Baş Başa…
Yine baş başayız. Bir bir sönmeye başlıyor pencerelerdeki ışıklar. Güneş gezintide, ay yine yerini aldı zirvedeki siyah perdede. Kimi hayalleriyle dalıyor uykuya, kimi hüzünleriyle. Her biri başka hikayede. El etek çekildi yine gürültü etmeden. Biz yine baş başayız, içindeki sesle kendince dans eden mumlarım, ona eşlik eden harfler ve sessizlikle…
Zihnimdeki kalabalık düşünce ordusu öyle güçlü gürültü çıkarıyor ki kendimi duymakta zorluk çekiyorum. Her biri farklı bir notada birbirlerine dokunmadan dolanıp duruyorlar.
Güneş gelene kadar hiç durmadan yazabilirim. Bir dağ tepesindeki patikadan aşağı dökülen harfler kelimelere, kelimeler cümlelere dönüşerek bir şelale oluşturuyor ve özgürce akıp gidiyorlar. Nereye gittiğinin bir önemi yok. Sadece akıyorlar; özgürce, haykırırcasına, güçlü ve sesli… Durmak yok, taşların üzerinden onları serinleterek coşkuyla akıyorlar. Yıkılan barajdan kendini kurtaran harfler şelalesi şimdi kendi cümlelerini ortaya çıkarıyorlar ve artık ne söyleyeceklerini biliyorlar. Zincirlerinden kurtuldular. Taşlara çarparken oluşturduğu her bir köpük kümesi farklı bir arzu ve istek dolu. Yepyeni, bembeyaz...
Devam Et…
Bazen çok şey isteriz, bazense hiçbir şey. Çoğu zaman ne istediğimizi o anki ruh halimiz belirler. Peki, biz bunu değiştirebilir miyiz ki?
İstediğimiz şeyi keşfettiğimiz zaman oraya doğru yola çıkma zamanı gelmiştir. O kadar zor gelir ki yola hazırlanmak, bir anda vazgeçmek istersin. Bahanelere sarılır, hazır değilim dersin. İşlerin çok yoğundur, bir türlü fırsat bulamazsın. Ertelersin, ertelersin sonra nereden hazırlanmaya başlayacağını bilemezsin. Şöyle bir durum var o geçsin, yok bugün müsait değilim kafamı toparlayamadım diye kendine söylediğin yalanlara inanır olursun.
Acı bir haberim var, her an değişerek akan dünyada işler hiç bitmeyecek. Durumlar sana göre şekil almayacak ya da kendini hiç hazır hissetmeyeceksin. Taa ki harekete geçene kadar.
Geçen zamanla zorlaşan hayat karmaşasında, biz koşullara göre hareket etmeyi öğrenebiliriz. Bir nehir düşünün, bazı yerlerde çok dar alanlardan geçiyor, bazı yerlerde koca koca taşların üzerinden. Bazen bir ağacın etrafından, bazen de bir köprünün o güçlü ayaklarının arasından. Ama durmuyor, yoluna devam ediyor. Gideceği yer belli, sadece bazen yolunu değiştiriyor ama durmuyor.
Su gibi; yeri geldiğinde sessiz sakin, yeri geldiğinde coşarcasına ve güçlü.
Harekete geçtiğin zaman, her şey sen farkına varmadan yerine oturacak, yoldaki ışıklar bir bir yanacak.
İşte yoluna devam ettiğin ve kendine inandığın zaman, her şeyi değiştirebilirsin.
Kısa Bir Ara…
Her birimizin farklı meslek ve sorumlulukları var. Bu sorumluluklar hem kendimize hem de çevremize karşı ya da çalıştığımız firmaya göre değişkenlik gösterir. Bununla beraber yoğun iş temposu eklenir yaşantıya ve bir hayat mücadelesi. O koşuşturmaya zamanı bazen yavaşlatmak gerekir, ne kadar yoğun olsak ta. Buna ihtiyacımız var insanoğlu olarak. Genellikle hafta sonları bunun için biçilmiş kaftan. Biz de bu hafta sonunu enerji depolamak, bir süredir görüşemediğimiz arkadaş gurubumuz ile hasret gidermek ve biriken anıları paylaşmak için heyecanla bir araya geldik. Bir takım yaşadığımız tatsız anlar oldu ve bunları paylaşmak istiyorum.
Cuma günü mesai bitiminden sonra yola çıktık. Her birimiz de farklı bir heyecan ve özlemle birlikte. Yol aldığımız yer; yaz aylarında zaman zaman değerlendirdiğimiz, çok güzel anılar biriktirdiğimiz bir sahil kasabası. Uzun ve yorucu bir trafik akışından sonra anılarımızla buluştuk, kucaklaştık samimi sohbetlerde kaybolduk. Birbirini özleyen sadece biz değildik. Tüylü dostlarımız da birbirlerini özlemişlerdi. Onlar da kendilerince hasret gideriyorlardı. Zaman ilerledikçe çevreden farklı müzik sesleri duyulmaya başladı. Bir gruptan farlı bir makam, bir diğer gruptan bambaşka bir makamdan müzikler. Biz umursamadan kıymetli sohbetimize devam ettik. Bizim için yatma saati gelmişti ve her birimiz köşelerimize çekildik. Ancak müzik hala devam etmekteydi. Saat geçtikçe müziğin sesi yükseliyordu, alkışlar ve yüksek sesle şarkıya eşlik etmeler ekleniyordu. Biz de aramızda mesajlaşıp rahatsız edici müziğe direniyor, uyumak için adeta savaş veriyorduk. Gece saat 02:00’den sonra nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Sanırım bayılmışım.
Erken uyanmaya alışkın insanlar olarak yine sabah 07:00’de uyandık. Tüylü dostlarımızı gezdirdik, kahvelerimizi içtik ve zorlu gecenin gıybetini yaptık. Her şeye rağmen günü güzel geçireceğiz çünkü derin maviyle buluşacağız bugün. Ve öyle de keyifli bir gün bizi kucakladı. Derken akşam yemeği sohbet ve güneş yine gezintiye çıktı. Biz yine sohbetlere daldık. Aynı günleri tekrar tekrar yaşadığımız bir kabusun içindeymişiz gibi bir önceki günün tekrarını yaşadık. Uyumaya gidip bir türlü uykuya geçemeyenler kulübü. Gece saat 03:00 yüksek ses müzikler, şarkılar, bağırarak konuşmalar. Sohbet diyemeyeceğim.
Pazar günü biz yine erkenci kuşlar, rutinler ve yine gecenin gıybeti. Çoğu zaman Pazar günü eve doğru yola çıkarız. Ama o kadar özlemişiz ki sohbetlerimizi, doyamadık bir türlü. Pazar günü de kalalım pazartesi erkenden yol alırız dedik. Yine keyifli bir günün ardından çalan müziklere rağmen uyumaya gittik ama nafile. Ses yükseldikçe yükseldi. Dayanamayıp rahatsızlığımı dile getirmeye gittim. Saat 23:39’du müzik dinleyen ailenin yanına gittiğimde benim sesimi duymadılar bile. El işaretleri ile anlatmak zorunda kaldım. Ertesi günü işe gideceğimizi söyledim ve şu cevabı aldım; “Saat daha 12 değil’’ ben de “12 de kapatırsınız o zaman” dedim ve oradan ayrılırken arkamdan yüksek sesle bana şöyle bağırdı “Ben özgürüm”. Ben de “Özgür olmak başka insanların hakkını yemek değildir” diye cevapladım. Yine uykusuz bir gece ile beraber sabahı karşıladım.
Bu konuda çok yorum yapmak istemiyorum ama toplu yaşam alanlarında insanların biraz da olsa diğer bireylere saygılı davranmalarını umuyorum. Herkesin bir hafta sonu var, görev ve sorumlulukları var. Herkes için değerli olan zamanını dilediği gibi geçirebilir ama üzmeden, kırmadan dökmeden. Kimse bir başka insanı sevmek zorunda değildir ama saygı göstermek bir gerekliliktir.
Sevgiyle kalın…