Türkiye koşar adım yerel iktidarların seçimine gidiyor. 

Gidiyor ama sapla saman öyle bir karıştı ki, belki de yıllar sonra 2024 seçimleri için tek cümle kullanılacak: “Öncesinde seçmen halkın asla muhatap alınmadığı, seçmen halkın önüne dayatma tercihlerin konulduğu bir seçimdi.” 

Özellikle CHP kanalında yani adında “halk” olan ve Mustafa Kemal’in kurduğu partinin halktan uzaklaşması 2023 Mayıs seçimleri hazırlığında başladı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, halkın kesinlikle istemediği şekilde Cumhurbaşkanı adayı oluşu ve örneğin İzmir’de iki bölgede liste başı yapılan adayların İzmir tarafından tepkiyle karşılanması, bugün anlıyoruz ki 2024 yerel seçimleri için de temel teşkil etmiş. 

Mayıs seçimlerinde “6’lı masanın” samimiyetsizliği, birlik oluşturan partilerin birbirlerinin zıttı oluşu ve üzerine de İyi Parti’nin yeterince kendini anlatamaması AK Parti ve liderini yeniden iktidara taşıdı. Açıkça inancımı paylaşmalıyım ki, 2023 Mayıs seçimleri AK Parti’nin başarısından değil, başta CHP, tüm muhalefetin halkın beklentilerini dışlayan samimiyetsizliğiyle sonuçlandı. 

Ne yazık ki CHP, lider kadrosunu değiştirse de içi boş bir “değişim” rüzgarıyla, züccaciyeye girmiş bir fil gibi hazırlanıyor yerel seçimlere. Hiç kusura bakılmasın ama halk içinden özellikle de İzmir sokaklarından görülen “manzara-i umumiye” budur. 

Konumuz önce “devri sabık yaratma alışkanlığı” 

Ne demek bu? 

Devr-i Sabık, sanıyorum 1908 ikinci meşrutiyet sonrası 33 yıl tek hâkim olan İkinci Abdülhamit’in, İttihatçılarca indirilmesinden sonra, onun devrine dair sokaklarda, gazetelerde kötülenmesi, sorgulanmasıyla başlamış.  Avrupa destekli girişimlerle devrilen Abdülhamit’le birlikte Osmanlı önce Balkanlar’da sonra cihan harbinde kendini de tarihen tüketmişti. Önce işgal sonra da İstiklal Harbi ile yeni devlet kurulmuştu. İlginçti ama aradan 100 yılı aşkın zaman geçse de Osmanlı’nın 33 yıl hükümdarı olan 2. Abdülhamit hala gündemde ve tartışılıyor. Abdülhamit dönemine “devr-i sabık” muamelesi yapanların, 1918’de ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını da hatırlatmak isterim. 

1918’de Mondros’la başlayan işgaller, Türk Milleti’nin Mustafa Kemal Paşa önderliğinde giriştiği ve 1922’de zaferle noktaladığı Milli Kurtuluş Savaşı sonrası, Cumhuriyet’in ilanıyla da devam eden süreçte Cumhuriyet kadroları, yeni devlet sistemini kolaylıkla oturtabilmek için, eski devri sürekli hedef haline getirmişlerdi. 

Bu anlaşılır bir çalışmaydı. Eğitimden sosyal hayata, yabancılarla ilişkilerden milli ekonomiye yepyeni ve kulluğa dayanmayan bir yurttaşlık devrimiydi Cumhuriyet… Belki bir nebze yaratılan “devr-i sabık” normal görülebilirdi. 

Ama “devr-i sabık” yaratmanın riskli sonuçları, adeta bir virüs gibi Türk siyasi yaşamına bulaştı, hem de her kademede.

Çok partili hayata geçince DP, CHP’yi derhal “devr-i sabık” ilan etti. 1960 askeri darbesi DP yıllarını, hem de gazete manşetlerinde “devr-i sabık” kaydederken, siyasi iktidar değişimlerinde yeni, bir söylem de literatüre galiba Demirel’le girdi: “Enkaz”.

Bu söylem daha sonraları “enkaz edebiyatı” şeklini aldıysa da seçim meydanlarında oldukça işe yaramıştı. 

1980 gladyovari darbenin lideri Kenan Evren, şehir şehir dolaşarak, emir komuta zincirinde ve içtima düzeninde halka, hep “devr-i sabık” hikâyeleri yaratıp anlattı. Askeri dönem bitip Özal dönemi başladığında ve özellikle de siyasi yasakların kalkması öncesinde Turgut Özal’ın da meydanlarda, ekran ve gazetelerde vurgusu “devr-i sabıktı”.  

İttihat Terakki buluşu “devr-i sabık” yaratma yöntemi, Cumhuriyetle birlikte yaşamaya devam etti etmesine de zamanla farklı düşüncelerin birbirlerine yaptıkları bu yaklaşım, aynı fikirde olanların da birbirlerine yapmaya başlamasına döndü. 

Makam devir teslimleri, lider değişimlerinde hep kullanıldı devr-i sabık yaratma. 

İşte yerel seçim öncesi… 

31 Mart yerel seçim tarihi. İzmir’de CHP’de rekor sayıda aday adayı belediye başkanı olmak için. 

Peki halk? 

Halk nasıl başkan, nasıl meclis istiyor, yaşamına beklentisi nedir? 

CHP artık halkın beklentilerini değil, lider kadrosu ve taraftarlarının tercihleri üzerinde aday belirleyecek. 

Bu yolda kalp kıracak ki kırdı, ötekileştirme yapacak ki yaptı, kuruluş ayarlarına aykırı kişileri tercih edecek ki etti. 

Eleştirilere kapalı, uyarılara tepkili bir değişimci kadro iş başında. Bir iki İstanbul TV’si veya gazetesi akıl hocaları. Harcanan onca paranın da hesabı artık mahşerde gibi. 

İzmir’in her ilçesinde her aday adayı “devr-i sabık yaratma” konusunda muhteşem başarılı.  Aslında bu 2019 seçimlerinde de yaşanmıştı. 

CHP kadroları, adeta eski İttihatçı geleneğini yaşatmak için yarışıyorlar.

Şimdi kimse bana karşı çıkmasın, Özfatura sonrası Çakmur’un başkan olduğunda söylenenleri normal görebilirim bir yerde ama, 15 yıl başkanlık yapan Aziz Kocaoğlu’nun ardından, Tunç Soyer’den olmasa da “Soyerci” bazılarının “Azizcileri belediyeden kazıyacağız” söylemleri kulaklarımdan gitmiyor. Bakın burada tanık olduğum için altını çize çize yazıyorum. Başkan Soyer’in ağzından bir kez bile Aziz Kocaoğlu dönemine ilişkin saygısızca ifade duymadım. Ama Tunç Soyer’e “sadık görünen” bazılarının haykırışlarına tanığım. Üstelik mesela bazı birimlerde “her işten anladığını sanan” bir şahsın “Aziz Kocaoğlu” isminin yazıldığı yayınlara bile tepkisine dehşetle tanık olmuştum. 

Ya ilçeler?

Bayraklı başta olmak üzere Karabağlar, Bornova, Konak, Güzelbahçe gibi ilçelerin aday adaylarının mevcut partili başkanlarını daha kesin aday olmadan halk arasında “devr-i sabıka” havale ettiklerine, ilçelerinin kaldırım taşları bile şahitlik eder. 

Ama bu dönem, geçen döneme göre büyük bir fark var. Aday adaylarının neredeyse tamamı ve bazı İzmir ya da İzmir dışı CHP’li vekiller ile CHP üst iradesi, kıblelerini İzmir’i zerre hissetmeyen bazı odaklara çevirmiş durumda. Üstelik girişimlerin hedefi İzmir. Başlı başına Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun, İzmir’e art niyetli şekilde yaklaşımlarının altında, bazı menfaat beklentili iç ve dış güçlerin olduğu muhakkak. 

Gün olur onları da yazarız. 

En kıdemli kademeli Büyükşehir Belediye Başkanı olan aynı zamanda bir bilge karakterli Yılmaz Büyükerşen’in “telefonla aday yapılması” sonra da makamına ziyaretle “başkan adaylığını boş ver, yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı ol” yaklaşımı bile, asırlık CHP’nin liderlik düzeyinde hem kalibre sorunu hem de “tasfiye” amacı yaşadığını gösterir. Büyükerşen Hoca’nın tek kabahati yaşlı olması değil, dürüstçe ve vefayla Kemal Bey’in yanında olmasıdır. 

Ya Tunç Soyer? Ankara adayı ilan edilen Mansur Yavaş’tan daha mı az CHP’lidir? Tunç Soyer, İstanbul Belediye reisi İmamoğlu’ndan daha mı başarısızdır? Ya Aydın reisi Çerçioğlu, Tunç Soyer’den daha mı muhteşem başkandır? 

Tabii ki hayır, mesele ideolojik ya da başarı başarısızlık ekseninde değerlendirilemez. “Değişimci” yeni lider kadrosuna “biat derecesi” önemli olandır. 

Adaylar netleşsin, ilan edilsin, yazacaklarımı şimdiden planlıyorum. İstanbul ve Ankara birlikteliğinin İzmir’de oluşturmaya çalıştıkları düzeni, tüylerim diken diken hissediyorum. Umarım yanılırım ama İzmir’e “devr-i sabık yaratmak” için İzmir hissiyatı olmayan aday ya da adaylar gösterilirse, ben de sadece İzmirli yerli yurttaş olarak “demir çarık demir asa” mücadeleye başlarım… Çünkü başka İzmir de yok zaman da yok. 

Başlı başına İzmir’in, bir an önce İstanbul etkisinden kurtulması zorunlu. İstanbul medya ve sermayesi, İzmir’i kendine pazar, İzmirlileri de herhalde “mal” görüyor… Bunun hazırlığı da on yıllardır sürüyor. İzmir basınının okunur ve izlenir olmayışının nedenini burada aramak gerek. Lakin söylesem tesiri yok, sussam gönlüm razı değil. 

Tunç Soyer ikinci dönemini bazı şartlarla hak ediyor. 

Bu şartların ne olduğunu haftaya yazacağım. Belediye Başkanının tutacağı ilk nabız, çalışanlarının nabzıdır. Belediye çalışanları, halkın vitrinidir. Sanırım mesele de burada… Başkan, kendi aklını ve yüreğini eğer dağıtırsa büyük yanılgıya da girmiş olur. Ne yazık ki 2019-2024 İzmir’in tüm belediyeleri gerçek “halka ilişkileri” halka çelişkiye döndü ki, bu durum İstanbul – Ankara birlikteliğini güçlendirdi. 

Ne diyelim, yaşayıp göreceğiz. “Devr-i Sabık” politikasının, yapana hayır getirdiğini henüz tarih yazmadı. 

Demedi demeyin. 

NOT: 1989 yerel seçimlerinden bu yana İzmirli kimliğimle bir kez dışında, hep SHP, CHP adaylarına oy verdim. Ama ilk kez öğrendiğim, inandığım siyasi hareketin, amaçsız, ufuksuz ve en önemlisi temel mefkuresinden bu kadar uzaklaştığını, milli manayı bırakıp karanlık maddeciliğe yöneldiğine şahit oluyorum. En yakın dostlarım ya başkan ya da bu siyasette aktör. Susamam, görmezden gelemem çünkü benim Kuvvacı şehitlere ve ebedi şef Mustafa Kemal’e sözüm var. O yüzden korkum da yok, beklentim de! 

Ne Mutlu Türküm Diyene! 

[email protected]