Andımız “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlar ve “Ne Mutlu Türküm Diyene!” sözüyle biter. 1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından yazılmış, ilkokullarda her sabah okunmaya başlamış. 1972 ve 1997 yıllarında sözlerinde ufak değişikliklerle devam etmiş. 80 yıl gururla okunan Andımız, 08 Ekim 2013 tarihinde İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik sonucunda kaldırılmıştı. O zaman da büyük tepkilerle karşılanmıştı. Veliler ve öğrenciler okulun önünde hep bir ağızdan söylediler. Sosyal medyada profillerinde paylaştılar ama bakanın inadı kırılamadı. Mahkeme yoluna gidildi. 2018’de tekrar okunması kararı çıktı ama dosya bir üst mahkemeye gitti. Danıştay Andımızın kalemini kırdı! Okunamaz kararı verdi.

Andımız okunamıyor…

Danıştay, 8 senedir yok olan Andımız’ın üstüne toprak serpti. Bu saatten sonra tekrar doğacağına inanmıyorum. Oysa ne güzeldi… Andımız zorla ezberlettirilen bir metin değil, coşkuyla söylenen ve yaşamın her aşamasında içselleştirdiğimiz ilkeler bütünüdür. Herhangi bir etnik kökeni dışlamaz. Kimseyi ayrıştırmaz. Zaten Atatürk Milliyetçiliğine göre, Milli sınırlar içinde yaşayan ve ben Türküm diyen herkes Türk’tür. Yıllarca okullarda söylenmiştir. Maalesef 2013 yılından beri Andımızı okumadan mezun olan birçok çocuğumuz oldu. Danıştay’ın kararından sonra yine tepki büyük Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstiklal Marşı Andımızdır” diyor. Diğer liderler de “Andımız vazgeçilmezimizdir”. Hatta İYİ’ler grup toplantılarını Andımız okuyarak açtı. MHP Lideri Bahçeli’de “Bu yanlıştan dönülmeli” diyerek Andımız’dan yana tavır sergiledi.

İlkokul yıllarımı hatırlıyorum. Unutulmaz arkadaşlıklarımız vardı. Teneffüste gazoz kapağı ile futbol maçı yapardık. Kaybeden ekip kazanana Çamlıca gazoz ve simit alırdı. Tadı hala damağımdadır. Andımız ise kalbimizde, okunmasa da içimizden atılamaz ve çocuklarımıza öğretiriz.

İstanbul, Fatih...

Sabah erkenden kalkıp, iki blok ileride yer alan İskenderpaşa İlkokulu'na koşardım. Hemen sıraya girip, "Andımız" hep bir ağızdan okunurdu. "Türküm, doğruyum, çalışkanım..." Ulu Önder Atatürk'ün açtığı yolda dimdik yürüyeceğimizi hatırlardık. Ne mutlu Türk'üm diyene!

Ders bitiminde İstiklal Marşı okunur, ben çantayı eve atar, Koca Mustafa Paşa’nın Küçükhamam semtine, dedemin Singer Mağazası'na koşardım. Yine unuttunuz değil mi? Singer... Şarkıcı değil... Bir dikiş makinası markası... Dedem, amcamla hem dikiş makinası satar, hem de tamir ederdi. Ortağı Meral teyze ise nakış kursu verirdi. İki saatte bir, birbirinden güzel ablalar, nakış öğrenmeye gelirdi. Hepsi beni çok sever, hayata dair sorular sorar, çikolata ile ödüllendirirlerdi. 8 yaşımda ticarete atılmıştım. Kitap okumayı çok severdim. Kapının önüne koyduğum tabure üzerinde saatlerce Kemalettin Tuğcu'nun kitaplarını okurdum. Tüm eserleri bitince amcamın kitaplarına başladım.

Karanlık odada!

Amcamın kütüphanesinde, John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar" romanı ilgimi çekmişti. Elimden düşürmüyordum. Akşamları amcam arkadaşlarıyla dışarı çıkardı. Onun peşine takılırdım. 11-12 yaşlarındaydım. İlhan, Yılmaz, Fatih, Özcan, Tekin ağabeyler hepsi hayatıma dokundu, bazen yara bandı oldular, bazen yol gösterdiler. Hepsi gönlümün kahramanlarıydı. Özcan Ağabey, Haydut'u da getirirdi. Kocaman bir Kurt köpeği... Görenlerin, "Köpeğe bak, hayvan gibi.." dedikleri cinsten... Lunaparka giderdik, dönme dolapta İstanbul'un güzelliklerini görürdük. Hemen hemen her hafta sonu çarpışan arabalarla birbirimize çarpar, Tırtıla biner, geceyi Langırt turnuvası ile bitirirdik.

Fareler ve İnsanlar...

O akşamda öyle oldu, "Fareler ve İnsanlar" kitabı da yanımdaydı. Eve doğru yürürken ekip arabası bizi durdurdu 7 kişi ve 1 köpek gece yarısına çeyrek kala dışarıda ne işi olabilirdi? (Dedem gece 12.00'de evde olmamızı isterdi. Yoksa bal kabağına dönüşebilirmişiz...) Duvara dayadılar bizi, Haydut tedirgin olup havlamaya başladı.

"Haydut sus!" Haydut komutu alır almaz susuyor...

Polis "Köpeğe koyacak başka isim bulamadınız mı?"

Ağabeylerim sakin ve sessiz olmaya çalışıyor. Hepimiz temiziz, evimiz bir üst caddede zaten Sıra bana geliyor. Kitabı görüyor. Hemen alıyor.

"Amirim bu kitabı bulduk."

Hemen telsize sarılıyor, "Fareler ve İnsanlar yasak listesinde var mı?" diye soruyor. Klasik romanı... Ne cevap geldi duyamıyorum.

"Karakola geleceksiniz." diyerek, bizi arabaya bindiriyorlar. Amcam endişeli "Ne oldu" diyor. "Orada anlarsınız çocuğun suçu ayrı" cevabını alıyor. Eve gitmeliyiz, dedemden azar işitmemek lazım yoksa yarın çıkamayız. Karakola giriyoruz, gerçekten ayna var. Biraz bekledikten sonra komiserin karşısındayız. Hulusi Kentmen değil, oldukça sert biri bana kızıyor, bağırarak...

" Bu neee? "

"Kitap" diyorum amcam sus işareti yapıp çaktırmadan ayağıma basıyor.

"Kitapmış yanında ne işi var?"

"Hiç, okuyorum" amcam bu sefer ayağıma vuruyor diziyle sus diyerek...

"Ama soru soruyor amca"

Komiser daha da sinirleniyor.

"Aranızda konuşmayın atarım nezarete..."

Nezaret ne ki! Kötü bir şey ki ağabeyler, özür diliyorlar...

"Çocuk işte, ne dediğini bilmiyor okumaz bir daha diyor." İlhan ağabeyim. Komiserin sözünü hayatım boyunca unutamadım.

"Okumasın tabii, kitap sokakta okunur mu evinde karanlık odada okusun..."

"Ama karanlık odada kitap okunmaz ki!"

"Sus Tunç!"

Neyse telsizden haber geliyor. Ben de, John Steinbeck'de suçsuz... Hemen çıkıyoruz. Koşa koşa eve... Evde ışıklar sönmüş, dedemi görüyoruz pencerede. Bize çaktırmadan içeri giriyor... Anahtarı çevirip, kapıyı açtığımızda yatağından horlama sesi geliyor. Bizim eve geldiğimizi bilmenin huzuruyla, takip ettiğini hissettirmemeye çalışarak...

O günden sonra da kitaplarımı yanımda taşıdım. Karanlık odada değil, aydınlıkta okudum. Beni daha aydınlık günlere götüreceğini bildiğim kitaplarımı...

Kahramanımız...

Bu köşenin fanatikleri var. Bizim kadromuz tam bir yıldızlar topluluğu… Herkes bana ne zaman sıra gelecek diye bekliyor. Okuyucularda geçen hafta neden yoktu diye sormakta…

O zaman fazla bekletmeyelim. Kahramanımıza yönelelim…

Radyo Ege’nin Kraliçesi, Aslan Yürekli Kedi, Dağlar Kızı Reyhan… Tam bir İkizler kadını… Hem Eylemci hem de Asena… Evet, karşınızda Eylem Asena Aslan…

Radyo Ege’nin bebekliğinden beri bir aradayız. Daha üniversitede öğrenciyken aramıza katılmıştı. Şimdi oğlu üniversiteye hazırlanıyor. Acı, tatlı, ekşi günlerimiz oldu. Uzun soluklu tartışmalarımızda… Bilirdik ki yaptığımız tüm kavgalar kurumumuzun daha yukarılara çıkması için... O yüzden birbirimize hiç alınmadık. 2017 yılında gözyaşlarıyla Ege TV’yi kapattığımızda, Üvey Kardeş Radyo Ege kapanmasın diye uyguladığımız plan doğrultusunda, Cem Beyi ikna ederek radyomuzu ayakta tuttuk. Zorluklarla geçen üç yıl Cem Bey kapıdan kovdu, biz bacadan girip yayına devam ettik. Sonunda Hakan Bey ile Cem Beyi tanıştırarak radyoyu Kandemir Medya’nın lokomotifi yaptık.

Eylem sadece Radyo Ege’nin değil, Son Mühür’ün de vazgeçilmezlerinden… sonmuhur.com portalında ve gazetede yazı yazarken, televizyon içinde özel programlar üretiyor. Yaptığı işi sessiz sedasız en iyi şekilde yapanlardan… Bazıları gibi bir yapıp, bin reklam edenlerden değil. Sabahları kahvesini içmeden yanına yaklaşmazsanız onunla anlaşmanız kolay… Sırdaş, dert ortağı… E Vitamini programı gerçekten yaşama daha iyi bakmamızı sağlıyor. Programda seçtiği şarkılar ve gülümseyen sesiyle onu dinlemek en büyük keyif… İyi ki varsın Eylem… İyi ki bizimlesin.

Son Mühür...

23 Nisan gazetemizin hazırlıkları başladı. Portalımızın yüzü değişti. Artık haberlere daha çabuk ulaşıyorsunuz. Radyo Ege'de yepyeni şarkılar çalıyor. Haftanın şarkısı size gelsin. Kırmızı Pabuçlu Prens söylüyor. "Alaz Alaz"

"Topladım tüm cesaretimi

Hadi beni al canına

Vallahi billahi gitmem

Bavulum dolu tıka basa..."

Tekrar buluşabilmek dileğiyle, daima gülümseyin.