A.Levent ERTEKİN

Otuz sekiz yılı geride bırakmış, yurdun farklı coğrafyalarında idareci olarak eğitim kademelerinde de çeyrek asır görev almış biri olarak teklifimdir!

Her gün ekranlara kilitlenmiş milyonların yüreğinde yaşadığı acıyı duyan biriyim.

Görev yaptığım yerlerde 500,400, 300 rakamlarla ifade edilebilecek küçük ormanları öğrencilerimle oluşturmaktan aldığım keyfi tarif edemem.

Bugün ülkemin yaşadığı orman yangınlarını görünce ta yüreğimin en derin noktasında ıstırabı yaşıyorum. Zira bir ağacın nasıl uzun sabırlı bir süreçte altında gölgelenecek, kuşlara yuva, bütün mahlûkata sığınak olduğunu bizzat yaşayarak bilenlerdenim.

Elbette tabii afetler kaderin bize hikmetleriyle değerlendirmek gerek. İsyan bize yakışmaz. Ama yaşadıklarımızın birer tabii afet olmadığını birer tabii ihanet ve hainlik olduğunu geçmiş tecrübelerinden biliyorum. Orman yangınlarının ardındaki küresel güçlerin ülke içindeki maşalarının da kimler olduğunu sizlerde az çok tahmin edebiliyorsunuz.

Sosyolojik analiz yapmayacağım. Sadece bu yaşadıklarımızdan hareketle yaralarımızı sardıktan hemen sonra ormanlarımızın ne kadar önemli olduğunu gelecek kuşak olan çocuklarımıza anlatmamız ve onu içselleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca ormanların korunması ile ilgili hukuksal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi, yapılacak olan işlerin başında geliyor. Ayrıca insan kaynakları kadar ekipman üstünlüğünün de ihtiyacı unutulmamalı. 1930’lı yıllarda her il bu ülke için bir uçak alıp Türk silahlı kuvvetlerine bağışladığı hakikatini de göz ardı etmeyelim. Vatandaş gerekirse kendi ormanları için her türlü fedakârlığı yapmaya da hazır.

Son olarak acil yapılması gereken ise hain eller tarafından yakılan her ağacın yerine iki tane yeni fidanın dikilmesi. Bu noktada iki önemli strateji ön plana çıkıyor.

Birincisi; bize dikte ettirilen “çam”  ağacı dayatmasının zararlarını bu felaket esnasında bizzat yaşadık. Çam kozalaklarının nasıl birer el bombası etkisi yaptığı yangın esnasında nasıl 150-200 metre ileriye yangını taşıdığını müşahede ettik. Öyleyse zeytin ağacı başta olmak üzere bölge toprağının iyi analiz edilerek hızlı büyüyen ağaç türlerine yönelmemiz gerektiğini yeniden düşünmemiz gerekiyor.

İkincisi ise; Okulların eylül ayında açılmasıyla okul öncesi, ilkokul ve ortaöğretim seviyesinde 18 milyon 241 bin 881 öğrencimizin olduğu, Üniversitede ise 7 milyon 940 bin 133 öğrencimiz bulunduğunun unutmayalım. Yani kabaca 26 milyon gencimiz var. Her gencimiz 3 fidan dikmesi halinde toplam 78 milyon fidanımız olabilir.

Bu önemli stratejiyi okulların açıldığı ilk gün ilk ders olarak yanan ormanlık alanlarda uygulamalı ders olarak yapabiliriz. Bunun için Belediyeler, kamu kurumları sivil toplum örgütleri organize olabilir. Böylece milli bir felaketten gelecek kuşaklara önemli dersleri yaşayan bir kuşak çıkartabiliriz. Ne dersiniz düşünmeye, uygulamaya değmez mi?