Konuşmak ve yazmak istemediğim zamanlardan geçiyorum. Çünkü ne zamanın anlamı ne de o zamanlarda duyduğum, tanık olduğum, yaşadığım olayların ve söylemlerin doğruluklarında şüphelerim büyük. 
Hele de İzmir’de… 

TİMSAHLAR AĞLARKEN! 

Yine yandı bitti kül oldu… Üstelik İzmir’in neredeyse merkezinde olan biten yangın… Peki neden bu kadar çok çıkıp kolayca yanıveriyor ağaçlarımız, yeşilimiz? Neden o masum orman sakinleri kavrularak can veriyor? Ve neden yangından sonra, ta ki yeni olası yangına kadar çıkarıyoruz aklımızdan “gerçek” olan gerçeği? Ama depremde de kentsel dönüşümde de “konuşmaktan” başka ne yaptık ki?  İzmir’in ciğeri yandı ama biz “Hakimiyeti Milliye’nin” sahipleri, yani millet olarak “iktidar ve muhalefetin”, “bakanlık ve belediyenin” polemiklerine, birbirini tutmayan açıklamalarına şahit oluyoruz.  Bir kere şu konu neden tartışılmıyor? Türkiye sınırları içindeki ormanlardan sorumlu olan kurum nedir? Orman Bakanlığı mı yoksa belediyeler mi? Biten “tarımın” ve “yanan/yakılan ormanların” bakanlığı, neden sorulara cevap vermiyor da her yangından sonra bakanların yangın alanlarındaki şovlarından medet umuyor?

AKP iktidarının “orman politikaları” gerçekçi ve orman sevgisi üzerine mi yoksa ormanlardan rant devşirmeyi “yatırım” sayan bazı vicdansız ve yüzsüz müteahhitlerin sevgisine mi endeksli? Hani nerede yeşil üniformalı “ormancılar”? Hani nerede ellerinde tüfeklerle, telsizlerle “orman bekçileri”? Eskiden var olan bir sistemi yok etmiş, yenilememiş olabilir mi bakanlık? Çünkü baksanız bizim ormanları hep “kendini, bilmezler” yakıyor! Yani bu “kendini bilmezler” ellerini kollarını sallayarak, mangallarını da alarak dalabiliyor ormanlara, öyle mi?  Ben size bir duyumumu yazayım şimdi. Hani Bayraklı Şehir Hastanesi var ya? O dağlarda onca ateşten sonra ne olacak sanıyorsunuz? Yüksek binalar kondurulacak eminim. Hatta bu yangınlar bazı yüzsüzlerin işini de kolaylaştırdı.  Peki iktidar, belediyeye yüklenerek ne yapmak istiyor?

Tabii ki hedef şaşırtmak! Kendi kusurlarını ve yanlışlarının üzerlerini gürültü ederek örtmek istiyor. Ben bu yangınlarda İzmir İtfaiyesini yürekten kutluyorum, hepsinin alınlarından öpüyorum. Başkan Cemil Tugay’ı da her şeye rağmen takdir ediyorum. Ama daha net açıklamalar yapmalı, hükümet neden engellemek istiyor? Neden uçak alınmasını istemiyor? Neden ülkemin partileri böylesine bir dehşette dahi birlikte olamıyor? Depremde belediyeler engellenir, salgında belediyeler engellenir, ormanlarımız yanar, belediyeler engellenir… Yahu Eyyy Hükümet sen yap o zaman doğru düzgün! O da yok… Eee ne olacak? Yangın olur ölür millet, deprem olur ölür millet. “Er kişi hatun kişi niyetine” yani… Velhasıl “timsahlar” ağlar durur ki nasılsa bu millet her şeyi unutur!  

VİCDAN DUYGUSU DA SİZLERE ÖMÜR MÜ?

İnanın bana bu “menfaat şeytanı” nasıl temel yaptı bazılarımızda anlayamıyorum. Geçen akşam Mordoğan’da dağlara bakarken kalbim acıdı ve sosyal medyama yazdım: 
“Yapmadım, yaptı demişler! Söylemedim, söyledi demişler! Konuşmadım, konuştu demişler! Benim tek derdim İzmir’im, tek kaygım İzmirlilik, ama "mış" gibi yapıp, şerefsizliği şeref kabullenenlerce infazıma çeyrek var gibi... Göreceğim neticeyi, 11 Eylül'e ne kaldı ki! Teşekkürler sahte dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim!”
Ağır ve gizemli değil mi? Ama öyle olması gerekiyor. Zira CHP’nin son kurultayı sonrası oluşan yeni yönetiminden bu yana, 31 Mart seçimleri için İzmir adaylarının belirlenme sürecinden bu yana ve yeni başkanların mazbata alışlarından bu yana hayatım bir tuhaflaştı. Özellikle yeni belediye kadrolarına İzmir dışından gelenlerin ve bugüne kadar İzmir’de olup “suya sabuna dokunmadan” işlerini yürüten ama seçim sonrası belediye personeli olanların yapıp ettiklerine tepkilerim, Özgür Özel’in yakın ekibinin İzmir’de dayattığı ve bazı başkanların da baş üstü yaptığı dayatmalara tepkim CHP’li dostlarımın beni hedef görmesine neden oldu. 

Size 10 Eylül sonrası bir “kamuoyu açıklaması” kıvamında bazı bilgilendirmelerim olacak.  Ben neden 2014’te “başkan danışmanı” oldum? Danışmanlığım sırasında oturdum mu çalıştım mı? 2019’da Tunç Soyer benden ne istedi? 2022’de İzelman Yayın Koordinatörüyken şahsıma yapılan büyük operasyon neydi? 2024 seçimlerinde aday gösterilip başkan olan Karşıyaka eski belediye Başkanı Cemil Tugay’la 16 Nisan’da daveti üzerine yaptığımız görüşmede, Sayın Başkan bana hangi görevi verdi? Bu görüşmenin hemen ertesinde Bornova’da “Kızlar Kahvesi’nde” kimler hangi konularda benimle görüşmek istedi? Sayın Cemil Tugay ile çalışmamamın gerçek nedenleri neler? Kimler hangi numaraların peşinde? Sorularını tek tek yanıtlayacağım. 

Ancak özellikle CHP kurumsalının, İzmir’de basın anlamında bazı yanlış ayrımlara gittiğini üzülerek yazmam gerekiyor. Seçtiğimiz başkanların kendilerine gelen tüm bilgileri teyit etmelerinden ciddi yarar var ki bu yarar kendi siyasi ikballerini parlatır. Ben Cemil Tugay’ın iradesini eleştirecek değilim, ama iradesi sonucundan İzmir’e yansıyacak yaklaşımları tabi ki masaya yatıracağım. Bugün ESHOT’ta, İzelman’da Mezarlıklar Daire’de, nasıl doğru iradeler göstermişse Tanıtımda, Apikam ve Kültür Daire ile Sosyal Hizmetlerde ciddi hatalar yapıldı. Personel mobbinge tutuluyor ve örneğin Apikam’da “danışman” olmadığı halde kendini danışman tanıtanların geçmişe dayalı intikam adımları var.  Söylediğim ve yazdığım her eleştirimin arkasındayım. Bundan 10 yıl önce eleştirilen bir vesileyle eleştiren gazeteciye ulaşır, sözlü ya da yazılı cevap verirdi. Eğer bir yanlış varsa da karşılıklı özür dilenir ve yapılması neyse yapılırdı. Çünkü gazeteci de aynı makam sahibi gibi tek muhatapları olan halka hizmetle sorumluydu. 

31 Mart sonrası belediye başkanlarına, benimle görüşmemeleri, yayınlarıma katılmamaları anlamında bir baskı olduğunu biliyorum hissediyorum. Hatta bir belediye başkanının, yayın yaptığım kurumla ilgili “uzak durun” diye sürekli baskı yaptığını da duydum. Ve yine hatta gencecik bir belediye başkanının, kendisine baskı kuran ilçe başkanı anlattığım için sağda solda beni soruşturduğunu öğrendim. Lakin şunu söyleyeyim ki o belediye başkanı lisede basketbol oynarken ben İzmir’de yine aynı işi yapıyordum. Neyse, ben şimdilik bunları yazmış olayım. İletişimi hayatımda bir kez bile yok saymadım. Ama tanıdığım bir tek insanı bile, başkalarının dedikodusuyla “infaz” etmedim. Şükür ki vicdanıma güveniyorum.   Kimse hatasız, yanlışsız değildir. Önemli olan hatanın farkına varılıp, kul hakkına girmemektir. Çünkü rızkı veren Hûda’dır, kula minnet eylemem! Ha bir söz daha vardır “gafil olma şaşkın bir gün sen de ölürsün” diye, yani önemli olan gök kubbede hoş sada bırakmaktır, bırakanlara selam olsun, rahmet olsun! 
12 Eylül’de her şeyi okuyacaksınız. 
[email protected]