Birbirimiz ile anlaşma şeklimiz kelimeler üzerinden oluşturduğumuz yollardan geçiyor. Çoğu zaman birden fazla anlamlar yüklüyoruz kelimelere ve anlaşılmak istiyoruz yolun karşı tarafındaki farklı bakıştan. Belki de keşfedilmek istiyoruz, bulunmak ve bazense hiç konuşmadan anlaşılmak. 

Nadirdir ki bakıştan köprüyle bizi anlayan insanlara rastlamak. Bu noktaya ulaşmak zaman ve emek sonucu kazanılan dostluk perdesinin arasından geçmekte.

Güzellik…

Birden fazla anlamı içinde barındıran bu güzel sözcük, bazen anlatmak istediğimizin yanında yetersiz kalır. Neden mi? Çünkü bu kavram her zaman farklıdır. Bana göre değişir, sana göre değişir, ona göre değişir, kısacası herkese göre değişen güzellik görecelidir. 

Bazen bir filme çok güzel deriz, bazen bir müziğe ya da bir yemeğe. Çok güzel bak deriz. Güzel de, kime göre, neye göre? Beğenmediğimizi dile getirdiğimiz zamanlarda ise sorgulanırız; “aa niye ki, çok güzel ama.” Bunun sonucunda da kabul ettirmeye çalışma davranışı devreye girer. Nedense bizim beğendiklerimizi herkesin beğenmesini bekleriz ya da ikna yolu ile beğendirmeye çalışırız. “çok güzel ama”…

Hepimiz ara sıra bu gibi durumlarla karşılaşmışızdır. Sanırım en çok ta yemek olayında bunu yaşıyoruz. Bir restorana gidilir, herkes istediği yemeği sipariş eder, bazen karşı taraf en çok sevdiği yemeği senin de yemen için ısrar eder. “çok güzel ama bundan sipariş ver” denir. Bir şekilde sen istediğin yemeğin siparişini verme mücadelesini kazanırsın. Keyifle ve sohbetle yemek yenir. Ama durum burada son bulmaz. Tatlı kısmına sıra gelir. Sen tatlı yerine bir açık çay söylersin kendine. İşte tam orada yine bir ısrar başlar. “Bak bu tatlı çok güzel, biz çok severiz, sen de bundan sipariş ver çok beğeneceksin” diye devam eder. Ben tatlı sevmiyorum dediğinde “ama bu çok güzel” diye cevap gelir. Sonra da neden sevmiyorsun sorusuyla devam eder. Nedeni yok, tat alma duyularım acılı, ekşili tatları seviyor…

Anlaşmak ve anlaşılmak zor zanaat üstadım. Hele ki her bakış kendi penceresinden bakarken. Rahat olmak lazım, kendimize has, özgür olmak lazım. Kabul edip olduğu gibi sevmek, bazen de anlamaya çalışmak, açık olmak lazım…

Değişim…

Her gün değişiyoruz, her dakika ve her saniye hem de farkında bile olmadan. Zaman değişim üzerine kurulu. Doğa ve evren sürekli değişim içinde. Gece ve gündüz bile mevsimlere göre konumunu değiştiriyor. Her mevsimde ay farklı, güneş ise farklı yerlerden parlıyor. Doğa bile değişime bu kadar açık ve uyum sağlamışken biz neden bu kadar direniyoruz.

Sanıyorum bizi alışkanlıklarımız yönetiyor. Bildiğimiz ve tanıdığımız yerde olmak istiyoruz çünkü değişimdeki belirsizlikler bizi tedirgin ediyor. Güven duyduğumuz konfor alanından çıkmakta zorluk yaşıyoruz.

Aslında bulunduğu ortama en çabuk uyum sağlayabilen ve orada yaşamını sürdürme yetisine sahip tek varlık insanoğludur. Bazı hayvanlar ve hatta bitkiler bile farklı coğrafyalarda yaşayamazken, insanoğlu her coğrafya da yaşamını devam ettirebilmiştir. Ancak zihnimiz değişim sözcüğü ile karşı karşıya geldiği an, yaratılışı gereği savunmaya geçer ve zırhlara bürünür. 

Geçen zamanla beraber alışkanlıklara farkında olmadan alıştığımızı görebiliriz. Kendimize izin verirsek değişime de alışacağız ve her an yenilenmenin muazzam hissiyle karşılaşacağız. 

Zaman zaman bulunduğumuz noktadan memnun olmayız. Daha ilerlemek, büyümek ve gelişmek isteriz. Ama bunun için de çaba harcamaz, kendi kendine iyileşme isteriz. Konfor alanımızdan çıkmadan olsun isteriz. Klişe cümleler gibi; değişin, düşüncelerinizi değiştirin, davranışlarınızı değiştirin demeyeceğim. Elbette kolay olmayacak. Zorlu bir yol olacak. İnişler çıkışlar olacak. Bazen pes etmek isteyeceksin, vazgeçmek, bırakmak isteyeceksin. İşte bu kırılma noktası olacak. İstediğin durağa varabilmek için değişimdeki sancılı geçişe gönüllü olmak lazım. Bazı engellere takılsan dahi sabırla ayağa kalkıp devam etmen lazım. Ben bu zorluklara gönüllü oldum diyerek devam edersen daha kolay üstesinden geleceksin emin ol.

Değişim sürecine başlama kilitlerini harekete geçerek kırabilirsin. Ufak ufak, adım adım hareket ederek. Çok sevgili kılavuzumun bana dediği gibi “kendi rekorlarını kır, on dakika ile başla.” Ben de öyle yaptım, bebek adımları ile başladım ve şimdi yürüyorum. Ben bu yolculuğa gönüllü oldum.

Korkmadan ilerle ve macerayla kal…