Dün depremin 5. gününde enkaz altından çıkarılan genç; ‘Kitaplarım… Kitaplarım kaldı’ dedi…
İçim burkuldu. Duvara yaptığım kitaplığımın karşısına geçip baktım. Dokundum onlara. Divanın üstüne çıkıp isimlerini okudum. İyi geliyor bana isimlerini anmak bile.
Çocukluğumuzda kitap, muz kadar uzaktı. Daha ne diyim?
İlk sözü ‘oku’ olan bir dine doğmuşsun ama evinde tek bir kitap bile yok.
Demek ki kitap değerliymiş.
Çocuksun, 12 eylül darbesi olmuş. İnsanlar korkudan evlerindeki kitapları boş arsalara atmış. İlk kütüphanemi o sokağa atılmış cevherlerle kurmuşum mesela. Yasaklı, cıss kitapları evin damına taşımıştım gizli gizli.
Demek ki kitap korkulan ve korkutan da bir şeymiş…
Hep korktuğum hem de çılgınca istediğim nadir şeylerden biri oldu kitaplar.
Önce sınıf kitaplığına, sonra okul kitaplığına dalar okurdum çokça.
Nerde bir eski kitapçı görsem dalardım. Yeniler hep pahalıydı bana.
Üniversitede eski kitapçılık yaptım: Benim için hepsi yeniydi. Satmaya kıyamaz, kendim alırdım çoğunu.
Cebim az çok para gördüğünden beri kitap alırım.
Evden dışarı çıkarken yanımda mutlaka bir kitap olurdu. Öyle yıllarım oldu ki eve ekmek götürmek misali kitapsız eve dönmedim.
Kütüphanelerde çok zaman geçirdim. Akşam olunca kapatılmalarına üzülürdüm. Kitaplar en çok hava karardıktan sonra işe yarar aslında.
Şimdiler de yirmidört saat açık kütüphaneler var… Bazılarında çay börek bile ikram. Sıcak. Kimileri güldüler buna. Kitap cafe açacaklarına fabrika açsınlar, falan dendi. İkisi de lazım, değil mi? En azından bu söylenebilirdi... İnsana layık mekanlar. Yoktu bizim gençliğimizde. Bunları kuranları önemsiyorum. Biliyorum, oralarda sabahlayıp satır aralarında geleceği kuran gençler var.
Biz kıt paralarla, az olanaklarla okuduk. Arkadaşlarım lokantaya girip yerlerken ben simit yer kalanla kitap alırdım.
Bu duvardaki kitaplar bastırdığım açlığım ve nefsimin terbiyesi ile alındı.
Hepsi bu değil, bir bu kadar diğer odada var, köydeki evimizde kolilerde var,bu kadar olmasa da yarısı kadar da eşimde dostumda kalan kitaplarım var.
Bir de kütüphaneden, ondan bundan alıp okuyup geri verdiklerim var.
Ben taşınmaktan en çok kitaplarım yüzümden korkarım. Ağırdırlar, narindirler…
İlk eşimden ayrılırken bile ortak kitaplarımızı nasıl paylaşacağımızın korkusunu yaşamışım.
Ben zenginliği bu bildim. Oku dedi, kutsal kitap, oku dedi kutsal öğretmenlerim… Oku oku oku… Babam ‘kitapsızlık yapma lan’ derdi yanlışsam…
Kitap böyle bir şey bende. Kitabın varsa zenginsin, ‘kitapsızsan’ insan fakirisin.
Ama ne insanlar gördüm tek kitap okumamış fakat kitap gibi düzgün.
Ne insanlar gördüm kitap kurdu ama kitapsızın ahlaksızın teki…
Kitapsız müteahhitler, kitapsız denetimciler! Kitapsız etkili ve yetkililer! Bunca ölümde parmak iziniz var. İmzanız var... Umarım bulunacaksınız. Umarım ibret için eksik yaptığınız işlerin karşılığını göreceksiniz.
Deprem enkaz altında kalan kitaplar…
Kitapların sahipleri kadar onlara da takılıyor aklım. Yıkılan betonların arasında kalmış belki milyonlarca kitap. Ezilmiş büzülmüş… Şimdi enkaz kaldırılırken daha da ezilecekler, yırtılıp kullanılmaz olacaklar. Ama enkazdan demir aksamlar toplanacak cevher gibi
Keşke ben de kitapları toplayabilsem, oldukları gibi, yaralı bereli, onlardan bir kütüphane yapsam. Keşke bir de kitap arama kurtarma ekipleri kurulsa. Dünyanın birikimi.
Hep duvarları kitaplarla dolu sekizgen bir kütüphanem olsun isterdim.
Bu duvarda benim tapusuz servetim var. Herkesin serveti farklı. Kimi de tapulu şeylerden servet yaparlar. Var öyleleri. Sonra bir deprem gelir vurur, tapu mapu?
Kitaplarda ezilir depremle. Ama onlar aslında beynimin içindeki yaşam üçgeninde.
Taputun da tapusu yok.
Kefen…
En çok ihtiyaçlardan biri de kefenmiş deprem bölgesinde.