İzmir’in iç göç hareketliliği, 2018-2023 yılları arasında 147 bin 765 kişiye ulaşırken, Kahramanmaraş depremi sonrası bu sayı 715 bin 29’a yükseldi. İstinye Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ayselin Gözde Yıldız, göçün İzmir’deki etkilerini, şehirdeki kültürel değişimleri ve toplumsal uyum sürecini hakkında detayları paylaştı.
''İzmir geçiş şehri''
6 Şubat 2023 tarihinde asrın felaketi olarak adlandırılan Kahramanmaraş depreminden sonra ciddi bir rakamın İzmir’e yöneldiğini belirten İstinye Üniversitesi, Prof. Dr. Ayselin Gözde Yıldız, şunları söyledi: “İzmir’e yönelen iç göçün TÜİK verilerine göre temel nedenlerine baktığımızda, daha iyi konut ve yaşam koşulları arayışı, eğitim ve aile fertlerinden birine bağımlı göç olduğunu görüyoruz. İzmir 1960 yıllarından bu yana ülkemizin Güney Doğu Anadolu illerinden iç göç almakta olan bir şehir olarak, özellikle tanıdıkları, akraba ve yakınlarının yanına gelenler için de göçün devam ettiği bir şehirdir. Son olarak Kahramanmaraş’ta yaşanan deprem sonrası da İzmir’e yakınlarının yanına gelenlerle şehir yeni bir göç yaşamıştır. İç göçün yanı sıra, İzmir’de yaklaşık 120 bin geçici korumada kayıtlı Suriyeli yaşamaktadır. Bu rakam İzmir toplam nüfusunun yaklaşık %3’üne denk gelmektedir. Düzensiz göç bağlamında ise, İzmir özellikle Afrika ülkelerinden ve Afganistan’dan olmak üzere çok farklı uyruklardan göçmenler için bir geçiş şehridir” dedi.
''Kültür geniş bir yelpazedir''
Toplumun göç ile değişen yapısına ilişkin kültürel değişimi hakkında bilgi veren Prof. Yıldız şunları söyledi: "Göç toplumlar için kültürel bir zenginlik olabileceği gibi, kültürel çatışmanın da yaşanabileceği ortamlara neden olabilir. Kültür çok geniş bir yelpazedir. Yeni lezzetler kültürel bir zenginlik olarak olumlu değerlendirilebilir, ancak yüz yıllara dayanan ve kültürün temel taşlarını oluşturan çocuk yetiştirmeden, iş yapış şekillerinize, eğitimden evliliğe kadar olan diğer unsurlar farklı toplumların bir arada yaşamasında sorun alanlarına neden olabilir’’ dedi.
‘’Türkçe eğitimine daha fazla ağırlık vermeliyiz’’
Göçün toplumlar üzerindeki etkisini sadece romantik bir kültürel zenginleşme perspektifinden değerlendirmek uygun olmayacağı gibi, göçü medeniyetleri yıkan, toplumu çatışmaya sürekleyken bir durum olarak da yorumlamamak gerektiğini belirten Prof. Yıldız, "Birlikte yaşamın en vazgeçilmez ve tartışmasız şartının toplumun ortak dilini öğrenmek ve konuşmak olduğunu düşünüyorum. Eğer ki sürdürülebilir ve kalkınmayı destekleyen bir birliktelik hedefliyorsak, Türkçe eğitimine mutlaka daha fazla ağırlık verilmesi gerekiyor’’ dedi.
‘’Karşılıklı uzlaşım gerekli’’
"Uyum dediğimiz süreç, iki yönlüdür. Kültürel değerlere saygı, toplumun modern gelişiminde geldiği yasalar ve mevzuatların üzerinde bir istisna olamaz" diyen Prof. Dr. Yıldız sözlerini şöyle sonlandırdı: ‘’Erken yaşta çocuk evlilikleri, kız çocuklarının okutulmaması gibi konuların göçten de bağımsız olarak, kültürel çeşitlilik bağlamında değil, demokratik toplumlarda oluşmuş yasalar ve mevzuatlar kapsamında değerlendirilmelidir. Göç sosyolojisi olarak bakarsak da Türk toplumu ve göçmen toplumun karşılıklı olarak bu uzlaşı zemininde birbirine uyumu ve kültürleşmeyi kabul etmesi gerekir. Bu niyet yoksa zaten toplumlar er ya da geç karşı karşıya gelir veya marjinalleşir. Diğer taraftan, toplumun değişen demografisi üzerinden projeksiyonlar yapması da oldukça olağan ve hassasiyetle ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.”