gazeteler kendi masrafını karşılarız derdi. Benim daha hiç olmadı. Otobüse binmek isteyen olurlarsa su içiyorlar.”

Objektif kriterlerimiz olmalı...

“8 Haziran’da Bükreş’e gidiyorum. Ondan önce Sosyalist Enternasyonel’e gittim almadım. Kıbrıs’a gittim almadım. Bir tek Filistin meselesinde bir gazeteci şöyle söyledi. Mutlaka orada olmak isterim. Ona da dedim ki bu gazeteci götürme işi biraz netameli işler. Ama belki kurumunuz karşılamayı düşünürse olabilir dedik. Objektif kriterler koymak lazım. Siyasetin finansmanı, siyasi etik yasasını boşuna söylemiyoruz. Ama Türkiye’de gazeteci meslek örgütlerinin bu konuda bir zaafı olduğunu düşünmüyorum ama medya gazeteci meslek örgütlerinin elinden, disiplininden çıktı çıkalı kime sorarsanız sorun. Hangi Cumhurbaşkanı’nın, Meclis Başkanı’nın, Bakan’ın gezisine katılan hangi gazetecinin masrafını kurumu kendi karşılamış? Biz şu ana kadar götürmedik. Bizim özel uçağımız yok. Tarifeli ve ekonomi uçuyoruz genelde. Yurt içi uçuşlarda ekonomi de olsan eğer varsa business class otomatik geçiriyorlar hava yolu şirketinin uygulaması ile. Onun dışında Kıbrıs’a bile giderken yurt dışı uçuş olduğu için ekonomi aldık gittik. Ekonomide oturunca genel başkan değerinden değer kaybetmiyor.”

Önce belediyeleri sonra Türkiye'yi...

“Bir kere bu kredi niye açıldı? Şunu ifade etmem gerekir ki bu krediyi biz tüketici kredisi gibi görmüyoruz. Al tüket veya bugüne kadar vermedin, borçlandın. Al kapat filan. Bu yatırımcı kredisi. Bankalar yatırımcı kredisini nasıl verir? Türkiye’nin geleceğine yatırım yaptı seçmen. Dedi ki CHP’ye. Al yerelde iktidar ol. Ben genelin gücünü yerel ile dengeliyorum. Bir yönet bakalım. Beğenirsem, ülkeyi yönettireceğim. Bu aynı yatırımcı kredisini alırsınız, yatırımınızı yaparsınız, kredinin sonu gelir. İşler kötüyse daha günü gelmeden krediyi geri çağırır banka. Ama işler iyiyse efendim kahvenizi içmeye geldim der. Genel müdürlüğümüz kredinizi üç katına çıkardı. Kullanırsanız memnun oluruz der. Tam durumumuz budur. Biz belediyelerimizi iyi yönetirsek Türkiye’yi de yöneteceğiz. Benim bir rüyam var. Ama büyük bir hedefim var. Ecevit, 1970’lerde girdiği iki yerel, iki genel seçimin dördünden de partisini birinci parti çıkardı. CHP tarihini böyle detaylı bilen herkesin dikkatini çeken bir şey. Biz ikinci yüzyılın ilk yerel seçiminde, kimse beklemiyorken, defalarca söylememe rağmen dediğimiz bütün illeri aldık. Birinci parti çıktık. Şimdi ikinci yüzyılın ilk seçimlerini kazanırsak gerçekten tarihe geçeceğiz. Tarihe Özgür Özel filan değil elbette o dönemin genel başkanı olarak geçecek. Ama 43 yaş ortalaması olan bir Parti Meclisi ile yönetiyorum ben bu partiyi. 46 yaş ortalaması olan MYK ile yönetiyorum. MYK toplantıları altı saat sürüyor. 24 kişi var. Yarısı kadın, yarısı erkek. Öyle tartışmalar oluyor ki. İyi müzakere edilen, saygı içinde her fikrin tartışıldığı ve ölçme, değerlendirmeye dayalı bir sistem uygulanıyor. Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. İyi yönetim prensiplerine göre yönetiyoruz. Ben Manisa Eczacı Odasını aldım, bırakırken Türkiye’nin en iyi yönetilen eczacı odasıydı. Hala öyledir. Türk Eczacılar Birliğini aldım. Dört sene sonra görevi teslim ederken Türkiye’nin en iyi yönetilen meslek örgütüydü. Hala öyledir. Çünkü bir yönetim standartlarını getirdik. Şimdi kurumsal reform çalışıyoruz. Yönetim mimarisini baştan aşağı değiştiriyoruz. Bir sürü tehlikeden, sıkıntıdan bu sayede kurtulduk. Bir fırsatı bu sayede başardık. Bir sürü riski bu sayede elimine ettik. Artvin gidiyordu. 19 Mart anketine göre Artvin gidiyordu. Fırsatta Kilis geliyordu. Ama iki tarafın bundan haberi yoktu. Artvin’e gittik. O dönemde açık açık konuşma diye bir format geliştirdik. Ben buraya herhangi bir mitinge gelmedim. Açık açık konuşmaya geldim diye başlıyor. Artvin anketi şunu gösteriyor. Bizim aday yapmadığımız ve bir başka partiye gidip adaylaşan, sonra o reddedilince bağımsız aday olan kişi, gitmiş bir oy alıyor. Oyu bize kaybettiriyor. Ona oy verenler CHP’liler. AKP kazanıyor. Ama bundan kimsenin haberi yok. Çünkü anket yok. Çıktım anket kırılımlarını anlattım. Dedim ki kararı siz vereceksiniz. Şu isme oy verirseniz ki o ismi ben aday yapardım, memnuniyet anketi yüzde 22 çıktı. Artvin memnun değil dedim. O isme oy verirseniz AKP kazanıyor. Bizim adaya oy verirseniz Artvin gitmez. Karar sizin. Şimdi riskler, fırsatlar dediğim bu. Biz bu binaya geldik. Çok sevdiğimiz insanlardan devraldık yönetimi. Çok uzun süredir içinde olduğumuz bir yönetimdi. Ama bazı şeyleri bir türlü yapamadığımız işler vardı. Onları yapma imkanı bulduk. 1980 darbesi bu partinin üstünden paletleri ile geçti. O günden beri siyasetin başarı kapısını açamıyorduk biz. Üç kilit asılı. Açamıyoruz. Dedik ki bir bakalım. Atatürk bir yerlere bırakmış olabilir. Birinci kilidi gençler açtı. Genel başkanlara emanet etmemiş Cumhuriyeti. Askere bile etmemiş. Kendisi başkomutan olduğu halde. Cumhuriyeti ben kurdum, genelkurmay başkanları yaşatacak dememiş. CHP’nin genel başkanı sahip çıksın dememiş. Gençlere bırakmış. Birinci kilidi gençler açtı. İkinci kilidi, Avrupa Birliğinin çok havalı ülkelerinden 40 yıl önce kadına seçme ve seçilme hakkı vermiş Atatürk. Kadın anahtarı. Kadınlar açtı. Üçüncü kilidi bilim açtı. 200 yıl matbaaya direndi Osmanlı beka sorunu oldu. 20 yıl ölçme ve değerlendirme. Anket ve bilimden yararlanma konusunda AKP’nin gerisinde kaldı. Bu seçim AKP’nin çok ilerisindeydik. Kampanya bütçesinin altıda birini gözümü kırpmadan ankete harcadım. Bir tanesinde yanılmadık.”

Seçmen kredi vermeye devam edecek...

“İlk kez bu hafta, bu Metropol’ün, bugün bize de geldi. Biz de abonelerinden biriyiz. Bütün siyasi partiler gibi. Seçim sonuçları konusunda çok başarılı bir firmadır. Hatta İstanbul seçim sonucunu tam bildiler. Kurulduğu günden bugüne ilk kez AKP yüzde 30’un altında. CHP de seçimden sonra üçüncü ay oluyor. Seçim bitti. Mart diye kabul edersek. Birinci parti. Bu iyi bir şey. Bunu sürdürmek istiyoruz. Bizim görevimiz bu. Sürdüreceğiz. Artıracağız. Ben hep söyledim. Yüzde 25’lik cam tavan var. Bu cam tavan esprisi vaktiyle bir deney yapıyorlar. Pireleri koyuyorlar. Onların üstüne bir cam tavan. Sıçradıkça başını vurup düşüyor. Sonra tavanı kaldırıyorlar. Ama sıçramıyor artık. Nasılsa başımı vuracağım diye. Yüzde 25’lik cam tavanı tuzla buz ettik. Yüzde 38 aldık. Hedef artık yüzde 40’ı aşmak. Ama şu anda bir de yüzde 38’in içinde şüphesiz partilerinin adayı seçimi kazanamayacağını düşünen, adayımızı tercih eden başka partilerin seçmenleri vardı. Oy düşmesi beklenirdi ama iki aydır görünen o ki evet bir miktar oy düşmesi, hani 37,8 değil ama kimi 35, kimi 34 ölçüyor. Ama AKP ile aramızdaki fark seçim gecesi yanılmıyorsam 2,6 puanken, şu anda 4,5 puana kadar çıkmış durumda. Demek ki seçimden sonra belediye başkanlarımızın devir teslim törenlerindeki veya seçim gecesindeki hal ve tavırlarından, devir teslimlerine. İlk göreve başlamalarına. İlk ayki icraatlarına. Partinin bu seçim başarısını kabulleniş ve seçmenin verdiği mesajı okuyuş biçimine seçmen kredi vermeye devam edecek.”

Mücadelesiz müzakere olmaz...

“O konuda ciddi şekilde kredi açtığı görülüyor. İnanılmaz kredi açıyor. Özellikle merkez sağ seçmen. AKP ve MHP seçmeninde yüksek oranda var. Hatta bu mesele Türkiye açısından tek gündem maddesi haline gelmiş durumda. Ben bunu şu açıdan önemsiyorum. Normalleşmenin önemli iki fazı var. Birinci fazı zaten normal olan o. İnsani olan o. Bir demokrasiye yakışan o. 2024 yılında Türkiye gibi bir ülkede birinci partinin genel başkanı ile ikinci partinin genel başkanının el sıkışmadığı, yerel seçimlerde en çok belediye kazanan parti ile daha az belediye kazanan ikinci partinin genel başkanın görüşmedikleri bir ortama demokrasi diyemezsiniz. Bir el sıkışma, bayramlaşma, hal ve hatır sorma. Kritik konularda görüşme. Taziye verme. Başsağlığı dileme. Bunlar olmadan nasıl olacak? Benim hiçbir zaman anlamlandıramadığım işler bunlar. Ben bunu ne olursa olsun sürdürmek isterim. Ama yaptıklarımızla başlayan diyalog ortamına seçmenin verdiği büyük kredi ve talep var. Oradan herkes başka şey bekliyor. Yani tabi okuduklarım doğruysa ama iktidara çok yakın ve yalanlanmayan kulis haberi yazan kalemlerden, AKP’nin MKYK toplantısında buna Yenikapı ruhu demişler. Herkes kendine ait pozitif gözlükle oradan bir şey okumaya çalışıyor. Ben de olumlu görüyorum. Belli yönleriyle. Ama ihtiyatlı iyimserlik içindeyiz. Benim meselem şu. Normalleşme, normal olan şudur. Muhalefetin görevi denetim. Muhalefetin görevi uyarı. Muhalefetin görevi eğer dediğini yaptırmıyorsa, bu konuda eylemlilikler içinde olma. Yasal eylemlilik çizgisinde olma. Ama mücadele yani. Mücadelenin parçası müzakere. Mücadelesiz müzakere ya da müzakeresiz mücadele sonuç almıyor. Bu dünya siyasetinde böyle Türkiye siyasetinin geçmişinde böyle. 77-80 arası. En önemli özellik ne? Demirel ile Ecevit el sıkışmıyorlar. Sonuç turlarca seçilemeyen Cumhurbaşkanı. Sen el sıkışmayınca darbeci elini ovuşturuyor. Bu kadar basit. Sağlıklı bir şey değil bu. Benim buradan muradım şu. Bu ülkede insanlar eziliyorlar. Bir kere ekonomik olarak eziliyorlar. Vergi sistemi yüzünden eziliyorlar. Sosyal ve psikolojik olarak eziliyorlar. Dört gençten üçü yurt dışına gitmek istiyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin Türkiye’de hayal kurması beka sorunu değildir. Onu biz hallediyoruz. Kurtuluş Savaşında hep beraber hallettik. Bizim gençlerimizin dünyanın gelişmiş ülkelerinde hayal kurması beka sorunudur. Bu işi çözmemiz lazım. En basitinden festival, konser yasaklayarak, ODTÜ’deki şenlikleri yasaklayarak, Boğaziçi’ne bu zulmü yaparak, gençlerin ne giyeceğine, ne konuşacağına, ne içeceğine karışarak, bu ülkede bu gençleri tutamazsınız. Birincisi bu. Buna benim kızım dahil. Her siyasi görüşten insan dahil. Mesela bu doğurganlık oranı çok düştü filan ama Tayyip Bey, üç çocuk, beş çocuk istedi. Üç çocuk yaptılar. Dinlediler yaptılar. İkisi bize oy veriyor şimdi ne yapacağız? Meselenin özü şu, gencecik çocuklar var ve bize göre el sıkışmama meselesini, selamlaşmama meselesini siz Z kuşağına anlatamazsınız. Ben Z kuşağı babası olarak da çok okuyarak ve anketlerdeki yaş kırılımlarında Z kuşağını didik didik ederek şunu görüyorum. Başkasının hakkını kendinden çok savunan, çevre ve hayvan haklarına inanılmaz duyarlı, kendisinin benimsemediği bir kültür ve davranış biçimi, tercih edenleri kendi tercihi kadar önde tutan birileri varken, siz yasakçılıkla kutuplaştırarak filan yönetemezsiniz bu ülkeyi.”

Bize onların yaptığını yapmıyoruz...

“Bu sefer biz birinciyiz. Bize onların yaptığını yapmıyoruz. Rövanşist davranmıyoruz diye düşünenler. Efendim ne çabuk unuttunuz filan. Ben ne yapılan haksızlığı, ne hukuksuzluğu, ne çektiğimiz acıların hiçbirini unutmuş değilim. Ama ben bugün bir göreve geldim ve benim görevim Türkiye’yi kucaklama görevidir. Başka türlü bu iş olmayacak. Olmuyor. Olmadı. Olamaz. Türkiye İttifakı deyip oy istediğiniz bir yerde tüm partilerin seçmenlerini kucaklamak durumundasınız. Başka türlü tek başınıza böyle oyları alamazsınız. Ben o partiyi yönetenlere kızdığım için tabanından kopamam. Tabanına diş gösteremem. Zulmedemem. Şunu söyleyeyim bir de. Yeni Özgür Özel meselesine. Beş yıl önce Manisa’nın dört ilçesini kazandık. Saruhanlı, Akhisar, Alaşehir’de partinin balkonlarından stant gibi bir yerde yaptım. O gece Süleyman Seba örneğini verdim. Adettir Manisa’da köylerde filan daha çok kaybedenin kapısında davul çalarlar sabaha kadar. Gidin bizim partiden kapısında davul çalınmış bir aday bulun dedim. Sorun. Çocuğunun, eşinin yüzüne ertesi sabah bakabilmiş mi? Bunu rakibine yapmaya hakkımız yok. Davul çalmayacağız. Havai fişek atmayacağız, silah patlatmayacağız. Öpüşeceğiz. Gideceğiz yatacağız. Bu adam kalkacak. Alaşehir’e hizmet etmeye başlayacak. Benim bu yaklaşımım hep böyle. Ama benim bir şansızlığım var. Bir yandan şans. Kemal Bey, Altan Öymen, Deniz Baykal, Muharrem İnce genel başkanlık yarışına girmişti. Hep grup başkanvekilliğinden gelen insanlar. Öyle olunca bir yandan avantaj. Türkiye’nin kutuplaşmış siyasetinde ve medyanın bize az ayırdığı zamanda Meclis’ten hep kavga ve polemik görüntüsü yansıyor. Arenadaki gladyatör gibi. Kral böyle yapıyor, kesiyorsun adamın kafasını. Yapacak bir şey yok. O partine saldırıyor, sen cevap veriyorsun. Ama mesela şimdi isim vermeyeyim. Beni çok iyi tanıyan bir sürü AKP’li mesaj attı. Diyorlar ki biz söylüyorduk partiye. Özgür Özel bildiğiniz gibi birisi değil. Şimdi diyor ki tanıdınız mı Özgür Özel’i? Benim yatılı okul arkadaşlarım, diyor ki benim berber diyor ki, Özgür Özel çok sinirli. En sinirsizimiz. En neşelimiz. En çok hikaye anlatmayı sevenimiz odur. Sen kendin gibi görünmüyorsun diyorlardı. Şimdi 35 saniye değil de grup toplantısını 64 dakika yayınlayınca televizyonlar. Böyle imkanlar bulunca insanlar tanıyor. Yoksa bende değişen bir şey yok. Tabi bir de grup başkanvekili alınmış kararları uygulayan. Genel Başkan ise kararların alınma sürecinde neredeyse son sözü söyleyen.”

MHP o yükü sırtından atmalı...

“Orada bir gazete röportajıydı tahmin ediyorum. Birkaç soru üzerine. MHP liderinden, Sayın Bahçeli’den randevu aldım. Daha doğrusu önce hakkını teslim edeyim. Ben kurultayı kazandıktan sonra Sayın Bahçeli, herhalde ikinci günü filan aradı. Sabah erkenden tebrik etti. Ben de yılbaşında kendisini aradım. Bayramda aradım. Ben zaten Sayın Bahçeli Meclis’e her geldiğinde, bana iki gün önce en ağır sözleri etmiş de olsa önümü ilikler gider, elini sıkar ve hoş geldiniz derdim. Bir partinin genel başkanı geliyor. Ben bunu yapardım. DEM Parti’ninkilere de grup başkanvekili olarak yapıyordum. Her partiye yapıyoruz. AKP’nin, İYİ Parti’nin genel başkanına da. İYİ Parti’nin Genel Başkanı locaya gelince heyet yolluyorduk, biz Sayın Akşener’e hoş geldiniz diye. Biz bunları yaparız. Bayramda da aramıştım. Cumhurbaşkanı ile görüştüm. Cumhurbaşkanı iade-i ziyarete geleceğim dedi. Ben iade-i ziyaretten önce diğer partilerin liderlerine ziyaret yapmayı düşünmüştüm. Sayın Bahçeli’den randevu istedim. O da talebimize yarım saat sonra dönüp ertesi gün öğlene randevu verdiler. Çok hızlı ve çok erken randevuydu. Çok iyi bir görüşme geçti. Her konuda aynı fikirde olmamız mümkün değil. Ben düşündüklerimi söyledim, o düşündüklerini söyledi ama böyle diyalog ortamının olumlu olduğunu kendisi söyledi. Ben o beyanı esas alırım. Grup toplantıları siyasetin tansiyonu en yüksek toplantılarıdır. Karşınızda kendi grubunuz. O toplantılarda Sayın Bahçeli bana dört soru sordu. O dört soru, normalleşme iklimine uygun sorular değildi. CHP’nin Genel Başkanına sorulacak sorular değildi. Terörist başını affetmeyi düşünüyor musunuz? Yani soru cevaplanacak soru değil. Ama ben onun metin yazarlarını biliyorum. İki arkadaşın metinlere katkısını biliyorum. O iki arkadaşın normalleşmeden çok korktuklarını biliyorum. Sonradan tweet attılar ve kendilerini ifşa ettiler zaten. Ben isimlerini vermedim ama dedim ki size metin yazarlığı yapan bu arkadaşlar, öyle bir iş yaptılar ki cevaplamayacağım ama normalleşme sürecini dinamitleyen şeyler. Ben dedim bu dört soruya cevap vermeyeceğim de şu dört soruya o ikisi cevap versin dedim ve söyledim. Pat diye hemen çıktılar ortaya. Çok ağır hakaretler. Onu bir kenara bırakalım. Hakaret boyutunu. Benim memnun olduğum kısım şu. MHP’de o ikisini o ikisinden başka savunan çıkmadı. Keşke görev bölümü yapsalarmış, biri öbürünü, öbürü onu savunsaymış. İkisi kendilerini savundular. Bir üçüncü kişi çıkıp da şimdi yarın öbür gün çıkabilir, burada bunu söylüyoruz artık. Çıkıp da demedi ki bu arkadaşlara bu lafları niye soruyorsun bu soruları. Bir sis var. O sis perdesini kimin indirdiği belli. Ortada bir cenaze, bir kan var. Sinan Ateş benim siyaseten taban tabana zıt olduğum birisi. Hiç tanışmazdık. Ama değerli eşini misafir ettik. İki kızından haberdarım. Sonra Atatürk milliyetçisi birisi olduğunu filan eşinden, arkadaşı Ömer Bey’den dinledim. Birçok şey. Ortada cenaze var. Cenaze artık hepimizin. Ama o cenaze Ülkü Ocaklarınındı. O cenaze MHP’nin. O cenaze orada durup da bir taziye, bir eşine telefon, cenazeye bir gidiş, bir çiçek, bir tweet bile atılmadıysa, burada normal olmayan ben değilim. Onun o cenaze ile ilgili o yükü MHP sırtından atmak durumunda. Türkiye siyaseti de sırtından, Cumhur İttifakı da sırtından atmak durumunda. Meselenin ne kadar ciddi olduğu ortaya çıkıyor. Normalleşmeden rahatsız. MHP kurumsal olarak normalleşmeye karşı çıkarsa dedi gazeteci arkadaşımız. Israrla sordu. Benim verdiğim cevap şu oldu. O zaman MHP’ye rağmen normalleşiriz. MHP olmadan normalleşiriz. MHP de anormal segmentte kalır. Ama ben Sayın Bahçeli ile yaptığımız görüşmede öyle bir ton görmedim. Ben Sayın Erdoğan ile de Bahçeli ile de konuşmamın ana hatları ve başlıklarını açıkladım. Ama gazeteci arkadaşlar onların ne cevap verdiğini açıklamamı merak ediyor. Onların cevaplarını benim açıklamam uygun düşmez. Sayın Erdoğan ile yaptığımız görüşmeden Sayın Bahçeli’ye de ayrıntılı olarak bilgi verdim. Erdoğan’dan neler talep ettiğimi anlattım. Vatandaşın bazı meselelerinde ortaklaştığımızı karşılıklı teyit ettik. 10 bin liralık emekli maaşı. Müfredatla ilgili endişelerimiz var. Erdoğan’a söylediklerimi söyleyince Sayın Bahçeli’ye. Sayın Bahçeli diyalog ortamıyla ilgili onların da sizin de takip ettiğiniz geri bildirim o yöndeydi. Olumlu bir görüşme geçti diye. Kendisinin değerlendirmeleri oldu. Hatta geçmiş devlet yönetimindeki tecrübelerinden birtakım örnekler verdi ve anlattı. Kendisinin Sayın Ecevit ile yürüttüğü koalisyon dönemini. diyaloğun önemli olduğunu, kendisinin diyalog meselesinde geride duran siyasetçi olmadığını vurgulayan önemli yaklaşımları oldu. Ben kendisinin MHP’nin Genel Başkanı olarak normalleşme sürecine kredi verdiğini, prim verdiğini oradan anladım. Ama öbür arkadaşları attıkları tweetler tweet değil. Tutum tutum değil. Dil dil değil. Üslup üslup değil.”

Normalleşme muhalefette yumuşama demek değil...

“22 yıllık iktidar ve muhalefet çelişkisinde bir ziyarete karşı iade-i ziyaretin 15 gün içinde olmasını beklenmez. Ben nasıl bekliyorsunuz derseniz, haziranın ilk yarısında bekliyordum zaten. Öyle hemen beklemiyorum. İki, biz birçok şey söyledik. O birçok şeyde mesafe alıp gelmek istiyordur. Bu da önemli bir şey. Bu demek ki müzakere meselesinin iyi bir noktaya evrildiğini, 28 Şubat hükümlüleri ile ilgili alınan sonuç. Kime ne zararı var? Bence ilk sonucudur. Bugün Sayın Şeref Malkoç ile birlikteydik. Kendisi ombudsman. Sayın Erdoğan İstanbul İl Başkanıyken, Trabzon il başkanı olan birisi. Yıllardır birlikte siyaset yapıyorlar. Kendisi bu konuda, iyi ki böyle bir görüşme oldu. 28 Şubat meselesini sizin dile getirmeniz iyi oldu. O da bunun o müzakerelerin sonucu olduğunu değerlendiriyor. Açık söyleyeyim ben bilinsin de istedim. Kendisine de teşekkür ettim. Hem taziye dileğimizi iletmiştik ama ilk günden kapalıydı Sayın Hasan Doğan’ın. Hem taziye, hem teşekkürde Resmi Gazete’de bu kararlar yayınlanacağı dakikalarda Namık Bey’e, Whatsapp’tan Sayın Genel Başkanın Cumhurbaşkanımızda görüşmede bahsettiği konuyla ilgili birazdan yayınlanacak, yayınlandı gibi bir bildirim yapmış. Bu da çok nazik bir şey. Ben de kendisini aradığımda dedim ki bu çok doğru ve önemli. Size de Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum dedim. Geldiğinde bu noktada teşekkür edeceğim. Bir şey istiyorsunuz, öneriyorsunuz, yerine getiriliyorsa bunu teşekkürünü yapacaksınız yani. Siyaseten orada eleştirilecek bir alan kalmamış. Müyesser Abla çok severim. Cezaevinde defalarca ziyarete gitmiştim. Sert bir tweet atmıştı. Ben Çetin Doğan’ın eşine demiştim ki, kendi babama ne yapmam gerekiyorsa yapacağım emin olun dedim. Hani baban gibi savunacaktın filan. Aradım Müyesser Abla’yı dedim, şimdi ben içeride ne yaptığımı, Erdoğan’ın ne dediğini çıkıp anlatsam, Erdoğan’ın yerinde olsam birkaç ay yapmam bu işi. Doğru bir şey değil. Müzakere tekniğine aykırı. Karşılıklı hukuka aykırı. Öyle bir şey ki geçen gün Abdülkadir Selvi yazmış. Üzüldüm. Efendim Hasan Doğan bildirmiş, bunu basın ile paylaştılar diyor. Öyle bir şey, biz Hasan Doğan’a teşekkür telefonu açtık yaptığı şeyden. Hiçbir şey yapmasa biz yaptık. CHP ile alakası yok der. Bu nazik davranış. Normalleşme muhalefette yumuşamak filan değil. Müzakere yapacağız. Sonuç aldığımız konuda teşekkür ederiz. Alamadığımız konuda mücadele ederiz. Bu kadar net yani. Birçok beklentim var ama birçok sosyal medya linçine rağmen 28 Şubat meselesinde ne dedim ve ne duydum söylemediysem, bunları da söylemeyeceğim. Elbette gittik. Görüştük. Birçok konuda birçok şey söyledim. Ama gerçekleşmezse, gerçekleşmesine engel olacak bir gazetecilik başarısına katkı sağlayamayacağım şimdi.”

Tarih beni haklı çıkardı...

“Sabahtan Kobani kararları çıktı. Akşam 28 Şubat. Sabah MHP’nin gönlünü yaptılar. Akşam CHP’nin. Benim gönlüm filan yapılmadı. Ben 28 Şubat tutumunu doğru buluyorum. Son derece insani meseleydi. Bu kadar gecikmesi yanlıştı ama görüşmede dile getirdiğimiz bir sorunun çözülmesi olumlu. Kobani kararını da bir o kadar normalleşme meselesi ve ruhuna aykırı buluyorum. Kobani davası olay olduktan beş yıl sonra açılmış bir dava. Kobani’de bir şey olduysa gözünüzün önünde oldu. Tweet de o gün atıldı. Sokaklarda o gün insanlar vardı. Yasin Börü de o gün öldü. Onun üstüne bir sürü süreç geçti. Sonra Kobani davasının iddianamesini siyasiler grup konuşmalarında yazdı. İddianamede ne vardı? Hatırlayalım. Yasin Börü’nün öldürülmesinden sorumlu tutuluyordu, Demirtaş ve herkes. Yasin Börü’den hepsi beraat etti. Kararda hiçbir sorumluluk yok. Ne diyorlardı? Sokakları karıştırmak, isyana teşvik. Hiçbirisinde yok. Nereden ceza aldılar? Yaptıkları açıklamalardan ceza aldılar. Bir kısım yattığına denk gelecek kadar ceza ile çıkarıldı. Bir kısım beraat etti. Ama Demirtaş ve Yüksekdağ. İkisinin de eşini aradım. Tutumumu bir de kendileri ile paylaştım. Onlara yaptıkları açıklamalardan cezalar verildi. Bence hakim ne yaptı biliyor musunuz? Olmadık iddialar filan vardı. Yasin Börü filan. Onlardan ceza verip, ispatlayamayacağı, kendi ikna olmadığı bir şeye ceza verip kendi kişisel mesleki kariyerine leke sürmek yerine onlardan hukukun gereğini yaptı. İstedikleri yere cezayı olmayacak bir şeyden verdi, istinafa attı topu. Yargıtay’a. Orada bozulacak o kararlar. Bozulur o karar. Çünkü Yasin Börü’yü öldürmekten ceza almadı ki. Oysa onunla suçlanıyordu. İsyana teşvikten, bilmem neden? Benim gördüğüm kadarıyla Yargıtay aşamasında bozulur o kararlar veya istinafta bir miktarı bozulur. Dava siyasi. 2011 yılından beri dava takip ediyorum. FETÖ, darbe suçlamasıyla Ergenekon yaparken de, Balyoz yaparken de, İzmir, İstanbul askeri casusluk yaparken de bu davalar siyasi diyordum. Tarih beni haklı çıkardı. O tarihlerde AKP’li birçok kişi ve AKP’ye muzahir kalem bu davalar darbe ile mücadele davasıdır filan yazıyorlardı. Bugün aynı arkadaşlar yine bu siyasi Kobani davasını içine sindirmişler. Oysa ki bir dava siyasiyse o davaya hep birlikte karşı çıkmalıyız. Çünkü yarın bunu tehdit olarak filan söylemiyorum, bizim dönemimizde olmayacak. Başka siyasi davalarda sizi yargılarlar. Bunu Türkiye’de normalleştirmemek lazım.”

Atatürk'ün partisi iktidar olmalı...

“Benim bir niyetim var. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk genel seçimlerinde Atatürk’ün partisini iktidar yapmak. Bakın geçmişte şu lafları söyledim. Bir hedefim var. Benim hedefim Atatürk’ün partisini iktidar yapmak. Ne Erdoğan’ı indirmek, ne Cumhur İttifakı’nı. Ben kendi partimi iktidar yapmak istiyorum. Bunun için bir kere en yüksek oy alan parti olmam lazım. Mümkünse tek başımıza alalım oyu. Yüzde 50+1. Meclis çoğunluğunu tek başımıza sağlayalım. Olmuyorsa. 2018-2023 arasında doğru yapılan işleri devam ettirmek. Yanlış yapılan işleri terk etmek lazım. Yanlış işlerden bir tanesi şuydu, seçimin ertesi günü bir sonraki seçimin ittifaklarını konuşmak. Önce dört, sonra altı koşucuyu bellerinden zincirle birbirine bağlamak. Herkes birbirine mani oluyor. Oysa biri sosyal demokrat parti. Biri muhafazakar demokrat bir parti. Bir tanesi milliyetçi demokrat bir parti. Bir diğeri CHP’den sonra kurulmuş ikinci parti, Demokrat Parti. Bir diğeri bir Başbakanın partisi. Bir özeleştiri partisi belki. Bir diğeri AKP’nin ilk dönemlerinde, en çok övündüğü dönemlerin en çok övündüğü işlerinin bakanının partisi. Birisi AKP’nin Başbakanı yahu. O kendini AKP’ye izah edeceğine, ben sol, sosyal demokrat değerlere sarılacağıma. Öbürü bilmem ne. Herkes kendi alanında güçleneceğine. Birbirimizi belimizden zincir ile bağlayıp, koşamıyoruz. O mu kırılır, o mu gücenir filan. Geçmiş dönem liderlerimize filan eleştiri yapmıyorum. Bu hatayı hep beraber yaptık. İkinci hata. Hemen Cumhurbaşkanı adayı kim sorusuna girdi. O mu, bu mu, olur musun, olmaz mısın? Böyle bir şey yok. Benim işim partiyi yönetmek. Parti yönetmenin görevlerinden bir tanesi günü geldiğinde Cumhurbaşkanı adayı belirlemek olacak. Benim bugünün doğrularını yapmam lazım. Ben bugün ne yapacağım. Belediyeler Eşgüdüm, Denetim ve Eğitim birimini oluşturduk. Yılmaz Büyükerşen, çok genç bir ekiple ikinci açık öğretim mucizesi gerçekleşiyor. Bütün parti okulu eğitimlerini dijital alana alıyoruz. İsteyene yüz yüze de vereceğiz. İsteyene hibrit vereceğiz.”

Bu başarıyı büyük bir ekiple kazandık...

“Eşgüdüm proje havuzları oluşuyor. Ekrem ve Mansur Başkan’ın iyi yaptığı projelerin nasıl yapıldığı yazılı tek tip olarak. Yeni belediye başkanları yararlanabilecek. Sadece o değil Mersin, Adana, Antalya, Aydın, İzmir filan. Bundan sonra bir belediyemiz kreş yaptırıyor, proje çizdiriyor ya proje şartnamesinde şu var. Çizdirip bunu sadece CHP’li belediyelerde uygulama bedelini sana ödeyerek, proje bedelinin yüzde 5-10’u. Bir daha bir daha proje çizdirmeyeceğiz. Birçok işte ortaklaştırıyoruz belediyeleri. Denetimde 20 Sayıştay denetçisi. Beş, altı oldu mülkiye müfettişi. Altı, yedi oldu, 20’yi bulabilir. Geçmişte il, ilçe belediye başkanlığı yapmış, geçmiş dönem milletvekilleri. Otorite koyabilecek. Biraz sözü dinlenebilecek büyüklerimiz. Denetim komisyonundalar. İl, ilçe arası sorun, belediye il ve ilçe arası problemlerini doğmadan çözmek. Düzenli denetimler yapmak. CHP’li belediyelere, belediyeleri geçirecekleri bütün denetimlere hazır etmek. Geçirirlerken danışmanlık ve destek vermek. Hukuki destek sağlamak. İhtiyaç duyulan alanlarda raporlar hazırlamak gibi o yapıyı kurduk. Şu var. 1989 oldu. İyi yönetemedik kaygısı var. Benzer bir mesele olmaması için. Bu başarıyı büyük bir ekip olarak kazandık. 43 yaşındaki PM’nin emeği çok. 46 yaşındaki MYK’nın. 46 yaşındaki MYK’da Yalçın Hocanın, 60’lı yaşlarındaki İlhan Uzgel’in 60’lı yaşlarındaki tecrübesinin katkısı çok. Ortalamamız o yani. 24 yaş ile 68 yaş çatır çatır tartışıyor ve doğruda birleşiyorlar. Bu sefer adaylar iyi ve hazır. Moral yüksek.”

Cumhurbaşkanı adayı CHP grubunda oylanacak...

“Burada önce bir kanuni hata yapmamak lazım. Kanunumuz diyor ki Cumhurbaşkanı adayı parti gruplarınca belirlenir. CHP grubu Muharrem İnce’yi de aday gösterdi. Kemal Bey’i de aday gösterdi ya da 100 bin imza. Başka seçeneğiniz yok. O yüzden nihai aday, CHP grubunda oylanacak. Ama siz parti tüzüğüne, gruba, Cumhurbaşkanı adayı önerme yöntemi tarif edebilirsiniz. Onu tüm üyelerin katılımı diyebilirsiniz. Bu yaptığınız taktirde tüzükte doğru tarif ederseniz bunu böyle bir yöntemi aday adayı belirleme. Parti grubuna önerme olarak yapabilirsiniz. Kanun diyor ki parti grubu. Siyaset gerçeği CHP’nin tüm üyeleri bir adayı seçecek, parti grubu onu tam oyu ile aday gösterir. Biz Muharrem İnce’yi tam oyla aday gösterdik, Kılıçdaroğlu’nu tam oyla aday gösterdik. Boş oy bile çıkmıyor. Çünkü olgunlaştıysa partinin yetkili organlarında karar, ona milletvekilleri uyar. Ama kanuni bir hata yapmak istemem. Çünkü bunu desem pat oradan birisi çıkar şunu der, Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı adayı gösterme kanunundan haberi mi yok?”

Parti için bir hayal kuracağız...

“Ben partiyi iktidar yapmak istiyorum. Benim en büyük hedefim CHP’nin iktidar olduğu gece, partinin Genel Başkanı olmak. Bizim buradaki meselemiz kişisel bir mesele filan değil ki. Cumhuriyet Halk Partisi’nde ne ben, ne Ekrem Bey, ne Mansur Bey, ne bir başkası kendi için kişisel bir hayal kurmuyor, kurmadık, kurmamamız lazım. Parti için bir hayal kuracağız. Parti için en doğrusunu yapacağız. Benim hedefim aday belirleme sürecinde hem çok demokratik, katılımcı, artısına eksisine bakmak lazım. Ne getirir ne götürür. Mesela böyle bir şey yapılacaksa üyelerle partinin yaptırdığı bilmem kaç firmaya anketlerin paylaşılması lazım. Birtakım çalışmaların yapılması lazım. Son karar üyeye sorulabilir. Parti kurultay toplayıp karar verebilir. Bambaşka adaylık kendiliğinden olgunlaşıyor olabilir. Yani gerçekten bunların her birisi olabilir ama partinin yöneticilerinin sırtından yükü alan şey parti içi demokrasidir.”

Manisa'dan aldığımız oy acaip bir şey...

“Manisa'da yüzde 60 bekliyordum. Son seçimde Manisa’da yüzde 29 aldık. Örgütümüz, milletvekillerimiz. Hak ettiğimiz sonuç değildi, daha iyi bekliyorduk ama dördüncü sıra çok değerli bir isim olmasına rağmen bizim örgütte bir hayal kırıklığı falan yarattı. Ama değişim kurultayından sonra hatta ismini vereyim Tanju Tosun, bir araştırma yapmış. Yani şöyle bir araştırma, ‘Manisa’da hangi partiye oy vereceksiniz’ demiş. CHP’yi yüzde 43’lerde falan ölçmüş. Bana dedi ki ‘Bir sunum yapabilir miyim?’ Tabii. ‘Manisa’da 14 puan Özgür Özel payı çıktı’ dedi. ‘Nasıl’ dedim? ‘Partinizi yüzde 42-43 ölçüyorum ve son seçimde AK Parti’ye verdim diyenlere niye diye soruyoruz, hemşerimize sahip çıkacağız diyorlar’ dedi. Manisa’da şöyle bir halim var, şimdiki belediye başkanımızla Manisa’nın çok yerlisiyiz. Nevşin Mengü ile röportajımızı görmüşsünüzdür. Nevşin Mengü bir süre sonra ‘Ya bu kadar da olmaz’ demeye başladı. Her geçeni tanıyoruz, yoldan geçeni, esnafı, ailesini, kızlık soyadını sorup kimlerden olduğunu biliyoruz. Ben öyle Manisalıyım yani. Bir kilometre yürüdüğüm yolda, doğduğum doğumhaneden okuduğum ilkokula anaokuluna, yetiştiğim sokağa, ilk miting yaptığım yere kadar her şey orada. Yüzde 43 bekliyorduk. Sokağa çıktım geliyor bana böyle buz gibi AKP’li bir dönem öncenin yöneticisi. ‘Bu dönem oylar size’ diyor, ‘İyi bir aday çıkar’ diyor. Yok artık diyorum sen de mi vereceksin, Süleyman Demirel’e Ispartalılar veriyordu diyor. Biz o kadar haysiyetsiz miyiz diyor. Genel Başkan çıkarmış diyor. Bu sefer vereceğiz diyor. Dedim ki topladım ekibi arkadaşlar dedim. Çok kritik bir yerdeyiz. Manisa'yı alıyoruz. Bir dahakine falan diyenler oldu. Bu seçim alıyoruz dedim. Çok doğru aday bulacağız. O adayın arkasında duracağız. İl başkanımız Ferdi Zeyrek, Mimarlar Odası Başkanı. Manisa'nın kent suçlarıyla mücadelesinde sivrilmiş bir isim. Babası Tıraşçı Ahmet. Bir kişinin hakkını yememiştir. Manisa'da herkes sever. Ben kadar Manisalı, o bana kefil ben ona kefilim. Böyle çok iyi bir aday. Bir mutabakat oluştu. Ölçtürdük. 43 çıkmadı 36 çıktı. Ama sonra 40 çıktı 42 çıktı, ben 48’e kadar gördüm. Seçimi aldığımızı biliyorum ama 60. O gece neredeyse Türkiye birincisi oluyorduk. Şu açıdan çok keyifli. Yıllarca ezilmişiz. İzmirliler şöyle der, o günün genel başkanına ‘Sayın genel başkanım size söz veriyoruz İzmir'den esen meltem Manisa’yı da ısıtacak’. Yine geçenlerde İzmir İl Başkanı’na dedim ki ‘Manisa’dan esen karayel inşallah seyretmiştir’. 51 aldılar biz 58 aldık 59 aldık. Buna neden çok sevindim biliyor musunuz? Müthiş yani. 10 kişiden altısının partimize oy vermesi acayip bir şey, olacak bir şey de değil.”

O camiden dimdik çıktım...

“Ama şundan sevindim. Bana çok büyük bir haksızlık yapıldı. Ben Kuzey Irak’ta, eleştirdiğimiz kışın geri dönmelilerdi dediğimiz tedbir almıyorsunuz dediğimiz yerde şehit verince önüme bir kâğıt koydular, ‘At imza’ dediler ‘Atmam’ dedim. ‘Sizinle bu yanlışın altında bir A4’te buluşmam’ dedim. Ardından o şehidin cenazesine gittim Manisa'ya. Bana orada bir görevli, bir kamu görevlisi dedi ki, ‘Camiye gelmezseniz iyi olur’ dedi. ‘Bir hazırlık var, bir provokasyon var, size saldıracaklar’ dedi. ‘Öleceğimi bilsem geleceğim’ dedim. ‘Öleceğimi bilsem oraya geleceğim, öleceksem Manisa’da camide öleyim’ dedim. ‘Ben bu camiye gelmezsem bana bir daha Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı yaptırmazlar, kukla olurum ben’ dedim. Gittim camiye. Hakikaten hazırlanmışlar. Şimdi savcılık soruşturması o yönde gelişiyor. Büyükşehrin ve ilçe belediyesinin birçok çalışanını alet etmişler. Gelip anlatanlar var. Baskı yaptılar, yuhlayacaksınız, üstüne yürüyeceksiniz. Şu grubu sen sokacaksın. Kırkağaç’tan gelen kadınları caminin içine sen dolduracaksın diye. Bir sürü hikâye. Acayip şeyler çıkıyor ortaya. Kimler nasıl örgütlemiş, çıkıyor ortaya. Ve görüntü. Özgür Özel memleketinde yuhalandı, camiden kovuldu falan. Ben gerçi namazı kıldım. Başımı şu kadar eğmeden öyle dimdik o camiden çıktım ama koruma müdürümün kaburgaları kırıldı. 2 ay kaldı. Devletin zorla verdiği koruma ve bir de ben kabul etmiyorum. Ben hiç koruma kullanmıyorum. Devlet büyükleri koruma mecburi. Ana muhalefet lideri, bakanlar, Cumhurbaşkanı Yardımcısına. Canımızı kurtardılar orda. Ama ben o caminin bahçesinde bulunduğu belediyeyi o olay olduktan 2 ay sonra yüzde 60 oyla aldım. Ve bayram namazında 800 kişi sıraya geçtik. Birbirimizle bayramlaştık. Bir kişi el uzatmadan çıkmadı o camiden. O caminin bulunduğu yeri yüzde 60 oyla aldık. Mesele şu, birileri siyaseti çok kolay yapıyordu. Yani öyle ki bir şey olacak, hadi hep birlikte imza atalım. Birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu zamanlar. Öyle bir şeye ihtiyaç duyduğumuzda nasıl inisiyatif aldığımı gördüler mi gördüler. O camideki linç girişiminden 15 gün sonra aynı bölgeden 6 şehit haberi daha geldi. Yine kağıt çıkardılar yine imza atmadım. Bu sefer diğer muhalefet partileri de atmadı. Benim en büyük memnuniyetim. Kendi ilimde 10 ay önce yüzde 28’i 5 parti almıştık. Tabii bir de ilimizdeki kimseyi dışarıda bırakmadık. Yani anket yaptık, ön seçim yaptık. Geçmiş süreçlerde beni en çok tartışan ve tartıştıran isim şu anda Manisa’da Belediye Başkanı ve en büyük destekçisi de benim. Kendi ilçemde delege seçiminde son anda listeden ismim silindi ve o süreçte çok tartışıldı. Kendi mahallesinde delege olmuyor diye. Şimdi partiye genel başkan da olduk. Benim ilçeme de Semih Balaban aday oldu.  Çok da iyi yapacağını biliyorum. İlk günden de dedim ‘Sonuna kadar arkandayım’. Böyle oy verirken de büyük bir zevkle verdim. Belediyeyi de aldı. Şimdi de harika işler yapacaklar.”

Bunlara bakmak lazım...

“Birincisi, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun toplumsal karşılıklarını kimse göz ardı etmesin. Biri sağ açığımız biri sol açığımız. İkincisi, o ikisi var diye bu partide hiç kimse bu partide gelecekte ne kadar başarılı olursa bazı makamlar, mevkiler, adaylıklar bana kapalı diye düşünmesin. Ben bu beklentiyi yönetmek durumundayım. Üçüncüsü, lider olma avantajıyla kendi adaylığını dayatır bir çuval inciri yine berbat eder kaygısını bertaraf etmek zorundayım. Bu parti travmalar partisi. Ben 14-28 Mayıs travmasında değişim kurultayını yapmazsak bu seçmen sandığa gitmeyecek dedim. Bir duygusal kopuş ölçüyorum dedim. Bunu da dilim döndüğünce her tonda anlattım. Kurultayı bunun üstüne kurdum. Kurultayı kazandım ama sonuçta haklı çıktım. 31 Mart gecesi sadece değişenler kazandı. Biz değiştik kazandık, değişmeyenler iktidar, muhalefet kaybetti. Ben bunu İYİ Parti’nin Sayın Genel Başkanıyla yaptığım hayırlısı olsun ziyaretinde, tebrik ziyaretinde Müsavat Bey’e de söyledim. Bu değişim partinize iyi gelecek dedim. Çünkü seçmen ‘Ben bir mektup yazdım, okumayanı tanımam’ der. Siyasetin A-B-C’si bu. Süleyman Demirel’i, Demirel yapan Ecevit’i Ecevit yapan, Özal’ı Özal yapan İnönü’yü İnönü yapan seçmenin dediğini duymaları, bazen duymamalarıdır. Bakın düştüklerinde nasıl düştüler kalktıklarında nasıl kalktılar ve yaşadıklarından ne dersler aldılar? Bunlara bakmak lazım.”

Ekrem Beyle kardeşlik hukukumuz var...

“Bizim aramızda Ekrem Bey’le kardeşlik hukuku, Mansur Bey’le dostluk ve arkadaşlık hukuku var. Hani ağabey kardeş desem şimdi derler ki sen genel başkansın niye kardeş oluyorsun falan bir sürü laf. Bu hukuk olmasaydı Mansur Yavaş benim odama koşa koşa 8-10 kez girdi çıktı. Niye biliyor musunuz? Şu 16 belediyeyi alalım diye. Bir Mansur Yavaş bir ben inanıyorduk 15’e yakın belediye alacağımıza. Çok iyi aday buldu istediği yere aday yapmadık. Dedik ki hayır oraya CHP kökenli birisi olacak. Çünkü burayı CHP kökenli birisiyle alabiliriz ve aldığımızda bir daha vermeyiz. Ama biz birbirimize hep anketleri gösterdik. Hem saygılı davrandık, birbirimize öf demedik. Ne Mansur Bey ne Ekrem Bey’le. İstanbul’da ve Ankara’da her ikisine de alan açtım ben. Çalışın, il başkanlarınızla tartışın önüme taslağa getirin dedi. Ama İzmir’i 15 gün kendim çalıştım. İzmir’i ben, İstanbul’u Ekrem Başkan’la Özgür Başkan, Ankara’yı Mansur Başkan, İl Başkanımız ve milletvekillerimiz müştereken çalıştılar. Son halini 7 kişilik bir kurulda sonra MYK’da sonra PM’de konuştuk. Bir sürü aday PM’de değişti. Değişimin doğru olduğu da oldu, yanlış olduğu da. Arkadaşlar ikna olmadılar, değiştirdiler. Hiç kimseye şey demedim. Genel Başkanın getirdiği adaya direnilir mi falan hiç demedim. Parti içi demokrasi gerçekten takır takır işliyor. Ayrı ayrı listelerden geldiğimiz arkadaşlarla da çok uyumlu çalışıyoruz. O yüzden komplo teorilerini yapanlar da şöyle yapıyorlar, yani dediğiniz gibi bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlar, onu yapamazlar. Onu çok uğraşırlar, yapamazlar. İkincisi bana dümdüz hakaret etsin o zaman. Ben çok parlatılmaya muhtaç bir insanmışım gibi bir şey. İktidar medyası beni dozunda övecek övecek adaylaştıracak, sonra bırakacak, düşecek. Şöyle bir şey var, kendine ait planı olmayan başkasının planının parçası olur. Bu teorileri üreten arkadaşlar hiçbir operasyon yönetmemişler. Kurum yönetmemişler, seçim kazanmamışlar, kazanacak aday bulmamışlar. O yüzden müthiş kompleks içindeler. Komplo teorisi, kompleksten ürer. Kompleksli adam, komplo teorisi üretir ve inanır. Yoksa benim kendime ait bir oyun planım var partinin Genel Başkanı olarak. Şu anda son derece işler yolunda gidiyor. Her zaman bu kadar iyi gider, gitmez bilemem ama kendimize ait bir stratejimiz var. O stratejinin kendisi de bu partiye son girdiğimiz seçimlerde yüzde 38 oy aldırdı. Hiçbirimiz tek başına almadık. Ne genel başkan, ne yöneticiler, ne adaylar, ne örgüt, ne konjonktür hepsi birden. Hepsi birden oldu da böyle oldu. Öyle bir tek ben aldım deyip de yüzde 38’le hakikaten adamın yürüyüşü değişir. Mansur Yavaş’ı Ankara’da aday yapma al bakalım 38’i, Ekrem Başkan’ı değiştir al 38’i. İzmir’de sokağın değişim talebini duyma, 9 tane kadın, 14 tane genç koyma İzmir’e ‘Ben seni duydum ve dediğini yaptım’ deme, ısrar et beğeni anketinde düşük çıkan adaylarda al bakalım 38’i. Gülerler adama, yani ben kendini bilen birisiyim, yeteneklerini bilirim. Hedeflerimi bilirim, sınırlarımı bilirim. Olmayan bir başarıyı kendi üstüme kendim yakıştırmam.  Ben bu başarıda en önemli faktörlerden biri de benim ama diğer 5 faktör de benim kadar önemli.”

Belediyeler Birliği yönetiminde ne yapacağız?

“Belediyeler Birliği’nin delegelerini bugün akşam beşte bütün valilikler teslim ettiler, biz de takip ettik. Belediyeler Birliği'ndeki toplam delegenin yüzde 53’ü, işte 447 herhalde bize ait. Seçilerek geldiler. Seçimde aksilik olmadı. Bütün Belediyeler Birliği yönetimini CHP’den oluşturabiliriz. AK Parti’nin yıllarca yaptığı gibi. Ama yapmayacağız. Belediyesi olan partilere, belediyeler birliğinde güçleri nispetinde veya temsilleri olabilecek oranda yer vereceğiz. Belediyeler Birliği’nin bütün kaynaklarını CHP’li belediyeye aktarabiliriz. AK Parti ve MHP geçen dönem yüzde 98’ini kullandı. Öyle de yapmayacağız. Herkese gücü nispetinde dağıtacağız. Birlik başkan adayımıza daha çalışacağız. Mesela bugün şeyi hallettik. Kıyı Belediyeler Birliği’ni hallettik. Ahmet Aras oraya başkan seçildi. Önümüzdeki günlerde Ege Belediyeler Birliği, Tarihi Kentler Belediyeler Birliği. Türkiye Belediye Birliği’ne gelince oraya en uygun adayı belirleyeceğiz. Bir Cumhuriyet Halk Partili olacak şüphesiz. Ama yönetiminde diğer partilere yer vermeyi düşünüyoruz. Kamu gücünü ele alınca hep bana hep bana yapmamayı göstereceğiz. Buna kızanlar olacaktır. Geçmişte onlar öyle mi yaptı diye. Bakalım ne olacak görelim. Benim olduğum yerde bir kriz çıkmaz, süreç yönetilir. Ben hep bunu anlattım. Kongre sürecinde yani kurultay sürecinde de. İmza toplayamaz dedikleri ekibimiz kurultayı kazandı. Sonra adaylar işte İzmir’i perişan etti. Her yerden ayrı ses geliyor dediler. Dedim ki rekor kıracağız. 30’da 30 hedefimiz. Menemen’de çok geç kaldık. Aliağa’da da devasa gücün karşısında 18 puanlık farkı kapattık.”

Bunu yapmanın faydası olmaz...

“O süreci makul ve hem kendimize hem muhalefete zarar vermeyecek sakinlikte götürmeye çalışıyoruz. Bazı partilerin altını boşaltmaya çalışıyormuş gibi görüntüden hep kaçındım. Yeni milletvekili katılımları arzu ediyor arkadaşlar, konuşmalar oluyor falan. Bir pazarlığa dökmeden, geleceğe dönük, Türkiye siyasetinin çok alıştığı vaatlere taahhütlere girmeden nasıl partiye gelmek istediklerini iyi anlatarak ve yetkinliklerinden emin olduğumuz ama önceki dönem örneğin Bahadır Erdem gibi gelenleri gördünüz, daha da olacak, alanlarında çok başarılı müthiş arkadaşlar geliyorlar, onları daha rahat alıyoruz. O süreci doğru yönetiyoruz. Çok dikkatli süreç yönetiyoruz. Bittiğinde anlatırım riskleri. AK Parti’den de olabilir. Ama şöyle bir şey var, bizim burada yaklaşımımız şu, her gelme isteğini doğrudan alamayız. Bir geçmişte ne yapmış diye bakarız. Ne söylemiş diye bakarız. Çünkü şu duyguyu da yıpratmak istemem yahu düne kadar bize bunu söyleyeni aldınız dedirtmek istemem. Siyasi partiye maliyet yaratacak sonuçlar yaratmak istemem. Komisyon sayıları düşsün istemem, grupları düşsün istemem. Bunu yapmanın bana faydası olmaz. Ben bütün muhalefet partilerinin 4 yıl boyunca özgürce ve kendilerini en güçlendirecek şekilde siyaset yapmalarını isterim ama ben de kendi siyasetimi iyi yapmak isterim. Şurada böyle milletvekili transferine girişmiş zafer sarhoşluğuyla, kibriyle kendini çekim merkezi gören bir şımarık görüntü vermek de istemem. Yavaş yavaş.”

Kepez'de belediye başkanımızı günah keçisi yaptılar...

“Daha dün Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcım Gül Çiftçi, cezaevinde yanındaydı. İki günde bir milletvekilimiz, bir arkadaşımız mutlaka ziyaret ediyor. Ailesiyle avukat olan, kızıyla, damadıyla ve davayı sürdüren avukat arkadaşla sürekli görüş alışverişi içindeyiz. Bilirkişi raporunu takip ettik, iddianameyi takip ettik. 11’nci günde yapılacak birinci duruşmada salıverilmesini bekliyoruz. Kendisi hakkında tutuklanmaya sebebiyet veren, ifadeyi veren kişinin sonradan çıkan kayıtlarda duran -yani sistem hasta kendini durdurmuş- sistemi manuel başlatan kişi olduğunu, sonra da bakımları iyi yapılmadı, çok hızlı yapıldı işte Kepez Belediye Başkanı sorumlusudur falan filan dedi. Oysaki o tarihten sonra 3 kere daha denetim geçirmiş, orası falan. Yani tamamen suçsuz olduğuna inanıyoruz.  Elbette yargılama süreci olacak ama tutuklu yargılanması büyük bir haksızlık. Yani şimdi bu benzetmede şöyle bir yanlışlık oluyor, yani sanki bizimki de suçlu da onların suçluları tutuksuz yargılandı. Bizimkinin suçsuzluğu da aşikâr ortada ama şimdi 301 kişinin hayatını kaybettiği Soma’da bir tane kamu görevlisi tutuklu yargılanmadı. Bir tane kamu görevlisi tutuklu yargılanmadı, izin verilmedi. Çorlu tren faciasında öyle. İliç’te öyle. Her yerde öyle. İliç’in imzasını atanı İstanbul’a büyükşehir başkanı adayı yaptılar. Bunun yanında Kahramanmaraş’ta bir yıkılan apartmanın altında sorumlu diye imzası olan da İstanbul’da afetten sorumlu şehircilikten sorumlu il müdürü olarak atadılar. Olacak işler değil. Büyük bir orantısızlık var. Kaldı ki diğerlerinin suçları ortadayken izin verip yargılamıyor. Kepez Belediye Başkanı’mızı tek başına günah keçisi ilan ediyorlar. Bu karşılaştırma bile Mesut Başkana haksızlık gibi oluyor yani.”

Yabancılar o rakamlara inanamadı...

“Birincisi şu atanmayan öğretmen mitingi de öyleydi. Bu da öyle. Atanmayan öğretmenlerin ailelerine bakın. Son seçimlerde kime oy verdiler diye emin olun. AKP birinci partidir, biz ikinci partiyizdir. Yani bir milyonluk örneklem yanılmaz. O yüzden emeklilerde 16 milyonluk örneklem yanılmaz. Geçen seçimlerde AKP’ye oy vermiş olabilirler. Bu seçimlerde önemli kısmı bize oy verdi. Bu meselenin üzerinde durduğumuz ve seslerini duyurduğumuz için. Şimdi mitingler siyasi mitingler değil. Bu mitingler, siyaseten yaptığımız ama haklılığına çok inandığımız mitingler. Bu mitingleri siyasi parti olarak tertip ediyoruz ama partinin genel ve siyasi söyleminin yerine sorunu görünür kılıyoruz. Benim derdim 10 bin lira alan AK Partiliye de MHP’liye de İYİ Partili’ye de DEM’liye de CHP’liler kadar dokunabilmek. Bu mitinge 10 bin liraya itiraz eden herkes gelsin. 276 Euro diyorum. Alman Cumhurbaşkanı ‘perfect german’ derken Almancama düzeltiyor. 2 bin 760 diye. Tercümesi yok Almancaya bizim emekli maaşının, inanamıyorlar. İngilizce simultane tercümeyi Avrupa Konseyi’nde düzeltmeye kalktı konseydeki birisi 2 bin 760 diyecek diye. Türkiye’de emekli maaşı 276 Euro dedim, 2 bin 700 olmasın dediler. İngilizceye Fransızcaya tercümesi olmayan bir iş yapıyoruz Türkiye'de. 10 bin lirayı kiraya verse aç kalacak. Karnı doysa sokakta kalacak. Bunun AK Partilisi MHP’lisi yok. Ben yüzde 38 oy alırken hepsine dedim ki ‘Bu işi 1 Nisan sabahı halletmem için yapacağınız iş, 31 Mart’ta sandıkta bana destek vermek. Ben de sizin yanınızda olacağım. Önünüze de düşeceğim, sesinizi duyuracağım’. Pazar günkü miting, emekliye sahip çıkmam mitingi. Emeklinin partisi vardır ama biz parti ayırmadan bütün emeklilere sahip çıkıyoruz. Doğrusu da bu. Ben bu mitinglerde de kutuplaşma görmem. Aksine AK Partili seçmen de bak muhalefet partisi ama bana da sahip çıkıyor, bana da faydası oluyor diye düşünür. Bence normalleşme iklimine katkı sağlar. Varıp da hani ne bileyim AK Parti’yi protesto mitingi işte çeşitli böyle kutuplaştırmaya sebebiyet verecek mitingler ne bileyim Recep Tayyip Erdoğan’ı kınama mitingi falan yaparsan tabii olur.”

Birbirimize hakaret etmenin alemi yok...

“Sayın Erdoğan da Sayın Bahçeli de çok sert sözler de söylüyor. Siyasette sertlik olur, hakaret olmaz. Şunu söyleyeyim, ben 5 Kasım’dan beri partide bambaşka bir sürecin içindeyiz. 6 ay oldu yanılmıyorsam ve şu ana kadar ne Erdoğan bana ne ben ona hakaret davası açmadık henüz. Ben zaten Sayın Erdoğan'la görüşmede bunu şöyle dile getirdim, birbirimize hakaret davası açmama değil, hakaret etmemeyi teklif ediyorum. Yani ne. Siyasetin dilinin yumuşaması ile ilgili ben söyledim, Sayın Erdoğan da benzer ifadeler kullandı. Orada mutabakata vardık. Yani birbirimize dava açmamaya değil. Çok sert geçebilecek ve seçim süreci geçirdik. Ben muhalefet partisiyim ve 105 miting yaptım. Bir tane Cumhurbaşkanına ya da Devlet Bahçeli’ye hakaret etmedim, hakaretler duydum, duymazdan geldim. O da şey terör, DEM falan öyle şeylerden dem vurdular. Onu da duymazdan geldim, hakaret duydum, canı sağ olsun dedim. Hakaret duydum bilmem ne dedim. Sonra baktım karşı taraf da etmemeye başladı. O yüzden bu birisinin ilk adım atması lazımdı. Benim yaşım da müsait bana düşer ben attım yani.”

Her geçen gün iktidara hazır olacağız...

“Esas çözüm önerimi burada söyleyeyim, en bütüncül en inandığım çözüm önerisi vergide adalet. Çok memnun olduğum bir şey ilk kez AK Partili birinin de ağzından çıktı. Mehmet Şimşek. Mehmet Şimşek irrasyonel politikaları terk etti. Rasyonel politikalar üretiyoruz diyor ya, o politikalar kendilerine rasyonel. Kendilerinin desteklediği yüksek gelir seviyesindekiler için ve bu neoliberal politikalardan beslenenlere rasyonel. Fakire fukaraya, asgari ücretliye, emekliye yine irrasyonel. Burada çare şu, Türkiye’de 100 lira vergi toplanıyor. Bu 100 lira verginin yüzde 65’i geçici vergi. Ya da süt alırken Türkiye’nin en zengini ile en fakiri aynı vergiyi ödüyor. Bu yüzde 65. Bir yüzde 24 var. O sizin emeklilerin, çalışanların, maaşlıların özel sektörde çalışan, kamuda çalışanların ellerine maaşlarını almadan ödedikleri vergi yüzde 24. Etti mi yüzde 89? Yüzde 11 gerçekten kazanandan alınan vergi. Böyle bir adaletsizlik yok. Bu yüzde 11 Türkiye’deki gelirin neredeyse yüzde 80’ini elde edenler. Burada yapılacak iş şu. Geçici, dolaylı vergilerden hızla kademeli olarak kurtulup gerçek ve adil bir vergi sistemi kurmak çok kazanandan çok az kazanandan az kazanmayandan hiç vergi almamaktır. Başka bir çaresi yok. Bunu savunmadan bu ülkede kimse emekli dostu olmasın. Kimse asgari ücretliden yana konuşmasın. Şöyle bir açmazın içindeyiz. Futbol terimi kullanıyorum. Kadınlar anlamıyor diyorlar, satranç terimi kullanacağım. Aslında bir de kadınların futboldan anlamadığı da yine kadınların kötü şoför olduğu gibi bir iddia, onu da kınıyorum. En iyi spor yorumcularına bakıyorum hep kadın spikerlerden çıkıyor. Satrançta bir oyuncunun iyi mi oynayıp kötü mü oynadığına son hamleleri nasıl yaptığıyla karar veremezsiniz, ilk hamleleri nasıl yaptığına bakarsınız. Usta satranççılar iyi açılış yaparlar, iyi açılış yaparsanız açmaza düşmezsiniz. Şu anda Türkiye şöyle bir açmazda, yani satrançta en fena açmaz nedir? Şah kale açmazı. Şahı kurtarmak için kaleyi vereceksin ya da vezir kale açmazı vezir kurtarmak için kale gitti. Türkiye'de döviz kuru ihracatçı için çok düşük. Vatandaş için çok yüksek. İkinci açmaz. Türkiye'de asgari ücret alan için çok düşük veren için çok yüksek. Bu işe çare bulmanın yolu devletin asgari ücrette küçük esnafı KOBİ’yi ve belli işletmeleri ihracatın belli alanlarını kayıracak tedbirler alması, vergi kalktı ama yetmiyor, başka bir şey yapmak lazım. Bu asgari ücreti artırmazsan büyük bir sosyal patlama gelir artırınca da ihracat yapamıyor. Neden? Çünkü açılış yanlış. 22 yıldır penye ihracatıyla övünüyoruz. Dünyanın ünlü kot markalarına en iyi fason üretici olmaktan övünüyoruz. Çimento ihracatı ile övüyoruz. Macron çimento fabrikalarını kapatmakla ve çimentoyu Türkiye’den ithal etmekle övüyor. Çünkü Türkiye’de karbon ayak izi yaratıyor. Türkiye'nin havasını suyunu tüketiyor. Macron'un fabrikaları taşıdık İzmir Kemalpaşa’ya, orada üretiyoruz. Macron çimentoları gemi ilan bizden alıyor. Akıl almaz yanlışlar. Yüksek teknoloji, inovasyon, ar-ge yüksek katma değerli ürün üretirsen. Bu ürünleri üretenler 17 bin lira asgari ücreti düşük bulmuyorlar. Onlarda asgari ücret 50 bin lira. Çok nitelikli ara elemanlar çalıştırıyorlar. Ama Türkiye’de halen daha ara eleman sorunu sürüyor. Sorunun ara eleman sorunu olduğunu idrak edememiş bir ekonomi yönetimi var. O yüzden bambaşka bir şey. Türkiye'nin en iyi ekonomistlerinden müthiş bir havuzumuz var. Bilinen isimler. Selim Sayek Böke, Yalçın Karatepe, Volkan Demir, bunlar MYK’daki isimler. Volkan Demir MYK’ya girene kadar Galatasaray Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi dekanıydı ve Türkiye Mühendis, Mimarlar Odası’nın mesleğe giriş sınavında komisyon başkanıydı. Yalçın Hoca, Mülkiye’nin dekanlığından geliyor Mülkiye dekanı Yalçın Hoca, o geldi. Selin Hoca’yı bütün dünya tanıyor. Önceki dönemkiler. Şimdi bir isim söylesem diğerinin hatırı kalır ama CHP’nin geçmiş ekonomi heyeti, Meclis’teki ekonomistleri hepsi birden inanılmaz çalışıyorlar. Emekliye de asgari ücrete de ekonomiye de. Hele hele İzmir Sanayi Ticaret Odasında 2 saat 10 dakika sonum yaptım. Bütün delegasyonlar oradaydı. Tek dedikleri şu işte CHP’den böyle bir ekonomi sunumu bekliyoruz. Müzakere eden, mücadele eden, çözüm önerisi sunan ve her geçen gün iktidara daha hazır bir CHP görüntüsüyle karşınızda olacağız.”

Müfredat yapmak anayasa yapmaktan bile önemli...

“Çok yanlış yapıyorlar. Bir de anayasa tartışmalarıyla ilişkilendireyim, anayasa yapmak istiyorlar. Meclis Başkanı’ndan duyduğum, Sayın Erdoğan’ın kamuya açık konuşmalarından da dinlediğimiz çoğulcu, herkes içine katan, memleketin yüzde 100’ünü temsil edecek bir anayasayı hep beraber yapalım. Müfredat yapmak anayasa yapmaktan önemli. Bu müfredatla yetişen çocuklar ileride anayasa yapacaklar ya da anayasayı ihlal edecekler. Ya da anayasaya sadakatleriyle ülkeyi zenginleştirecekler. Bu müfredatı anayasa yaparkenki taahhüdünüzle yapmıyorsanız, sizin Milli Eğitim Bakanınız 10 yıl çalıştım 7 günde görüş bildirin deyip 7 gün az diyene hadi yüzde 50 zam yaptım 10 günde bildirin diye küstahça bir cevap veriyorsa bugün biz eleştirilere kulaklarımızı tıkıyoruz, bildiğimizi yapacağız diye açıklama yapıyorsa siz bu kafayla müfredat yaparsanız, size bir daha bu millet müfredat yaptırmaz. İki, bu toplum sizin anayasa yapacağınıza ilişkin taahhüdünüze de inanmaz. Sayın Cumhurbaşkanına Sayın Erdoğan’a buradan kamuya açık alandan açıkça çağrıda bulunuyorum. Bu müfredatın yürürlüğe girmesini durdurmazsanız söylediğiniz anayasa yapmayla ilgili çoğulculukla ilgili bütün vurguları da Milli Eğitim Bakanı eliyle çöpe attırıyorsunuz. Bu müfredatı böyle hayata geçirirseniz AK Partili kadın seçmen eğitimden yüzde 18 memnun sebebi de dokuzdur her gelen bakanız bunu yapıyor. Oysa ki Almanya’nın en çok ihracat yapan, en nitelikli, ihracat yapan ülke olmasını ve en başarılı mühendislerinin olmasını, dünyanın en iyi arabalarını, en iyi motorlarını üretiyor olmasının bir tek sebebi var. Alman müfredatında milli mutabakat var, ulusal mutabakat. Sosyal demokrat da o eğitim sistemini benimsiyor, Hristiyan demokrat da. Herkes çocuğunun o eğitimle eşit yetiştiğini, eşit yarıştığını biliyor, güveniyor ve iyileştirmesine katkı sunuyor. Böyle müfredat yaparsanız siz ancak Almanların yaptığı en pahalı Mercedes’e binersiniz. Ama o Mercedes’i onlar üretir satar.”

Türkiye'nin partisiyim...

“Bizim bir milletvekilimize, AK Partili bir heyet başkanının varlığında önümüzdeki ay bir randevu vermeyi düşünüyoruz, 2 taraf da seçimden yeni çıktı gibi bir mesaj var. Hikmet Çetin’e de biliyorsunuz onun orada ağırlığı çok sayın genel başkanımızın, olumlu mesajlar var. Öyle görüyoruz, bekliyoruz. Ben Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde -Azerbaycan çıktı biliyorsunuz- Azerbaycan’ın bu yaşananlarda Avrupa’nın değerlerini paylaşıyoruz. Ama Azerbaycan’ın konsey dışında kalması çok yanlış. Geri dönmesi için benim aracılığım katkı sağlayacaksa ben hazırım dedim. Ona da katkı sağlayacağım. Çünkü orada sosyalist grubun büyük bir etkisi var. Orada ben Azerbaycan, Kıbrıs ve Türkiye için Türkiye’de ana muhalefet partisiyim. Türkiye'de Azerbaycan, Kıbrıs ve Türkiye için bu sınırların dışına çıktığımda Türkiye’nin partisiyim. Onların çıkarlarını korurum.”

Onlar kime öykünüyor?

“Sosyal demokratlar bilime önem verirler, enteryasyonalist insanlardır. Yabancı dil bilmek isterler, bilene saygı duyarlar. Çocuklarını kendisi bilmiyorsa bizim babalarımız öyle biz öğrenemedik sen iyisini öğren derler falan Fatih Sultan Mehmet benim yetiştiğim benim eczaneme 150 m ötedeki has bahçelerde at binmeyi öğrenmiş, eğitimini almış, 6 yabancı dil bilen, mühendisliğe meraklı, 19 yaşında babası vefat ettiğinde duasını okuyup beyaz atın üstüne atlayıp ‘Beni seven arkamdan gelsin’ lafını Manisa’da söylemiştir. Oraya ben bütün gençlik kollarını götürdüm. Tam orada onlara dedim ki beni seven arkamdan gelsin. 81 ilin il başkanı. Gitmiştir. Nereye gitmiştir? Edirne'ye gitmiştir. Edirne'de dünyanın en iyi Ermeni mühendislerine o topları döktürmüştür. Dünyanın en iyi mühendisi ve kendisi sürtünme çalışıyordur. Manisa'da sürtünme öğrenmiş. Edirne'de ay çiçek yağı var. Sonradan bir görüyorsunuz ki o kalasların üstünden demirleri ayçiçek yağı döküp sürtünme kat sayısını düşürerek Haliç’ten geçiriyor. Şimdi birileri Osmanlı’ya öykünürken donanmayı 33 yıl     Haliç’te tutup Kıbrıs’ı savaşmadan elden çıkartanlara öykünüyor. Ben sürtünme katsayısı çalışıp gemileri Haliç’ten geçinen Fatih Sultan Mehmet’in -elbette kardeş katlini savunacak halim yok, herkes gibi onun da hataları var tarihte 500 yıl önce- 600 yıl önce çağ açıp çağ kapatan Sultan Mehmet. Şimdi bir tarafta diyelim, son padişah bir önceki bir tarafta hangisini ben benimserim? Hangisi daha sosyal demokrat? 6 yabancı dil bilen mi? Matbaaya 200 yıl direnen mi?”
 

Muhabir: Bünyamin Dobrucalı