15 Mayıs 1919 günü İzmir’in, Yunanlılar tarafından işgal ile gerçekleşen kötülükler, biz İzmirlilerin belleğinden hiç silinmemiştir. İşgalin ertesi günü, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, İstanbul’daki 6 aylık çalışmasını bitirerek, Bandırma vapuruna binmiş, Samsun’a gelmiştir. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, Temsilciler Meclisi’nin Ankara’ya gelişi izler. Bu yıl, o günlerde yaşananların, 103. yılını ülkece anacağız.
O günlerin, bir daha yaşanmaması dileğiyle kısa bir göz atalım; İzmir’in işgal edileceği halk arasında süratle duyulmuştur. Günlerdir tedirgin olan halkta gerilim ve öfke son kerteye varmış, öğretmen Mustafa Necati’nin çağrısı üzerine gençler ve ileri gelenler,‘Mekteb-i Sultanî’de (günümüz İzmir Atatürk Lisesi) toplanmışlardır.
İlk konuşmayı yapan öğretmen Mustafa Necati Bey, Yunanlılara karşı koymak için bir direnme örgütü kurulması gerektiğini bildirmiştir. Toplantı sonucunda; “İlhakı Red Heyet-i Milliye” komitesi oluşturulmuştur.
İzmir’in İşgali
Yunanlılarla işbirliği içinde olan İngiliz ve Fransız filoları komutanları, 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü, İzmir’de Vali Konağı’na giderek Vali İzzet Bey’e İzmir’in işgal edileceğini bildirmişlerdir. Yerli Rumlar, Yunan askerlerini bayraklarla karşılarken, İzmir Metropoliti Hrisostomos, etrafta koşarak, “Türkleri öldürün” diye bağırmaya başlamıştır.
Yerli Rumların tezahürat yapması, İzmir’de ortamı aniden germiştir. ‘Hukuk-u Beşer’ gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Osman Nevres (Hasan Tahsin), sinirlerine hâkim olamayarak Yunan alayının önünde yürüyen ‘Sancaktar’ı vurmuş ve kendisi de hemen orada Yunan askerlerince şehit edilmiştir. Yol kenarına toplanmış bulunan ve olanı biteni kavramaya çalışan çoluk çocuk, yaşlı, genç yüzlerce Türk, işgal askerleri tarafından hunharca katledilmişlerdir.
Sarıkışla’da esir alınan Türk askerleri arasında yer alan, Rum ahalinin tüm zorlamalarına rağmen ‘Yaşasın Venizelos’ diye bağırmayı ret eden Albay Süleyman Fethi Bey, 22 süngü darbesi ile şehit edilmiştir. Bütün bu olaylar uygar ulusların temsilcilerinin gözleri önünde ve onların izniyle yapılmıştır. Yunanlılar ilk gün, Konak’ta 400 Türk’ü şehit etmiş, çevre köy ve kazalardaki olaylarla birlikte iki gün içinde 5.000 kadar Türk hunharca katledilmiştir.
İzmir’in işgali, Türk halkında ‘işgale karşı koyma’ şuuru uyandırmış ve yurdun her yerinde protesto mitingleri yapılmaya başlanmıştır. Bu tepkilerin ardından, Türk halkı, ‘Kuvay-ı Milliye’ olarak adlandırılan bölgesel direniş örgütlerini kurarak, yörelerinde düşmanla mücadeleye başlamış daha sonra da düzenli orduya geçilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da, Anadolu’da
Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, “1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım” ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 “Millî Mücadele”nin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır; fikir ve karar sahibi Atatürk’ün hedefine varan yolda attığı ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir'e göre:
“Mustafa Kemal’in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine, hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal’in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır.”
Atatürk’ün emperyalizmin Anadolu’daki kötücül emellerine son vermek üzere Samsun’a ulaştığı 19 Mayıs 1919 gününü, “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutluyoruz. Günümüz gençliği, 1919 yılında “Bütün ümidim gençliktedir.” diyen Atatürk’e ve onun eserine sahip çıkıyor mu? Bunun irdelenmesinin yapılması gerekir. Bu makalemde önce Atatürk’ün Samsuna çıkışını ve daha sonradan da O’nun güvendiği gençlere söylediklerine yer vereceğim.
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’daki karabasanı kaldıracak çözümü önceden kendi kafasında belirlediğini ve arkadaşlarıyla paylaştığını biliyoruz. Ancak, Bandırma vapurunda bulunan 23 kişinin, onun yapacaklarından hiç haberi yoktu. Mustafa Kemal Paşa, daha ata ocağı Selanik’in savaşmadan düşmana teslim edilmesini hazmedemeden, Anadolu’nun aynı düşman tarafından işgal edildiğini görmüştü. O günlere bir anı ile geri dönelim. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da bir süre çalıştıktan sonra kentin postanesine gider. Görevli PTT memuru o günü söyle anlatır:
“Hava yağmurlu ve elektrikliydi. O zamanlar paratoner sistemi olmadığı için telleri toprağa vermiştim. Saat gece yarısına yaklaştığı bir anda kapıdaki nöbetçi koşa koşa geldi, bir haber verdi. Mustafa Kemal Paşa geliyor. O sırada, Mustafa Kemal Paşa tek odadan ibaret telgrafhaneye girdi. Ayağa kalktım.
‘Buyurun Paşam.’
‘Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor’ dedi.
‘Hava elektrikli, telleri toprağa verdik, sizi görüştüremem’ dedim. Mustafa Kemal Paşa:
‘Bu, vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim, ya ölürüz, ya vatan kurtulur’ dedi.
Ceketin cebinden ipek mendilini çıkarıp maniplenin üzerine koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.
‘Sen ölürsen ben de ölürüm’ dedi.
Elimi bırakması için söylediğim ısrarlı sözlere aldırmadı, elimi uzun süre bırakmadı. Önce Havza'yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur, Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi, yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı. Bir kâğıda çabucak şifreli bir şeyler yazdı. Havza’ya iletmemi söyledi. Amasya ile de istediği konuşmayı yaptı, sonra;
‘Oh çok şükür, şimdi vatan kurtuldu’ dedi ve beraberindekilerle gitti. Birden aptallaşmıştım. Oturduğum yerden kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyan bir kişiydi. Fes kapmaya, mevki elde etmeye gelmiş biri olamazdı. O bir gerçek vatanseverdi, Atatürk’e hayranlığım yağmurlu bir gecede böyle başladı...”
O anı, Mustafa Kemal’in kurtuluş mücadelesinde önemli anlardan biriydi. Kurtuluş Savaşı’nı genci, ihtiyarıyla beraberce kazandıktan sonra, 18 Mart 1923 günü Gazi Mustafa Kemal Paşa Tarsus’taki gençlere şöyle seslenmiştir:
“Muhterem gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip olmak, mağlup olmak. Size Türk gençliğine terk ettiğimiz ve bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız…”
30 Ağustos 1924 günü, Gazi, Dumlupınar’da zafer anıtını temelini atarken, çok güvendiği gençlere Cumhuriyeti şöyle emanet eder:
“Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.”
1927 yılında, okuduğu “Gençliğe Hitabesi”nde, gençliğe yine önemli görevler verir:
“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…”
1927 yılında, Gazi, eğitimin ve kalkınmanın temeli olarak gördüğü öğretmenlere, şöyle seslenir:
“Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın olumlu fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.”
1933 yılında ise gençliğin uyması gereken kuralları şöyle açıklar:
“Gençliğin çalışkan, duyarlı ve milliyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik her türlü faaliyetlerinde Cumhuriyet kanunlarına ve Cumhuriyet kuvvetlerinin usul ve kurallarına uymaya da dikkatli olmalıdır.”
26 Mart 1937 günü, Atatürk, Ankara’da eğitim gören, Bursalı gençlerin düzenlediği gecede şunları söylenmiştir:
“…Sizler yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere, yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yükselme idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız…” Aynı yıl gençlere şöyle veda eder:
“Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum.”
Atatürk’ün yukarıda vermiş olduğu görevleri yapıp yapmadığımıza gelince; O’nun mirasçısı olan bizler görevimizi yeterince yapmadık; O’nun emanetini çocuklarımıza O’na layık bir biçimde bırakamadık. Günümüz gençliği ise, bizim yapmadığımızı yaparak Atatürk’e layık gençler olacaktır. Bunu görüyor ve onlara güveniyorum.