Her yazımı yazarken fonda bir şarkı çalar ya da ben sessiz sessiz mırıldanırım.
Bu yazıyı yazarken müziğin sesi şimdi bir başka… Atamızı, her düşündüğümde bir başka.
“Böyledir bizim sevdamız” çalıyor, böylesi güzel nasıl olunur diye düşünüyorum, bir de Livaneli söylüyor ki; o da bir başka… Sıradaki şarkı malum; “Bir Fırtına Tuttu Bizi” olur. Atamızın çok sevdiği türküler serisine geçerim. Açın dinleyin lütfen, bir “Kırmızı Gülün Alı Var” da iyi olur mesela. Ne güzel söylemiş Müzeyyen Senar. Nam-ı değer Cumhuriyet’in Divası. Atatürk’ün huzurunda sanatını gerçekleştirmiş bir sanatçı o. Diyor ki bir röportajında, ‘Müzeyyen, bu Atatürk ve sen onu görüyorsun. Rüya mıydı acaba? diyordum’. Atatürk’ün Rumeli türkülerine eşlik ettiğini ve zeybeği de çok güzel oynadığını ekliyor. O, savaş meydanlarında stratejileriyle, öngörüsüyle sadece askeri bir başarı değil, bir milletin yeniden doğuşunu yazmıştı. Onun ülkeye olan sevgisi; zeybek oynarken, türküye eşlik ederken, bir köy öğretmenine el verirken, o karanlık gecede Samsun’a çıkarken, her adımında, her sözünde yankılanıyordu.
Okuduğumda çok etkilenmiştim, “Hayatta müzik lazım değildir çünkü hayat müziktir” diyor Atatürk bir sözünde. Eğer kültür ve sanat yok olursa, manevi miras da yok olur diyor. Atatürk’ün ülkemize kattığı değerleri düşündüğümde, onun yalnızca bir lider değil; halkına, kültürüne, sanata aşkla bağlı bir insan olduğunu bir kez daha hatırlıyorum. Savaşlar kazanılmış, zaferler kutlanmıştı ama Atatürk biliyordu ki gerçek zafer, bir ulusun zihninde ve ruhunda olmalıydı.
Düşünüyorum, hangi savaş alanında değil ki adı? Sakarya’nın kanlı meydanında mı, yoksa İzmir’e umutla koşulan o kurtuluş sabahında mı? Her anında halkıyla beraber nefes alarak, onların içinde bir umut, bir azim olarak yer aldı Atatürk. Ama yalnızca zaferleriyle değil, her daim halkının kültürüne, sanata, bilime olan tutkusuyla da bize yol gösterdi. Savaş meydanlarının kahramanı, aynı zamanda müzikte, edebiyatta, bilimde de bir yol açıcı oldu. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,” derken bize yalnızca bir öğüt değil, bir yol haritası bıraktı. Bilimi, sanatı ve eğitimi en ücra köşelere kadar taşıyarak bu milleti karanlıktan çıkaran aydınlanma meşalesi oldu.
Atamızın yalnızca bir komutan bir lider değil, bu topraklara ilmek ilmek işlenen, geleceğe uzanan, kökleri derinlere inen sevginin bir simgesi olduğunu her 10 Kasım’da yeniden hissediyoruz. Bugün bize bıraktığı vatan içinde fonda onun sevdiği türküler çalıyor, ben yazıyorum: “Fikrimin İnce Gülü” devam ediyor…
İşte bu yüzden 10 Kasım, hepimiz için yalnızca bir anma günü değil, Atatürk’ün insanlık sevgisini, halkına olan bağlılığını, vatan aşkını bir kez daha derinlemesine hissettiğimiz bir gün. Bu ülkeyi yalnızca savaş meydanlarında değil, halkının kalbinde kazandı Atatürk. Sakarya’da, Dumlupınar’da milletin kaderini değiştiren zaferlerle değil sadece; sonrasında kültürü, sanatı, eğitimi, bilimi halkına götürme gayretiyle, en ücra köşelere kadar taşıdığı aydınlanma meşalesiyle kazandı. O her şeyden öte milletiyle bütün bir insandı. Onun yolu yalnızca bir kurtuluş yolu değildi; bu yol, tüm insanlığa saygı, sevgi ve aydınlanma yoluydu.
Ey Büyük Atatürk! Böylesi güzel nasıl olunur diye düşünüyorum. Senin o eşsiz sevdan, aydınlanmaya olan inancın, bu topraklara duyduğun aşk, bizim yüreğimizde bir bayrak gibi dalgalanıyor. Bizim de sana olan sevdamız, yalnızca geçmişe değil, geleceğe olan bağlılığımızla büyüyor. Bugün, biz de sana sesleniyoruz: “Böyledir bizim sevdamız…”
Sonsuz sevgi ve saygıyla anıyoruz…