Vatandaş öfkeli... Hele o yoğun yağışın ertesi günü...

Sabahın erken saatleri... Sokaklar çamur içinde, trafik durmuş, yollar tıklım tıklım ... Başkan Soyer’in onca ikazına karşın, İzmirliler aracına atlayıp yola çıkmış...

Yağış durmuyor... Yağdıkça yağıyor bereket... Kısa sürede sele dönüşüyor, tsunami gibi her şeyin üzerinden geçiyor. Araçlar sular içinde kalıyor, evleri, dükkanları su basıyor, 2 vatandaşımız hayatını kaybediyor. Aylardır duasına çıktığımız yağmur, bir anda İzmir’in kabusu oluyor.

Yağmur, altyapı sorunu oılmayan şehirler için bir nimet... Ancak İzmir için her yağışta felaket oluyor.

Her İzmirli gibi o sıkıntıları yaşayanlardan biriyim, gazeteye gelebilmek için otobüs, vapur ve metro üçgeninin içinden geçtim.

İZBAN ise dere taştığı için iptal olmuştu.

 

HEP BU SAHNELERİ YAŞADIK

Peki bu sahneleri daha önce yaşadık mı, yaşadık.

1995’teki sel felaketinde, 61 insanımız hayatını kaybetti mi, etti.

O dönem görevde olan başkanlara tepkilerimizi en sert şekilde dile getirdik mi, getirdik...

Peki o günden bugüne ne değişti'

Hiçbir şey...

Sorun hala orada duruyor ve kent büyüdükçe daha da büyüyor.

Hala dere yataklarına kaçak ev yapanlar var, hala dere kenarlarında yükselen  (göl manzaralı satılan) rezidanslar var, hala daracık sokaklarda arazisine çok katlı bina çıkmak için her türlü iş çevirenler var ve hala o güzelim verimli topraklara, tarlalara kıyıp apartmanlara gömenler var...

Gökdelen bölgesi var gökdelen... Her biri 45-50 katlı... Altyapısının hiç olduğu...

İtiraz etmek boşuna, vatandaş denize yakın evi olsun diye her şeyi göz almış... Kent estetiğini bozma, kanalizasyonu tıkama, komşularının bile hayatına kastetmek uğruna çıkarını kendine yontuyor, “Benim memurum işini bilir” zihniyeti devreye giriyor ve olanlar oluyor; bu kadar ihanete uğrayan doğa insanoğlundan intikamını alıyor.

TEPKİLERİN ODAĞI OLDU

İzmir’de belediye yönetiminin en başındaki insan, Tunç Soyer de, çoğalan bu öfkeden nasibini aldı dün...

Tepkilerin odağı oldu...

Ne beceriksizliği kaldı, ne işbilmezliği...

Oysa o bütün geceyi uykusuz geçirmiş, ekipleri kentin her köşesine dağıtmış, halka da gerekli uyarıları yapmıştı.

Onca çabaya karşın, İzmir’i ‘Venedik’ görüntüsünden kurtaramadı.

Sonuçta dünyaya rezil olduk, İzmir düşmanları dalga geçti, sosyal medya düşmanca saldırıların mekanı oldu. Atatürk’ün şehrine etmedikleri küfürü bırakmadılar.

Partizanlık topluma saygının, milli duyguların önüne geçti, yürekler parçalandı.

Yazık... Çok yazık.. Biz ne zaman, birbirimize rakip olduk'

SÖZ VERDİLER, ÇÖZEMEDİLER

Şimdi İzmirli hemşehrilerime şu soruyu yöneltmek istiyorum:

“Bu kabustan sadece Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer mi sorumlu, geçmiş yönetimlerin bunda hiç mi kabahati yok'

Kaçak yapılaşmaya izin veren ilçe belediyelerinin memurları, olmadık alanları imara açan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın temsilcileri ve Meclis‘te bizleri temsil eden, ancak olası bir felaketi görmezden gelen milletvekillerinin hiç mi suçu yok'

Yerel seçimlerden önce başkan adaylarının sözleri hala kulaklarımda:

“İzmir’in altyapı sorununu çözeceğiz, dünyaya örnek kent yapacağız, her yağmurda yaşanan sorunları ortadan kaldıracağız..”

Açın gazeteleri okuyun...

Peki o başkanların elini tutan var mıydı, yok... Hep kentin görünür tarafı üst yapısı güzelleşti, alt yapıya kimse inmedi, inse bile göstermelik oldu, devamı gelmedi.

Oysa İzmir gibi büyük kentlerin en büyük sorunu altyapı... Görünür olmadığı için de hep ötelendi.

 

YANLIŞ PLANLANDIĞI ORTADA  

Bu konuda eğri oturup lüften doğruları konuşalım...

Bir kere bu şehir yanlış planlanmış...

Yaşam örgüsü kıyıya paralel yapılmış.. Devasa yapılar da kenti çevrelemiş...   Tepeler de gecekonduların olmuş...   

Oysa antik çağlarda yaşayan insanlar, tarım alanları zarar görmesin diye dağların tepesinde yaşıyordu, toprağı işlemeye sahile iniyordu,  gözü gibi de koruyordu.

Onlar bilemez miydi, deniz kenarında yaşamayı.... Tarlalar zarar görür diye düşünmediler bile...

Onlar bize kenti sağlıkla emanet etti, bizler asırlardır harcadık...

Peki neler yapıldı'

Sanayi tesislerinin deniz kenarında kurulmasına izin verdik, tüm pisliklerini denize döksünler diye... Dere kenarlarına deri işletmeleri kuruldu, göz yumduk, sonuçta onların atıkları kanalizasyonları tıkadı.

On binlerce binanın kanalizasyonu denize bağlandı, körfezi bitirdik. Onca çabaya karşın hala kokuyor.

Daha söylenecek çok şey var. Ancak söylemekle olmuyor, kendimizle hesaplaşmamız gerek...

Yaşadığımız kente olan sorumluluğumuzu sorgulamamız gerek...

ORTAK AMACA GÜVENELİM

Bunun için de ‘ortak akıl’ şart...

Göreve geldiği günden bu yana İzmir’i marka şehir yapmak için çaba gösteren, “Bizİzmir” mantığını harekete geçiren, ancak buna kent insanı dışında çareler arayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in önceliği de artık İzmirlilerle birlikte hareket etmesi, ortak çözümler üretmesi ve  altyapıya öncelikle el atması olmalı.

Başkalarından medet ummak, bizleri sürekli geriye götürür. Önemli olan kent insanının enerjisinden yararlanmak...

Başkan Soyer bu kentin altyapı sorununu çözerse, tarihe geçer; hiç kuşkum yok.. Çok zor bir iş, yıllarca birikti ve krize dönüştü... Ancak birinin el atması lazım...

Çünkü bu işe girişilirse, kentin altı üstüne gelecek... Meşakkatli bir süreç...

Kanalizasyonlar yenilenecek, yağmur suyunu tutan kanallar döşenecek. 

Sadece ‘ortak akıl’ bu eziyetli ama sağıklı geleceğe olan süreci, bir amaca dönüştürebilir.

Bu da “empatiyi” her fırsatta dile getiren ve “rehberimdir” diyen bir başkanla çözülür.

Çünkü halkın dilinden anlayan, çözüme de en yakın isimdir.

Bu nedenle başkanı eleştirirken, ‘biz nerede hata yaptık’ diye kendimizle de yüzleşelim.

Onun elinde sihirli değnek yok, bu karar hep birlikte alınmalı...

Toplumsal bilinci de “İzmirlilik ruhuyla” harekete geçirmeliyiz.

İzmir bu asil duruşu hak eden bir şehir...