Türkiye’de seküler ve dindar-milliyetçi kesimlerin sanat, kültür ve tiyatro-sinema gibi alanlardaki farklılaşmasının ardında yatan sebepler, tarihsel, sosyolojik ve ideolojik dinamiklerle bağlantılıdır.

Bu farklılaşmayı anlamak için birkaç temel noktaya değinmek gerekir:

Tarihsel Miras, Modernleşme Çatışması ve Kültürel Bölünme;

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Türkiye’de modernleşme süreci, Batı ile entegrasyon çabalarıyla şekillendi. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle teşvik edilen sanat ve kültür faaliyetleri daha çok Batılı formlar üzerinden ilerledi. Devlet tiyatroları, operalar ve sinema sektöründe seküler temalar ağırlıklıydı.

Cumhuriyet devrimleriyle birlikte sanat ve kültür, seküler bir ulus-devlet inşasının aracı haline geldi (örneğin, tiyatroların kurulması, opera ve bale gibi Batılı formların teşviki devlet politikası haline geldi) Bu dönemde seküler sanatçılar ve tiyatrocular, büyük ölçüde devlet destekli sanat kurumlarında görev aldılar veya bağımsız sanat oluşumlarında devlet destekli kendilerini ifade ettiler. Seküler kesim, modernleşmeyi Batılı sanat ve kültür anlayışıyla özdeşleştirdi.

Dindar-milliyetçi kesim ise bu sanat anlayışını "yerli ve milli" olmamakla eleştirdi ve alternatif kültürel üretim süreçlerine yöneldi. Türkiye'nin modernleşme projesi, Osmanlı’nın dini ve milli temelli kültürel yapısından radikal bir kopuşu temsil eder. Bu süreçte geleneksel İslami sanat formları (tasavvuf musikisi, ilahi, makam müziği, Mevlevi ayinleri, hat sanatı, tezhip, minyatür, çini, ebru, kalem işi vb.) resmi söylemde geri planda kaldı.

Sekülerleşme politikaları, özellikle kırsal ve muhafazakar kesimlerde "kültürel yabancılaşma" olarak algılandı. Dini değerlerle uyumlu sanatın kamusal alandan dışlanması, bu kesimlerde alternatif kültürel alanların (örneğin, yerel tiyatro grupları, milli, dini temalı filmler, televizyon dizileri) oluşmasına yol açtı. Günümüzde ülkemizde dini (islami), ahlaki, milli ve kültürel konuları öne çıkaran tiyatro, sinema filmleri ve televizyon dizileri halktan ciddi anlamda ilgi gördü.

Dindar-milliyetçi sanatçılar ise uzun süre kendi kültürel üretim ağlarını oluşturmakta zorlandı, ancak son yıllarda televizyon dizileri, sinema ve alternatif tiyatro sahnelerinde daha fazla görünür hale geldi. Örneğin yakın zamanlarda televizyonlarda en çok izlenen TV dizileri arasında, “Kurtlar Vadisi”, “Diriliş Ertuğrul”, “Kuruluş Osman”, “Barbaros Hayrettin”, “Payitaht Abdulhamit”, “Mehmetçik Kut'ül-Amare”, “Vatanım Sensin” gibi diziler buna örnek gösterilebilir.

Türk-İslam sentezi çerçevesinde şekillenen bir sanat anlayışı, milli değerler, aile kurumu, dini motifler ve "yerli" estetik ön plandadır. (Örneğin, "yerli ve milli sinema" vurgusu, Kurtuluş Savaşı temalı diziler). Türkiye’de kendini dindar ve yerli - milli sayan kesimin, sanat ve sanatçıdan beklentisi "toplumsal ahlakı ve milli değerleri koruması" anlayışıdır. Örneğin, "Yeşilçam’ın dini temalı filmleri (1970'ler) veya günümüzde Ramazan dizileri ve tarihi konuları işleyen yapımlar bu anlayışı yansıtır.

Milli, islami ve Türk insanının yaşadığı sosyal konu ve dönüşümleri, işleyen bazı oyunlara örnek olarak, Hasan Nail Canat’ın yazıp oynadığı “Moskof Sehpası”, İsmail Çakan’ın yazdığı “Onlar Böyleydi”, Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı “Bir Adam Yaratmak”, Sabahattin Ali’nin yazdığı toplumsal eleştiriler ve ahlaki değerler üzerine vurgu yaptığı “Sırça Köşk”, Tarık Buğra’nın yazdığı kurtuluş savaşı döneminde geçen milli mücadeleyi anlatan “Küçük Ağa”, Turgut Özakman’ın yazdığı ve Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerini ve toplumun değişimini anlatan “Fehim Paşa Konağı”, Orhan Asena’nın yazdığı ve Kurtuluş savaşının zorluğunu ve halkın direnişini anlatan “Tohum ve Toprak”, Nazım Hikmet’in epik şiirinden uyarlanan, Kurtuluş savaşını ve milli mücadelenin kahramanlarını destansı bir dile ile anlatan “Kurtuluş Savaşı Destanı”adlı oyunları örnek gösterebiliriz.

Sonuç olarak şöyle özetleyebilirim;

Türkiye'deki siyasal dalgalanmalar, sanat ve kültür üzerindeki etkisini her zaman gösterdi.

Türkiye'de medya, sanat ve kültürel üretim süreçleri ideolojik bölünmelere sahiptir.

Türkiye'de seküler, dindar ve milliyetçi kesimlerin sanat, kültür ve sinema alanlarındaki farklılaşmasının ardında yatan nedenler, tarihsel, ideolojik, politik ve sosyo kültürel dinamiklerin iç içe geçmesiyle açıklanabilir.

2000’lerden itibaren dindar-milliyetçi kesimin siyasi gücünün artmasıyla, kültürel alandaki hâkimiyet mücadelesi de değişti.

Seküler Kesim: Küresel sanat akımlarıyla entegrasyon (örneğin, Netflix prodüksiyonları) ve çok kültürlülük vurgusu yapılır. Sanatçılar, evrensel temalara odaklanır (kadın hakları, çevre sorunları).

Muhafazakar Kesim: Küreselleşmeyi "kültürel emperyalizm" tehdidi olarak görür. Yerli ve milli değerleri korumayı amaçlayan sanat, Batılı normlara karşı bir direniş aracı haline gelir (örneğin, *Ayla* filmindeki milli duygular).

Gençlik ve Pop Kültür: Dindar gençler arasında İslami rap veya tesettürlü moda bloggerları gibi hibrit kültürel formlar yaygınlaşırken, seküler gençlik küresel pop kültürüne daha bütünleşmiş.

Türkiye'deki sanat ve kültürel faaliyetlerdeki farklılaşma, tarihsel kökenleri olan ideolojik, sosyolojik ve politik ayrımlarla bağlantılıdır. Ancak zaman içinde her iki kesimin de kültürel üretim süreçlerinde birbirine temas ettiği, etkileşimde bulunduğu ve değişim yaşadığı da görülmektedir. Özellikle dijital platformlar ve bağımsız sanat inisiyatifleri sayesinde, bu keskin ayrımların gelecekte daha esnek hale gelmesi muhtemeldir. Bu farklılaşma, Türkiye’nin modernleşme sürecindeki çelişkilerinden besleniyor. Seküler kesim, sanatı "özgürleştirici bir araç" olarak görürken; dindar-milliyetçi kesim, onu "kimlik inşası ve ahlaki dönüşüm" için kullanıyor. Politik iktidarın kültürel alana müdahalesi, bu kutuplaşmayı derinleştiriyor. Ancak son yıllarda, özellikle genç kuşaklar arasında bu keskin ayrımları aşan hibrit formların (örneğin, dini temaları modern sanatla birleştiren sergiler) ortaya çıkması, dinamik bir diyaloğun potansiyelini de gösteriyor.