Bakıyorum çevreme, dinliyorum sesleri ama sanki her ses ve gördüğüm, yabancı. İzmir’deyim ama İzmir’i görmüyor, hissetmiyor, yaşamıyorum sanki. İzmir’in kendine has rüzgarını nasıl menfaat uğruna betonlara sattılarsa “yabancılar”, bugün de kültüründen doğasına, okullarından fuarına ve hatta tarihini de korkuyla karışık menfaat çevrelerine bile isteye devrediyorlar.
Karşı çıkan, “olmaz” diyen için de “vay haline”: Ekmeksiz, işsiz, itibarsız bırakmak bu iki yüzlü, sahtekâr, yalancı, merhametsiz menfaatçilerin adeta yöntemi, olmuş. Ormanlar yanıyor, körfez ölüyor, devletin okulları bir acayip ihalelerle kaygılı ortamlara dönüyor, engelliler, sakatlar Metro tünellerinde mahsur, kalıyor, Fuar’ımız kimliksizleştiriliyor, sermaye kompradorlaşıyor, demokrasi ucuz Çin malı gibi oluyor, siyaset hesap makinesi kullanıyor, cahil ve yüzsüz müteahhitler birer vampir gibi depremzedelerin kanlarıyla besleniyor, gazeteci, gazeteciyi tanımıyor, eleştiri “yıpratmak” ve “hakaret” sanılıyor, 15 Mayıs unutuluyor, 9 Eylül sadece “yangın” sanılıyor, Basmane işgal ediliyor, istismarcılar pazarlarda kol geziyor, huzurevine girerken bile torpil isteniyor, sadece doğum yeri İzmir olan İstanbullu veya İzmir’le alakası olmayan nepotik duygulu siyaset ağalarının hısım akraba garabetlere İzmir teslim ediliyor, yalakalar, yağcılar baç tacı ediliyor, bir telefonla yaratılan korkularla selam hakkı, bir fincan kahve hakkı bile yok sayılabiliyor.
Ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 90’ların sonunda İzmir’in güçlü, başı dik, mücadeleci basınını öldürmek amacıyla, “boyalı İstanbul baronlarının” İzmir’e açtıkları “ek” tezgâhları ekonomik nedenlerle kapanınca, ilk isyanı ne hazindir ki İzmir’in yerel basınının güya örgütü yaptı.
Ve böyle bir ortamda, doğduğum kentte kalbim kırık isyan etmeye çalışıyorum. Kalbim kırık olsa da İzmir’ime, Mustafa Kemal’ime, halkıma kendimce verdiğim söz var. “Tek de kalsam hak bildiğim yolda yürümeye devam”, menzile varamasam da bari uğrunda kaparım gözlerimi. Çünkü biliyorum ki artık iyice, “söylesem tesiri yok, sussam kalbim razı değil”!
Bugün 29 Ağustos dedim ya?
Bugün İzmir tarihinin en kahraman din adamı, Kalpaklı Müftü Rahmetullah Çelebi’nin terk-i dünya edişinin yıl dönümü…
Haydi onu analım şimdi biraz:
1872 yılında İzmir'de doğmuş. İptida ve rüştiyeyi bitirmiş. 1900 yılında icazetname almış. İzmir Müftülüğü görevine 1908’de İzmir Vilayeti Müftü Vekili olarak başlamış; 1910’dan sonra da asaleten bu göreve getirilmiş. 1916 ile 1919 yılları arasında Adalar Kazası Tahrirat Naipliği göreviyle bir süre İzmir'den ayrılmış. Hatta buna biraz da sürgün demek lazım. Çünkü 1919 yılında tekrar İzmir Müftülüğü görevine döndüğünde, 30 Mart 1919 tarihli Hukuk-u Beşer Gazetesi’nde “Rahmetullah Efendi vilayetimiz müftülüğüne tayin olunmuştur. Esbak Vali Rahmi Bey'in keyfî muamelesinden dolayı mukaddema azledilen Müftü Rahmetullah Efendi vilayetimiz müftülüğüne tayin olunmuştur” diye haber olmuştur ki, bu gazetenin “Hasan Tahsin” Bey’in gazetesi olduğunu hatırlatmak isterim.
İşgal öncesinde İzmir’de Maşatlık alanında düzenlenen mitingde, vatan sevgisinin imandan olduğunu, haykıran Rahmetullah Efendi: “Kardeşlerim… Ciğerlerinizde bir soluk nefes kaldıkça, damarlarınızda bir damla kan kaldıkça, anavatanımızı düşmanlara teslim etmeyeceğinize Kur’an-ı Kerim’e el basarak benimle yemin edin…” şeklindeki sözlerle halkı direnişe çağırmış. İşgal sırasında ise sadece İzmir Müslümanlarının can, ırz ve mal emniyetlerini düşünmüş, işgal yönetimiyle ilişkilerinde duruşunu hiç bozmadan dikkatli bir süreç yaşamış ama ulusal mücadeleye de çıkar beklemeden desteğini sürdürmüştür. Rahmetullah Efendi, işgal yıllarında Yunan Genel Valisi Stargiades ile mesafeli ve milli duruşunu gizlemeden iletişim içindedir.
Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Müftüsü olan Rahmetullah Efendi, Gazi Mustafa Kemal’in de takdirini kazanmış. 29 Ocak 1923’te, Atatürk’ün Latife Hanım’la nikâhlarını da kıymış olan Rahmetullah Efendi, vefat ettiği tarihe kadar müftülük görevini sürdürmüş. İzmir’in aydın din adamı Müftü Rahmetullah Çelebi Efendi, 72 yaşında, 29 Ağustos 1944 tarihinde vefat etmiş ve aynı gün Kokluca Kabristanı’nda toprağa verilmiş. 1949 yılında da eşi İkbal Hanım vefat ederek, Müftü Bey’inin yanına defnedilmiş. İzmir’in kurtuluş sürecinde her gününü vatanın bağımsızlığı için çabalayan bu kişiyi ne yazık ki zaman içinde unutmuşuz. Kabri de bu unutulmuşluğun izlerini anbean yaşamış.
2017 Şubat ayında, Büyükşehir Belediye Başkanımız Aziz Kocaoğlu’nun “danışmanlığını” yaparken, önemli bir tarihçimizle yaptığım sohbet sırasında, Rahmetullah Efendi’nin kabrinin halini öğrendim. Açıkçası bu kabrin nerede olduğunu bile bilmiyordum. Ertesi gün, kabri bulduğumda manzara dehşet vericiydi. Fotoğraflarda da göreceğiniz gibi sanki İzmir yeniden işgal olmuş da, işgalciler Müftü Efendi’den intikam almış gibiydi kabri… Yanındaki eşi hanımefendinin de kabrinin hali aynıydı… Utanmıyorum dökülen gözyaşlarımı yazdığımdan ama, utanıyorum ki, yıllarca İzmir’de “Kuvva-i Milliye ruhunu” yaşamak için uğraşan ben, neden o ana kadar bu hazin durumu tespit edemedim? Ne kadar kaldım mezarı başında hatırlamıyorum. Derhal Başkan Aziz Kocaoğlu’na durumu arz ettim.
Tarih: 27 Şubat 2017.
Aziz Başkan derhal talimatı vermiş mesajımı okuduğunda. Çalışmalar hemen başladı. Bende de günde iki kez gidip bakıyordum. Kokluca Kabristanı görevlileri de ayrı bir heyecana kapıldılar, onların hassasiyetini yok sayamam. Çok çabuk yol alındı. İzmir’in bağımsızlık sürecine inancıyla, ruhuyla sahip çıkmış bu aydınlık insanın kabrinin de aydınlık olması için büyük çaba harcandı. İzmir’in mezarlıklar emekçilerini saygıyla anıyorum burada.
Ve kabir onarıldı…
1944’ten sanırım 1964’e kadar elden geçmeyen, 1964’ten 2017’ye kadar da unutulan bu kahraman din adamının kabri, şimdi adına layık bir hale getirildi. Eşi İkbal Hanım’la umarım ki daha rahat uyuyordur Müftü Efendi. Bu kabri, yüreği vatan sevgisiyle çarpan her yurttaşın ziyaret etmesi gerekiyor bence. Çünkü Müftü Efendi’nin ailesi yok artık.
Müftü Efendi olmadığı gibi bir de evi yakıldı yakın geçmişte. Basmane’nin kimliğinin değişmesine seyirci kalanlar, Kalpaklı Müftünün evini mi koruyacaklardı sanki?
Son iki yıl öncesine kadar her 29 Ağustos’ta Rahmetullah Çelebi’nin kabrinde minik bir anma yapardık İzmirli izcilerle… Ben artık gidemiyorum ama onlar gitmeye devam ediyorlarmış. Keşke Cemil Tugay ve Ömer Eşki de bilseler de gitseler. Çünkü o pırıl pırıl kabir İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vefasının göstergesi.
30 Ağustos var, 9 Eylül var, Fuar/Kültürpark var ama, ölümüme kadar İzmir’i arayacağım. Hem de İzmir içinde İzmir’den abat olup İzmir’i bilmeyenlere inat, İzmir’i arayıp bulacağım elbet! Sevgili dostlarım bazı kararlar aldım ki, gayem sevdiklerimi korumaktır. Mekân değişse de biz irtibatta kalalım. Hepinize esenlikler diliyorum.