Memleket günlerdir “Apo” denen “teröristbaşı- bebek katili- İmralı canisi” Öcalan meselesini konuşuyor. Aslında Apo’nun konuşulma sebebi devam eden bir temel sürecin içindeki daha küçük bir süreç parçasının bir anlamda aparatı olmaktan kaynaklanıyor.
Sayın Bahçeli önce 28 Mayıs 2024 de “ Çok şey değişecek, her şey değişecek. İnşallah Türkiye değişmez.” dedi, sonra da 1Ekim 2024 de “Öcalan gelsin, TBMM de DEM Parti kürsüsünden terör örgütüne silahları bırakın çağrısı yapsın, o zaman umut hakkı değerlendirilebilir.” benzeri şeklinde bir çağrı yaptı. O çağrıdan sonra çarşı karışmaya başladı. DEM Partisi heyetler oluşturdu ve İmralı ile görüşme trafiği başladı. Süreç ilerledi ve 3 ay sonra gelinen noktada DEM Partili siyasetçiler rahmetli anacığımın tabiri ile “koyunlarından haçlarını çıkartmaya” başladılar. İşleyen sürece yeni bir isim bulundu; “yeni paradigma”. Peki nedir paradigma kelimesinin anlamı; Paradigma (Grekçe: [paɾadi'gma]; παράδειγμα, paradeigma "patern, örnek, numune") Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlam karşılığı; “Değerler dizisi" olarak tanımlanır. 1960'lardan beri paradigma kelimesi bilimsel disiplinlere veya başka epistemolojik içerikteki düşünce kalıplarına göndermede bulunur. Kanaatimizce “yeni paradigma” sözcüğü ile topluma yeni bir takım “değerler dizisine” ilişkin bir süreç yürütülmek istenmeye çalışıldığı düşüncesi aktarılıyor.
DEM’in yöneticileri ruhsal yapılarını kontrol ettiklerinde niyet ve maksatlarını birçok süslü laflarla kamufle edebiliyorlar ama bazen de fren patlayınca DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları'nın Diyarbakır'daki konuşmasında olduğu gibi "Ya barışı inşa edeceğiz, ya da her yer Gazze olacak." diye ağızlarından kaçırıveriyorlar. Sonra biri kulaklarını çekiveriyor ve “aman sakın böyle erken ötme” diyor, devamla da “anlamı çarpıtıldı, yanlış anlaşıldı” filan türünden “çevir kazı yanmasın” manevraları. Ya bir defa sormalı bu hanıma; “Sen kimsin, nesin de 5000 yıllık tarihe sahip koskoca Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini tehdit ediyorsun?” Devletler arasında da, topluluklar arasında da, bireyler arasında da her türlü görüşme ve türlü süreçlerde “emareler” çok önemli bir veri teşkil eder. Emare aynı zamanda “istihbaratın” da temel taşlarından birisidir. Karşınızda kim varsa onun ya da onların o zamana kadar gösterdikleri tutum ve davranışlar, söylemler hepsi birer emare teşkil eder. Siz de o an ve sonrasında “geleceğe yönelik tutum ve davranışınızı” o emarelere göre yapacağınız “durum muhakemesi” ile doğru olarak belirlemeye çalışırsınız.
Burada önemli olan emareleri doğru okuyarak değerlendirebilmek ve parçaları doğru birleştirebilmek yetisine sahip olmaktır. Bunun için de emareler hangi alan ile ilgili ise o alanda yetişmiş, eğitilmiş, deneyim sahibi olmak gereklidir. Emareler karşınızdaki kimse veya kimselerin, toplulukların “niyet ve maksadını” doğru anlamada en önemli unsurdur. Bir savaşta bile “Komutan Durum Muhakemesi”nin maddelerinden birisi muhasımın “niyet ve maksadı” maddesi, bunun da destekleyicisi olan “emareler” maddesidir. Bu durum aslında yaşamımızın her alanında, yapacağımız herhangi bir işte de geçerli unsurdur. PKK terörü süreci 40 yıldır süren bir süreçtir. Bu süreçte 40 bin şehidimiz ve 400 milyar dolar olduğu söylenen bir milli servet kaybımız oldu. Yine bu süreç içinde binlerce olayla ilgili onbinlerce de emare görülmüştür. Bu emareler PKK terörüne destek veren Emperyal güçlerden, alt destekleyici devletlere ve onların siyasi uzantılarına kadar her türlü görüntüyü 40 yıl içinde açıkça ortaya koymuş olup bu gün artık hemen herkes tarafından bilinmektedir. Hatta bunların çoğu emareleri birleştirmeye dahi gerek kalmadan kendileri tarafından açıkça yazılıp çizilmektedir.
Zaten dünyada istihbarat denilen şeyin yüzde 90ı “açık istihbarat” denilen kitap, gazete, tv yayınları gibi açık kaynaklardan elde edilmektedir. Öyle siyah gözlüklü gizli ajanların yaptıkları artık filmlerde oluyor. Gizli olan istihbarat genel istihbaratın belki de sadece yüzde 10udur. Örneğin; bu gün ABD’nin BOP denilen Büyük Ortadoğu Projesini artık ilkokul çocukları bile biliyor. Adamlar Ortadoğu’da 22 devletin sınırlarının değişeceğini defalarca yazdılar çizdiler, söylediler, haritalarını bile yayınladılar. Hatta ABD gelecek 50 yılda ne yapacağını bile kitaplarla anlatıyor. 11 Eylül sonrasında bunu deklere ettiler. Mesela ABD Deniz Kuvvetleri Başstratejistlerinden Thomas P.M. Barnett 2005 yılında yazdığı “The Pentagon’s New Map – Pentagon’un Yeni Haritası – 21nci Yüzyılda Savaş ve Barış” adlı kitabında bu gün Ortadoğu’da yaşanan durumu açıkça anlatıyor. Kitabın kapak resminde de Türkiye, Yunanistan, Katar, S.Arabistan, Suriye, İran, Afganistan’ın isimlerinin bulunduğu bir harita var. Yine Barnett devam olarak “ Pentagon’un Yeni Haritası 2 – Harekât Planı – Yaratmaya Değer Bir Gelecek” kitabında ABD’nin rotasını gayet net anlatıyor. Yani adamlar yapacakları işi saklamaya gerek duymuyorlar. İşte size en babasından istihbarat. Bu bilgiler ışığında günümüzdeki emarelere dönersek olan biteni ve büyük resmi daha açık görebiliriz.
DEM Partililer sürekli “barış” kelimesini kullanıyorlar. Neyin barışı? Biz bin yıldır bu topraklarda pekçok kökenden insan zaten barış içinde yaşamıyor muyuz? Cumhuriyet döneminde de başta İngiltere olmak üzere Emperyal güçlerin kışkırtmaları ile olan hadiseler hariç “bu ülkenin 85 milyon insanı olarak 1nci sınıf vatandaşı olan Kürt kökenli kardeşlerimiz” ile diğer pekçok etnik kökenden olan insanlarımız ne zaman kavga etti de şimdi barış olsun deniliyor? Barış iki devlet arasında yapılan bir savaş sonrası kullanılan hukuki bir ifadedir. Türkiye başka bir devletle savaşa girdi de bizim mi haberimiz yok? Bu ülkede zaten herkes Kürt kardeşlerimizle barış içindedir. Kız alıp kız vermiştir, torun torba sahibi olmuşlardır. Annesi Diyarbakırlı babası Aydınlı çocuğu nasıl ayıracaksınız, ortadan ikiye mi böleceksiniz? Böyle zırva bir şey olur mu? Ama niyet ve maksat başka ise bu kelimenin kullanılması işte tam da bir “emare”dir.
Öte yandan 40 yıldır yine “Emperyal güçlerin istekleri doğrultusunda” bir “Kürt Sorunu vardır” lafını kullanıyorlar. Çok açık ve net soruyoruz; sizin Kürt Sorunu dediğiniz nedir? Bu gün 85 milyon nüfusun ayrılmaz bir parçası ve Türkiye’nin 1nci sınıf bireyleri olan Kürt kökenli kardeşlerimizin diğer vatandaşlardan farklı bir durumu var mıdır? Kürt kökenli kardeşlerimiz Cumhurbaşkanı, Bakan, Vali, Milletvekili, Subay, Kuvvet Komutanı, Genel Müdür, Polis, Asker, Doktor, Mühendis, Hâkim, Savcı, Avukat, Sporcu, Sanatçı, Profesör, Öğretim Üyesi, İş Adamı vb. hepsini olmuyorlar mı? Oluyorlar. Bir engel var mı? Asla yok. Batı’da birçok sanayi tesisinin, şirketin, iş yerinin, kıyılarda birçok turistik tesisin sahibi olan o kadar çok Kürt kökenli vatandaşımız yok mu? 85 milyonun bu açıdan birbirinden ne farkı var? O halde nedir bu Kürt Sorunu kardeşim, nedir? Bunu açık açık söyleyin. Tıs yok. Hiç kıvırmadan biz söyleyelim; Kürt Sorunu dedikleri şey 100 yıl evvel Emperyal İşgalci Devletlerin “Doğu Sorunu” dedikleri şeydir. Peki, Doğu Sorunu nedir? Doğu Sorunu dedikleri de “Sözde Bağımsız Büyük Kürdistan”dır. Hiç lamı cimi yok. Bu gün ABD’nin de, İngiltere’nin de haritalarını yayınlayarak istedikleri şey İsrail’in güvenliği için dört parçalı bir “Kürdistan”dır. Emperyal güçlerin yerli uzantılarının da Kürt Sorunu dedikleri ama şimdilik Türkçeye tercüme edemedikleri laf sözde “Kürdistan Devleti” dir.
Bu konuda bir emare istenirse bir DEM milletvekilinin “yüz yıldır esaret gören halkımız, o parantez kapanacak artık” demesidir. Yine bir DEM’li vekilin “Bizim nehirlerimiz üzerine baraj kuruyor, elektrik üretiyor sonra bize parayla satıyorsunuz.” demesidir. O nehirler nereye aittir; tüm etnik kökenleri göğsünde barındıran çatısı altında Türk, Kürt, Laz, Arnavut, Çerkez, Arap, Ermeni, Yahudi, Sünni, Alevi her kökenden, her inançtan olan kahraman ve asil Türk Milletinin kanları ile çizilen Türk vatanına aittir, bu gün de 85 milyonun her bir ferdinin öz malıdır. Bir başka DEM’li vekil Gazze tehdidi yapıyor.
DEM’lilerin “Kürt Sorunu ve Barış” kelimelerin tek karşılığı vardır o da hayalleri olan “doğu ve Güneydoğu Anadolumuzda bir Kürt Devleti yani Kuzey Kürdistanı hayata geçirmek.” dir. DEM Eşbaşkanı Tuncay Bakırhan TBMM kürsüsünden demedi mi “Filipinlerin Moro modeli olabilir.” diye. Nedir Moro modeli; kendi parlamentosu, kendi bakanları, kendi kanunları, kendi dili, kendi parası, kendi silahlı gücü (Zaten onun için Kandil’deki Karayılan “özsavunma güçlerimiz” olmadan silah bırakmayız demiyor mu?) olan bir federal yapıdır Moro modeli. Adamlar bunu açık açık söylediler. PKK’nın amacı Doğu Güneydoğuda bir Kürdistan kurmaktır. DEM de bu örgütün siyasi temsilcisi konumunda olmuyor mu? DEM’liler neden “Anayasa’nın 42nci ve 66 maddeleri değişsin” diyorlar. Çünkü 42nci madde eğitim ve öğretimde anadil olarak Türkçeden başka dil okutulamaz diyor. 66ncı madde ise vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk’dür diyor. DEM’liler de Kürt kelimesini anayasaya ekletip ikinci bir ulus ortaya koymak sonra da bir plebisitle Türkiye’den ayrılmak ve Kuzey Kürdistan’ı hayata geçirmek için bunu istiyorlar. Zaten hem Sayın Cumhurbaşkanımız hem de Sayın Bahçeli onlarca defa “DEM Parti terör örgütünün siyasi temsilcileridir” demediler mi? Sayın Bahçeli DEM ile birlikte olanlara DEM’leniyorlar, terör örgütü ile iş tutuyorlar demedi mi? Takvim gazetesindeki manşette Duran Kalkan’ın Selahattin Erdem müstear adı ile Avrupa’da bir yayın organına “Özsavunma yoksa barış da yok, aynı masaya oturmadan silah bırakmak yok” dediği yazılmadı mı? Alın size bir başka emare. Bu ne denektir zaten; yani Duran Kalkan diyor ki “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin muhatabı biziz ve aynı masaya oturmalıyız.” Devlet asla terör örgütüyle masaya oturmaz, oturamaz. Zaten Öcalan’ın silah bırakma çağrısına da Kandil’deki teröristler Murat Karayılan ve Cemil Bayık hemen olumlu yaklaşmayacaklarının işaretlerini veriyorlar. Velev ki; Kandil’dekilerin silah bıraktığını düşünelim bir an. Kandil’de Karayılan ve Bayık’ın çevresinde bulunan 200-300 teröristten başka kimse kalmadı ki. Zaten asıl büyük kısım Sincar üzerinden Suriye’nin kuzeyindeki PKK/ PYD terör grubuna katıldı.
Suriye’nin kuzeyinde bu gün 140.000 civarında silahlı bir güç var. Bu güç ABD tarafından “ABD’nin müttefiki ve sahadaki Kara gücü” olarak adlandırılıyor ve ABD’ye göre terörist değiller. Başlarında Mazlum Kobani denilen terörist var ve kendisine ABD tarafından “General” rütbesi verildi. ABD 1984 den itibaren PKK terör örgütünü gizlice ama çok yoğun desteklemişti. Gerek Kuzey Irak’da gerekse Cudi’de, Gabar’da ABD helikopterlerinin havadan teröristlere attığı askeri malzemelerin üstünde ABD Ordusunun amblemleri yok muydu? Suriye’de Fırat’ın doğusundaki bu PKK/PYD terörist grubunu da ABD yıllardır eğitti, donattı, ikmal ve iaşesini sağladı, maaşlarını verdi, binlerce tır dolusu ağır silahlar dâhil her türlü silahı verdi. Milyarlarca dolar yatırım yaptı. Bunu Suriye’nin kuzeyindeki “sözde Batı Kürdistan”ın kurulması için yaptı ve şimdi de orada adım adım bunu hayata geçiriyor. PKK/PYD’nin elinde sadece tank, uçak ve harp gemisi yok. Helikopterinden ZPT’sine, topundan füzesine herşeyi verdi ABD. Peki, şimdi soru şu; Bu ABD milyar dolarlar yatırdığı bu PKK/PYD terör örgütünü sırf Apo “silah bırakın” diye rica ettiği için “biz de ABD olarak Apo’yu kırmayalım, PKK/PYD’yi silahları ile birlikte lağv edelim” der mi sizce? Tebessüm ettiğinizi görür gibi oluyorum. Devlet görevimiz sürecinde sahada pek çok şeyi gördük. Ama bir de şunu gördük, ABD karşılığında verdiğinin en az iki katını almadan kimseye günahını bile vermez. Sayın Bakan Fidan “PKK/PYD’ye en olmazsa biz kendimiz operasyon yaparız.” dedi. Biz açık ve net söyleyelim; bu gün dünyanın en savaşçı ordusu Kahraman Türk Ordusudur ve önünde değil 140 bin isterse 240 bin PKK/PYD çapulcusu olsun silindir gibi ezer ve üstünden geçer gider. Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın. Lakin bu teröristlerin ABD gibi bir koruyucuları var ve ABD Irak’tan 2000 ABD askeri getirdi, beton bloklar kullanarak Ayn- El Arap’a bir üs kurdu. Yani Türkiye bu teröristlere bir operasyon yapsa karşısında ABD askerlerini bulacak. E, o zaman biz nasıl yapacağız bu operasyonu? Dünyada PKK/PYD teröristlerinin ortadan kalkmasını, Türkiye’nin huzur ve güvenlik içinde olmasını en çok biz isteriz. Ancak ABD engeli nasıl aşılabilir? Pek olası mı? Bir önemli nokta da şu; yıllarca bulunduğumuz devlet görevlerimizde gördük ki PKK yalnızca bir terör örgütü değil, bir “narko-terör” örgütü. PKK Afganistan’dan dünyaya sevk edilen “uyuşturucu” trafiğinin en önemli noktalarından birinde bulunuyor ve narkotik işinden her yıl milyar dolar para kazanıyor. Bu paraların bir kısmı da silaha dönüşüyor. Şimdi soru şu; dünya üzerindeki uyuşturucu ve silah baronları (ki büyük iş adamı görünümlü bu baronların dünyada birçok devletin siyaset kadroları üzerinde etkilerinin olduğunu da bilinir) PKK gibi bir kaçakçılık örgütünün ortadan kalkmasını ister mi? Açıkça söyleyelim ki; İstiklal Harbi gibi emsalsiz bir savaşı vermiş olan Büyük Türk Milleti bu gün de her sorunun altından kalkacak güçtedir, kalkar da. Bizim dileğimiz, bölgedeki tehditleri bilerek devletimizin ve 85 milyon aziz milletimizin her durumda uyanık olması, tedbirli olması, refah, huzur ve mutluluk içinde bu topraklarda sonsuza kadar yaşamasıdır. Biz mevcut veriler ile büyük resmi ortaya koymaya çalıştık, karar devletimizin ve aziz milletimizindir tabii. Ne mutlu Türküm diyene. Vatan sağolsun, Türk Milleti varolsun. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.