Yaprakların döküldüğü, yeşilin renk değiştirdiği mevsimin başlangıcında bir gün. Tüm hücrelerime doldurmak istercesine derin bir nefes çekiyorum temiz havadan. Özlemişim bu serinliği. Hem çok titremeden üşüten hem de kendine getiren tatlı bir serinlik. Toprak ve yeşiller birden çok tonda değişimin içinde. Doğa da, biz de yeni bir evreye geçiyoruz. Belki de yeni başlangıçlara gebe bu sonbahar, kim bilir?
Doğa anayla birlikte olmanın verdiği mutlulukla farkında olmadan bitkin düşüp ama derin bir uykudan sonra yeni güne uyanmak. Güneş yerini almış ama henüz parlamıyor. Sıcaklığını hissedemesek te aydınlığı buralarda. Çokça vakit geçirdiğimiz sevgi karavanımızda yeni güne kahveyle başlamak gibisi yok. Kendince boyutlara sahip olan minik mutfak rafından kahve kavanozuna uzanırken, kavanozun hemen bitişiğinde bembeyaz, pamuk gibi iki kanata rastlıyorum. Bir anda şaşkınlıkla ne olduğunu anlamak için daha da yaklaşıyorum ve simsiyah iki minik yuvarlak göz ile karşılaşıyorum. Birkaç saniye o minik siyak yuvarlaklar ile benim bakışlarım donup kalıyorlar. Usta bir ressamın fırçasından çıkmışçasına muhteşem çizgilere sahip iki kanat ve fırçanın zarifliğinden yansıyan küçük bir dokunuşla yapılmış iki minik simsiyah göz. Sanki o da beni inceliyor, hiç hareket etmeden kendini korumaya alıyor adeta. O zarif beden dinleniyor mu yoksa nefes almıyor mu merak içindeyim. Kısa süreli bakışmadan sonra ufak bir peçete yardımı ile o zarif bedene dokunarak kavanozdan biraz uzağa hareket ettirmeye çalışıyorum. Bir saç teli kalınlığında olan incecik zarafet yüklü bacakları harekete geçiyor ve birkaç adım sonra duruyorlar. Ben de büyük bir sevinç; “nefes alıyoorr”. Tekrardan sakince ona yaklaşıp göz göze geliyorum. İçimden onu çok sevdiğimi ve zarar vermek istemediğimi geçirip ona sevgi dolu bir gülümseme göndererek kendi haline bırakıyorum.
Kahvenin heyecan yüklü dumanıyla buluşup pencere kenarında yerimi alıyorum. Benim tüylü dostum da beni yalnız bırakır mı hiç. O da ayaklarımın dibinde başını dizlerime bırakarak yerini alıyor ve sabahın keyfine doğru yolculuğa çıkıyoruz. Pencereden içeri gelen serin hava ve tüylü dostumun sıcaklığı. Birbirini dengede tutan iki ayrı duygu. Soğuk ve sıcağın dansı yine bir arada. Doğanın yeni umutlarına dalmışken, birden kafamı çeviriyorum ve o iki kanadın bize doğru hareket ettiğini görüyorum. Yumuşacık hareketleri ile tüylü dostumun sırtına konuyor. Benim afacan dostum da hiç hareket etmiyor o anda. O da mı hissetti ne, korkutmak istemezcesine hareketsiz. Yine birkaç saniye geçtikten sonra elimi o sanat yüklü zarif bedene doğru uzatıyorum. İki kanat hareketi ile avucumun içinde yer alıyor. Yine sakin ve yavaş hareket ederek o hassas bedeni gözlerime doğru yaklaştırıyorum. O iki minik siyah göz ve benim bakışlarım tekrar buluşuyorlar. Birkaç saniye bakışıp, adeta birbirimize teşekkür ediyoruz. Ben ona bana güvendiği için teşekkür ediyorum, o da bana onun güvenini sarsmadığım, onu incitmediğim için teşekkür ediyor. Sonra tekrar yavaşça sakin bir hareketle elimi pencereden dışarı çıkarıyorum. O zarif, bembeyaz kelebek geleceğine ve hayallerine doğru kanat çırpıyor. Yolun açık olsun minik dostum. O muhteşem kanatlarını, simsiyah gözlerini ve muazzam güzelliğini unutmayacağım.
İşte Böyle Bir Şey…
Hayat böyle değil mi zaten? Verdiğin kadarını alırsın işte. Ya da ne verdiğine bağlı değil midir? Sevgi verirsen sevgi, güven verirsen güven alırsın. Ya da bazen emek vermek gerekir. Yolun sonuna ulaşabilmek ve engelleri aşmak için emek gerekir. Şimdi diyeceksiniz ki ben o kadar güvendim ama benim güvenimi sarstılar diye. Ben de diyeceğim ki güven ve sevgi içinizdeki değerlerden biri ise bunu vermekten vazgeçerseniz sizi siz yapan değerlerden uzaklaşmış olursunuz. Asla vazgeçmeyin, içinizdeki sevgi değerlerinizi paylaşın. Siz olmaktan bıkmadan sevin. Elbet bir gün her şey yerini bulacaktır.
Sevgiyle kalın…