Böyle bir başlıkta aklınıza ilk Mourinho geliyorsa doğru başlık attım demektir. Bende bir Fenerbahçeli olarak iddialı olmayı destekliyorum ancak küçümsemek ile aynı şey değil bu tabii... Şimdi bunu yattığım yerden yazıyorum demem bile işime olan saygısızlığımı gösterir. Yattığın yerden maçı izlersin ama bunu alaylı bir dille kullanırsan ve rakibini kışkırtırsan onları daha çok motive eder ve hüsrana uğrarsın. Aksine kendi takımını motive edip maçın önemini oyunculara aşılamak varken saha da galibiyete inanan değil nasılsa alırız diye çıkan bir alaylı takım vardı. 

Rakibini küçümserken diye bir durum asla olmamalı zaten. Bu zaaf her daim kaybettirir. Rakibini küçümseme, aşırı özgüven kumar gibi bir şey. Ya sizi bir anlık yüceltir  ya da yerle yeksan eder. Artık buna neden olan bazen kibir ya da her neyse o rehavetle alaycı bir davranışın sonucu malumdur.  İşinde ne kadar iyi olursan ol bırak seni yücelten de başkaları olsun egonu da böyle tatmin et ama asla kendin dillendirme bunu. Aslında olması gereken de o. Bırak başkaları seni yüceltsin; müthiş yetenek topla dans ediyor gibi cümleleri duymak herkesin hoşuna gider. Bununla motive olmak aslında en doğru yol. Ne demiş zamanın da büyüklerimiz ummadığın taş baş yarar. 

İKİ KÜÇÜK KARINCA ÖYKÜSÜ... 

Karıncalarla ilgili bildiğiniz o iki hikayeyi tekrar hatırlayalım. 

Fil, kendisini ormanın en güçlü hayvanı ilan etmiş. Bütün düzeni değiştirmiş, yeniden kurmuş.
Aslan, kaplan, ayı, manda…
File karşı çıkan olmamış ormanda.
Fil, önce kendi yerini sağlamlaştırmış, “Herkes kendi arasında nasıl yaşarsa yaşasın, beni ilgilendirmez. Ama herkes benimle ilişkilerine dikkat etsin. Bütün kuralları ben koyacağım. Ormandakiler de ona uyma özgürlüğünü kullanacak” demiş.
Etkisini genişletmiş zamanla fil.
En güçlü o, tek yetkili o, gerisi sefil.
Artık sadece fille ilişkiler değil, bütün hayvanların kendi aralarındaki ilişkiler de filden ve çevresinden sorulur olmuş.
Öyle ki, ormandaki nüfus artışı bile filin işi olmuş. Tek tek doğum yapan hayvanlara kızmış, “Bakın bir seferde 4-5 yavru doğuranlar var. Ne bu tembelliğiniz. Benimle oyun oynamayı bırakın, gidin genlerinizle oynayın, daha çok yavru doğurun” diye çıkışmış.
Her şeyi sineye çekmiş ormandakiler.
“Yeter ki” demişler, “boşalmasın kiler”.

Filin “değişiyoruz, değişiyoruz” naralarıyla girmiş orman şekilden şekle... 
İş o noktaya gelmiş ki, eşit sayılmış maymun eşekle. Zira fil, kimi kime uygun görürse ona göre şekillenirmiş ormanda yaşam.
Bir tek, “Ne güzel buyurdunuz”, “Biz de tam böyle yapacaktık”, “Bundan daha mükemmel olamazdı”, “Bu hızla bütün ormanları geçeriz” sözlerine izin veriliyormuş. Öteki bütün sözler “istikrar bozucu” bulunuyormuş.
Arada hakkını aramaya kalkan olursa hemen müdahale ediliyormuş. Üzerine, “geber gazı” sıkılıyormuş. Filin bir özelliği de kindar olmasıymış. Kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmuyormuş. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, intikamını alıyormuş.
Hortumuna geleni vuruyor, ayağına geleni eziyormuş. Hiç kimseyi dinlemiyormuş. Bir gün söylediği ertesi güne uymuyor, doğru budur diyeni duymuyormuş. Bundan karıncalar da payını almış, yuvaları filin ayaklarının altında kalmış. Tam o sırada bir karınca, fil hortumunu topraktan çıkarınca, girmiş hortumun içine.
Karınca az gitmiş uz gitmiş, kendisine hortumun içinde iyi bir yer etmiş.
Fil başlamış kaşınmaya. Hortumunun içi karıncalanıyor, nedenini anlayamayınca beyni de karıncalanıyormuş.
Kalınca bir ağacın yanında durmuş, hortumu gövdesine vurdukça vurmuş. Bir türlü karıncalanmayı gideremiyormuş.
Üstelik hortumu da fena halde acımaya başlamış.
Bir hamle daha ağacın gövdesine vurunca, ağaç devrilip üzerine düşmüş. Fil ilk kez bu kadar âciz duruma düşmüş.
Bereket demiş kimse yok etrafta, arada bir yanından geçtiği koca kayanın nerede olduğunu düşünmüş, hah şu tarafta.
Bu kez kayalara vurmuş hortumunu, arada geçen olursa duruyormuş, anlatamıyormuş durumunu.
Hortumu kayaya vurdukça kaşıntıları artmış, kaşıntıları arttıkça daha çok vurmak istemiş.
Derken iflas etmiş bedeni, anlayamadan nedeni, uzanıp kalmış fil…
İşte böyle efendim…
Fili yenmiş bir karınca.

Ateş bacayı sarınca, fil güya ulaşılmaz bir noktaya varınca, etrafındaki herkesi kırınca, kendisinden güçlü hiçbir hayvan olmadığını sanınca…
Sonunda olan olmuş, küçük bir karınca koca bir filden daha güçlü olmuş.
Böyledir hayat…
En güçlü olduğumuz an, aynı zamanda en zayıf olduğumuz andır.
Hiçbir güç mutlak değildir doğada.
Herkesi dize getirdiğini sanan.
Çöker bir gün diz üstü.
Koca bir fili durduran da.
Bir karıncadır altı üstü... 

Bir kızıldereli atasözü der ki; sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları yer. Kimde bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin, çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.