Televizyon ekranlarımız son yıllarda adeta tek bir melodinin yankılandığı bir odaya dönüştü. “Kusursuz aile tabloları”, “ihanet ve entrika” ve tabii ki “bitmeyen intikam hikayeleri.” Dizi sektörü, renkli bir bahar bahçesi olmaktan çıkıp tek bir tip kaktüsle dolu çorak bir araziye dönüşüyor. Peki, bu tekdüzelik kimin eseri?

Tekelleşme İddiaları

Son dönemde gündemi meşgul eden tekelleşme iddiaları ve Ayşe Barım gibi sektörün önemli isimleri üzerine yapılan yorumlar, dizi dünyasının “arka odasında” dönen oyunları ifşa etti. Barım’ın sektördeki belirleyici gücüne yönelik iddialar, “Türk dizileri neden hep aynı formüle dayanıyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Tabii burada basit bir tespit yapmak kaçınılmaz... Anlaşılan o ki, Türk dizileri bir “Türk usulü Netflix” yaratma çabasında. Fakat sorun şu ki, bu Netflix benzeri modelde çeşitlilik değil, tek tiplik başrolde ve tabii bununla beraber hep aynı tipler başrolde...

Sektördeki Kısır Döngü

Sektördeki tekelleşme iddialarını bir kenara bırakalım ve gündemdeki iddialara biraz yakından bakalım. “En iyi oyuncuları ben temsil ederim” tavrı, sektörü bir tekelden ziyade bir 'monotonluk müzesine' dönüştürüyor... Hal böyle olunca, izleyiciye sunulan ürünlerin tamamı birbirinin aynısı oluyor: bir yanda ‘varlıklı aile dramı,’ diğer yanda ‘bitmek bilmeyen aşk ve ihanet sarmalı.’ Hangisini izlemek istersiniz? Gerçi çok da bir seçeneğiniz yok... Yaratıcı, senaryolar yok denecek kadar az... İzleyici mi aptal yerine koyulmaya çalışılıyor? Aynı konular ısıtılıp ısıtılıp önümüze neden koyuluyor? Eskiden yurt dışında bile kapış kapış izlenen kaliteli yapımlar artık neden yok? Gündemdeki bu iddialar aslında biraz da bu soruları aydınlatıyor.

Bu durum, yerli dizi sektörünün potansiyelini baltalıyor. Oysa bizler, bugüne kadar şirin bir Ege kasabasında geçen sıcacık hikayelerden tutun da tarihin derinliklerine uzanan epik anlatılara kadar çeşitlilik gördük. Fakat anlaşılan o ki, sektörün ‘görünmez elleri’, bu cesur ve yaratıcı yaklaşımları ‘ticari risk’ olarak değerlendiriyor.

Sonu gelmeyen bu kısır döngüde tek umut, izleyicinin yaratıcılık talep eden sesi. Kim bilir, belki bir gün ekranlardaki şu ‘kaktüs bahçesi’, gökkuşağı renkleriyle dolu bir tabloya dönüşür. Ama şimdilik, sahne perde arkasındaki o ‘görünmez oyuncular’ın elinde. Umuyorum ki bu konunun gündemi bu kadar meşgul etmesinin sonuçları en azından iyi olur...

Tekrar görüşünceye kadar hoşça kalın.