ALPER TEMİZ - Türkiye’nin tarımsal mirasının en önemli yapı taşlarından biri olan buğday, eski Tarımsal Araştırma Genel Müdürü Dr. Gürbüz Mızrak’ın açıklamalarıyla bir kez daha gündemde. GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ve klasik ıslah yöntemleri hakkında halk arasında yanlış bilgilendirme olduğunu belirten Dr. Mızrak, buğdayın insanlık tarihindeki evrimi, günümüze kadar gelen serüveni ve sağladığı katkılar hakkında bilimsel gerçekleri açıkladı.
Buğdayın doğal evrimi ve kromozom sayısı
Dr. Mızrak, buğdayın doğal evrim süreci hakkında yanlış bilinenleri düzelterek şunları söyledi:
"Bilimsel verilere göre 14 kromozomlu buğdaylar, GDO teknikleri kullanılarak 28 ve 42 kromozomlu hale getirilmemiştir. Buğdayın ataları olan 14 kromozomlu yabani türler, doğada birbirleriyle doğal yollarla melezlenmiştir. Bu melezlenmeler, çeşitli mutasyonlar ve doğal seleksiyon sürecinin etkisiyle, on binlerce yıl süren bir süreç içinde 28 ve 42 kromozomlu buğday türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum, 10-15 bin yıl önce doğada gerçekleşmiştir ve insan eliyle değil, tamamen doğanın kendi süreciyle meydana gelmiştir."
Dr. Mızrak, arkeolojik kazılardan elde edilen veriler ışığında, 14 kromozomlu Siyez buğdayının yaklaşık 11.500 yıl öncesine, günümüzde yaygın olarak yetiştirilen 28 ve 42 kromozomlu türlerin ise 9.500-8.500 yıl öncesine kadar dayandığını belirtti. Bu bilimsel veriler, buğdayın atalarının modern tarımın başladığı dönemlerden çok daha önce, doğal yollarla evrildiğini kanıtlıyor.
Islah yöntemleri ve verimlilik artışı
Günümüz buğday türlerinin klasik ıslah yöntemleriyle elde edildiğine vurgu yapan Dr. Mızrak, ıslah çalışmaları sayesinde buğdayın daha kısa saplı, hastalıklara dayanıklı ve verimli hale getirildiğini belirtti:
"Çiftçiler, 10.000 yıldan fazla süredir buğdayın en verimli türlerini doğal seleksiyon ve melezleme yoluyla seçmişlerdir. Geçmişte harmanlaması zor olan ve verimi düşük ilkel türlerden, iri daneli, harmanlaması kolay, sapları sağlam ve yüksek verimli türler ortaya çıkarılmıştır. Bu sayede, bugünkü modern yerel çeşitler geliştirilmiştir. Günümüzde üretim programında olan buğday çeşitlerinin tamamı klasik ıslah yöntemleriyle geliştirilmiştir ve kesinlikle GDO değildir. Yani, bu türlere buğday dışında başka bir canlıdan gen aktarımı yapılmamıştır."
Kısa boylu ve sağlam saplı buğdayların elde edilmesi için kullanılan yöntemlerin tamamen klasik ıslah tekniklerine dayandığını vurgulayan Dr. Mızrak, "Kısa boyluluk genleri, bu özellikleri taşıyan buğday türlerinden kültür çeşitlerine aktarılmıştır. Bu işlem, doğal ıslah sürecinin bir parçası olup GDO ile hiçbir ilgisi yoktur. Kısacası, bu özelliklerin tamamı kendi buğday türümüzün içinden gelmektedir," diye ekledi.
Buğday ve gluten tartışmaları
Son yıllarda gluten konusunda ortaya çıkan tartışmalara da değinen Dr. Mızrak, buğdayın doğal yapısında bulunan gluten proteininin ekmek ve makarna gibi temel gıdaların üretiminde gerekli olduğunu ifade etti:
"Gluten, buğdayın içinde doğal olarak bulunan bir proteindir ve ekmek ile makarna yapımında büyük öneme sahiptir. Yeterli ve kaliteli glutene sahip olmayan buğdaylardan üretilen ekmek ve makarnaların besin değeri düşük olur. Gluten, ekmeğin kabarmasını, iyi pişmesini ve makarnanın ise dağılmadan diri kalmasını sağlar. Glutensiz bir buğday düşünmek demek, besin değeri düşük ve kalite bakımından yetersiz ürünlerle yetinmek demektir."
Dr. Mızrak, gluten duyarlılığı olan çölyak hastalığının ise genetik bir durum olduğunu, alerjik bünyelerde ortaya çıktığını belirtti. Bu durumun toplumumuzda çok düşük bir oranda görüldüğüne dikkat çekerek şöyle devam etti: "Bizim gibi binlerce yıldır buğdayla beslenen toplumlarda, doğal seleksiyonun etkisiyle çölyak hastalığının ortaya çıkma oranı düşük seyretmektedir. Buğdayın sağlıklı bireyler için suçlanması yanlış bir yaklaşımdır. Çölyak hastalığı bir bağışıklık sistemi sorunudur ve bireylerin özel diyetlerle tedavi edilmesi gereklidir; bu durumda tüm toplumun buğdaydan uzaklaştırılmasını savunmak, eğitim sorununa karşı okulları kapatmakla eşdeğerdir."
Buğdayın beslenme değeri ve stratejik önemi
Buğdayın yalnızca nişasta değil, protein, lif, mineral ve vitamin gibi besin öğeleri bakımından da zengin bir ürün olduğunu belirten Dr. Mızrak, tam buğday ürünlerinin düzenli ve ölçülü tüketildiğinde pek çok sağlık sorununa karşı koruyucu bir rol üstlendiğini söyledi. Buğdayın Türkiye’nin doğal koşullarına uyum sağladığını ifade ederek şöyle devam etti:
"Buğday, sadece bir besin kaynağı değil; aynı zamanda ülkemizin tarımsal ve kültürel mirasının ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye, buğdayın orijini olup Buğday Kuşağı’nın tam ortasında yer alır. Binlerce yıl süren evrimi ile ülkemiz iklim koşullarına adapte olmuş bir üründür. Sulanamayan alanlarımızda ekonomik olarak üretilebilen en önemli temel besin kaynaklarından biridir. Sahip olduğu besin değerleri açısından da beslenmemizin vazgeçilmez unsurlarından biridir."
Dr. Mızrak, buğday üretiminin ülke açısından stratejik önemini vurgulayarak şu uyarıda bulundu: "Buğday üretiminden vazgeçmek demek, yılda on milyon tonun üzerinde buğday ürününü karşılayacak bir kapasiteye sahip olmadan dışa bağımlı hale gelmek demektir. Böyle bir durum, ithalat lobilerine ve dışa bağımlılığı teşvik eden ülkelere avantaj sağlarken, bizim için ciddi bir besin güvenliği riski doğurur."
Dr. Gürbüz Mızrak, buğdayın iklim değişikliklerine dirençli yapısı ve geniş çapta beslenme açısından sağladığı faydalar ile sadece günümüz değil, geleceğimiz için de vazgeçilmez bir ürün olduğunu vurgulayarak sözlerini tamamladı.