12 Kasım 1999'da Düzce, 1 Mayıs 2003'te Bingöl, 23 Ekim 2011'de Van, 24 Ocak 2020'de Sivrice, 30 Ekim 2020'de Seferihisar ve 6 Şubat 2023'te Kahramanmaraş... Bunlar, Türkiye’nin hafızasında silinmez izler bırakan büyük depremlerden sadece birkaçı. Her biri, yalnızca yerin altından gelen bir sarsıntı değil; aynı zamanda ülkenin derin yaralarını, eksikliklerini ve sorumsuzluklarını ortaya koyan acı bir gerçeğin göstergesi. Ama buna rağmen, her büyük felaketin ardından bir süreliğine toparlanmaya çalışıyor, sonra hızla unutuyoruz.
Türkiye bir deprem ülkesi
Türkiye bir deprem ülkesi, bunu kabul etmek zorundayız. Bu gerçeği göz ardı etmek, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil. Ancak, her büyük depremin ardından aynı hataları tekrarlıyor, aynı kayıpları yaşıyoruz. 1999’daki Düzce depremi, 845 can kaybı ve 4.948 yaralı ile bir kez daha insanlara deprem gerçeğini hatırlatmıştı. Ancak, depremin ardından yapılan yapılaşma ve denetim eksiklikleri hala o kadar büyük ki, bir başka büyük felaketi bekliyoruz.
Bingöl, Van, Sivrice, Seferihisar ve Kahramanmaraş’taki depremler de bize bir kez daha hatırlattı ki, deprem sonrası toparlanmak sadece acil yardımlar ve kurtarma çalışmalarıyla sınırlı kalmamalı. Türkiye, deprem bilinci, dayanıklı yapılar ve etkin bir kriz yönetimi için yıllardır alınması gereken adımları atmakta başarısız oldu. Devletin yapması gerekenler ayrı, halkın yapması gerekenler ayrı. Birçok kişi, hala binalarının ne kadar güvenli olduğuyla ilgilenmiyor. Bu kayıplar, yalnızca doğal bir afetin sonucu değil, aynı zamanda ihmalkarlığın, sorumsuzluğun, hatta kayıtsızlığın birer yansıması.
Bir türlü akıllanmıyoruz
Sivrice’de 41 can kaybı, Seferihisar’da 116, Kahramanmaraş’ta ise 50 binin üzerinde hayat kaybı yaşandı. Her biri ardında yıkık binalar, hüsranlar ve acılar bıraktı. Ancak, deprem gerçeğine olan duyarsızlık, kayıplardan bir ders çıkaramamak, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin vurdumduymazlığını gözler önüne seriyor. Yaşam alanlarımızı güçlendirmek, deprem öncesi ve sonrası eğitim almak, şehirlerimizi güvenli hale getirmek için atılacak her adım, kayıpları engellemeyecekse bile en azından daha az acı yaşanmasını sağlayabilir.
Ama bir türlü akıllanmıyoruz. Depremler, büyük felaketler yaşandıkça, ne kadar daha ağır kayıplar vermemiz gerektiğini düşünüyoruz? Her sarsıntı, sadece fiziksel bir kırılma değil; aynı zamanda toplumsal bir kırılma. Bize bir hatırlatma, bir uyarı. Ne yazık ki, bu hatırlatmalar geçici oluyor. Birkaç ay sonra her şey unutuluyor, hatalar tekrar ediliyor.
Türkiye bir deprem ülkesi olarak daha fazla kayıp vermemek için gerçek anlamda bir dönüşüm yaşamalı. Bu dönüşüm, yalnızca inşaat sektörüyle sınırlı kalmamalı. Deprem bilinci tüm toplumu kapsamalı; güvenli yapılar, dayanıklı şehirler, etkili kriz yönetimi ve toplumun her bireyinin sorumluluk taşıması sağlanmalı. Aksi takdirde, bir sonraki büyük felaketi beklerken kayıplarımız artacak, ama biz yine akıllanamayacağız.