ALPER TEMİZ - 10 Ekim 2015'te yerel saatle 10:04 civarında Ankara'nın Altındağ ilçesi Ulus semtinde bulunan Ankara Garı kavşağında, modern Türkiye tarihinin en ölümcül bombalı intihar saldırısı gerçekleştirildi. Ankara Garı kavşağında o dönem, birçok sivil toplum kuruluşu "Barış Mitingi" düzenlemek için bir araya gelmişti. Ancak henüz miting başlamadan, miting alanına doğru kortej halinde yürüyen kalabalık, 3 saniye aralıklarla iki terör saldırısına maruz kaldı. Gerçekleştirilen terör saldırısında 109 kişi hayatını kaybederken 500'ün üzerinde insan ise yaralandı. 19 ekim günü ise saldırıyı gerçekleştirenlerin Yunus Emre Alagöz ve Ebu Usema adlı şahısların olduğu tespit edildi. Saldırıyı düzenleyenlerden Yunus Emre Alagöz'ün, yine aynı yılın Temmuz ayında Şanlıurfa'nın Suruç İlçesinde gerçekleştirilen terör saldırısının işleyenlerinden olan Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün erkek kardeşi olduğu ortaya çıktı.
Gerçekleştirilen bu saldırıların, hükümetin 2015 yılında Suriye savaşına askeri anlamda dahil olmasını eleştiren ve muhalefet partileri ile sendikalardan oluşan Barış Bloğu'nun düzenlediği Barış Mitingleri'nde yaşanması, Türkiye politik gerginliğinde günümüze dek devam eden büyük bir etki bıraktığının altı her daim çizildi. Saldırıların asayiş ve insani boyutuyla birlikte politik etkisi, saldırıdan sağ kurtulanlarca her 10 Ekim günü dile getiriliyor. Ancak Türkiye tarihinde yaşanan darbeler, terör saldırıları ya da diğer sivil katliamlarına yönelik alışılagelmiş tepkiler dışında ilk denilebilecek bir tepki, Ankara Garı saldırısından sağ kurtulan ve o dönemin KESK yöneticilerinden olan Tacettin Aydın'dan geldi. Aydın, Ankara Garı katliamına ilişkin kaleme aldığı "Barışın Katli" isimli romanını okuyucularla paylaştı. Dönemin politik çalkantılarını, iç ve dış siyasetin sivil yurttaş üzerindeki etkilerini, saldırıdan sağ kurtulan bir birey olarak hissettikleri ve yaşadıklarını, bir terör saldırısında arkadaş kaybının etkilerini bir bir Barışın Katli'nde kaleme alan Aydın, hem kitaba hem yaklaşan 10 Ekim'e dair açıklamalarda bulundu.
"Hala kırgın ve küskünler"
Konuşmasına, barış mitinglerinin başlama nedenleri ve patlamaların siyasi arka planına dair açıklamalar yaparak başlayan Aydın "O dönem biliyorsunuz birçok patlama oldu, ancak buna neden olan süreci de irdelemek görekiyor. PKK ile hükümet arasında bir barış süreci vardı ve HDP'de aracılık ediyordu. Bir görüşme süreci vardı ve silahlar susmuştu. Ne saldırı oluyordu ne de başka bir şey; bir barış havası hakimdi. Ancak AK Parti'nin gözü hep anketlerdeydi; bu süreç bizim işimize yarıyor mu diye sıkı bir takip içerisindeydi. Ancak anketlerde düşüşlerin olduğunu da görmüştü. Aynı dönemlerde, barış sürecinden bir şekilde vazgeçmenin ip uçlarını ise bir şekilde vermişti AK Parti. Mesela Dolmabahçe Mutabakatı açıklandı ancak hükümet bundan haberimiz yok dedi; en nihayetinde de, bir o tarafa bir bu tarafa yalpalayarak bir seçim sürecine gidildi. AK Parti o dönem birinci parti olsa da koalisyona, hükümeti tek başına kuramadı ve suni bir muhalefet süreci yaşandı. Daha sonra bilindiği üzere yeni bir seçime gidildi. Barış ortamında seçime gitmek yerine güvenlikçi politikalar ve sert söylemler tekrardan geldi. O sırada Suruç katliamı yaşandı. IŞİD ise o dönem her yeri işgal etmişti; Ahmet Davutoğlu da 'Onlar öfkeli gençler' demişti. Böyle bir ortamda IŞİD, Türkiye'de de etkinliğini artırdı. Tüm bunlardan sonra Ceylanpınarda iki polis evinde ölü bulundu. Zaten bu olaydan sonra barış masası tamamen devrildi. Hem PKK hem IŞİD saldırılarını artırdı. Öyle bir ortam yaratıldı ki, artık barıştan söz etmek suç haline geldi. Bunu dile getirenler de teröre yardım eden insanlar olarak algılandı. Hatta o dönem doğudan gelen mevsimlik işçiler bile tartaklandı.
Böyle bir ortamda bizler, Barış Bloğu olarak barış mitingleri düzenleme kararı almıştık. Dolayısıyla bu mitingler, böyle bir ortamın içerisinde ortaya çıktı ve risk alarak bu mitingleri düzenlemeye gayret gösterdik. İlginçtir, bu mitinglerde güvenlik önlemleri çok azdı; miting alanında IŞİDliler elini kolunu sallaya sallaya dolaşmış, hakeza saldırılar neticesinde gördük. Kolluk kuvvetleri ise etkisiz davrandı; önlemlerin hiçbirisi alınamadı. Bu ortamda bizlere bombalı saldırılar düzenlendi. Bombaların patladığı alanlarda, yaralılara yardım etmek isteyen kişilere de kolluk güçleri engel oldu. Zaten Barış Mitingleri bu saldırılardan sonra artık düzenlenmemeye başladı. Barış mitinglerini gerçekleştiren kurumlar, mitingte hayatını kaybedenlerin yakınlarına ve yaralı olarak uzuvlarını kaybeden birçok insanaın hayatlarına müdahil olmaya gayret gösterdiler. Engelli kalanlar oldu. Gerekli destekler kendi güçleri oranında sağlandı. Bir çoğu bu saldırıda yakınlarına kaybetti ve devlet bu insanlara hak sağlayamadı ve onlar, artık devlete kırgın ve küskünler. Mahkemeler devam ederken müdahiller kabul edilmedi ve toplumdan kaçırılarak sürdürülen bir yargı süreci yaşandı. Esas sorunlar ortaya çıkartılamadı" dedi.
"Onlardan biri olmadan, onlar gibi hissetmenin olanağı yoktu"
"Romanda geçen zaman, katliamlar, failler, mağdurlar ve ismi geçen bazı kişiler gerçek, diğer bölümler ve karakterler kurgudur" diyen Aydın, Barışın Katli'nin bıraktığı etkiyi şu sözlerle ifade etti; "Türkiye'de 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 tarihleri arasında yaşanan şiddet olaylarını ve katliamları, 1 Kasım'da yenilenen seçim sürecinden bağımsız olarak değerlendirmek olanaksızdır. Bu kanlı döneme tanıklık eden ve 10 Ekim Ankara Barış Mitingi'ne katılıp, gar katliamından şans eseri ölmeden ve yara almadan kurtulabilen biri olarak ölenlerin, yaralananların ve engelli kalanların acısını hep yüreğimde hissettim. Empati yaparak kendimi onların yerine koydum. Bazen ölenlerden biri oldum, yakınlarımın ne kadar acı çektiğini düşündüm. Bazen yaralanan biri oldum, patlama noktasında kanlar içinde yuvarlanarak onların çektiği acıyı ve ölüm korkusunu yaşadım. Bazen de engelli oldum; protez uzuvlarla veya tekerlekli sandalyede onlar gibi yaşama tutunmaya çalıştım. Ancak onlardan biri olmadan onlar gibi olmanın, onlar gibi düşünmenin ve yaşamanın ve daha da ötesi ölümü hissetmenin olanağı yoktu tabi ki."
"Toplumsal hafızaya güvenmek yerine, tarihe not düşmek istedik"
"Kendi kendime 'Yapılacak bir şeyler de olmalıydı' dedim" diyen Aydın, "Toplumun hafızasına güvenmeden tarihe not düşmek ve belge bırakabilmek de önemli. Ne kadar çok kişi tarihe not düşer ve bu döneme ilişkin belge bırakabilirse o kadar değerli olur diye düşündüm. Ayrıca, aynı döneme denk gelen ve Ankara gar katliamından önce, adeta zincirleme bir şekilde gerçekleşen ve birbirinin devamı niteliğinde olan ve aynı merkezden yönlendirildiği izlenimi veren Diyarbakır ve Suruç katliamlarını da es geçemezdim. Böylesine büyük katliamları gerçekleştiren teröristlerin nasıl bir ortamda ve hangi koşullarda bu hale geldiklerini düşünerek ve bu düşünceyi aynı zamanda bu dönemin siyasi ortamını her toplumsal katmandan okuyucunun da ilgisini çekecek bir kurgu ile buluşturarak, katliamı kurgu ve gerçeğin karışımı bir anlatımla sunmaya çalıştım. Türkiye'de toplumsal acıya neden olan o kadar çok olay yaşandı ki, bunların hepsini kayıt altına almazsan, somut veri olarak elle tutulur bir şekle getirilmezse unutuluyor. Bu kitaplar kütüphanelerde muhafaza ediliyor. Yıllar geçecek ve araştırmacılar elle tutulur somut bir veri ile içli dışlı olmak isteyecek. Canlı bir kanıt da artık bulunamayacağı için, bu gibi 'anı yansıtan' kitaplar, tıpkı canlı bir şahitmiş gibi geleceğe ışık tutacak. Kitabı yazma nedenimizin en temel maddesi budur" dedi.