“Timsahın göz yaşları” deyimini bilirsiniz. Ne demektir bu? Derler ki, timsahlar avlarını yedikleri zaman ağzını çok açtığı zaman gözlerinden bir sıvı gelir. Ancak bu sıvı gözyaşı değildir ama, timsah gözyaşı, bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi görünen insanlar için söylenir.
Şimdi bu satırları kim nasıl yanlış anlayacak tahmin ediyorum. Bazıları kendilerine “timsah” dediğimi de düşünecek, biliyorum. Umurumda da değil. İnanın artık çok sıkıldım böyle durumlardan. Masum yurttaşlarımızın yok yere zarar görmesi hele de can vermesi artık dengelerimi alt üst ediyor. İyi kötü 1993’ten beri İzmir’de gazetecilik yapmaya çalışıyorum, çoğu kez de yapayalnız. Sadece halkıma güvenerek yazıp söylüyorum. Beynim ve yüreğim elverdiğince de değişmeye niyetim yok…
Bugün “15 Temmuz” yazısı okuyacaktınız. Yazı da hazır. Ama şu yağan yağmurda Alsancak’ta yok yere can veren iki insanımız var ya? Hele o olaydan sonra, bu olayın rezilliğini, utancını kimse üzerine almadan sosyal medyada atılan naralar var ya? Özellikle de “makam ve makam sahiplerince”? İnanın midemi bulandırdı, sinirden alt üst etti beni…
Ne oldu peki? Yağmur yağdı. Yağar, olay yerine de hep yağar. Ama bu kez yine şiddetli yağdı, yurttaşlar bir yerlere sığınmak için oradan oraya koşuşturdu. Ama kısa sürede yerler nehir ve göl oldu. Fakat o biriken suya birileri “büyü” yaptı ki, bir kardeşimiz elektriğe kapıldı, kapılanı kurtarmak için yardım etmeye çalışan başka bir kardeşimiz de elektriğe kapıldı ve ikisi de can verdi.
Aman yarabbi, dakikasında herkeste ama ayrımsız herkeste bir tepki, bir hesap sorma isteği ve arada da “sabır ve rahmet” dileme.
Tamam eyvallah!
Hemen herkes suyun içindeki elektriğe takıldı hala da gidiyor. Ama kimse çıkıp da “arkadaş tamam tesisatlar yanlış olabilir de bu su neden yüzeyde nehir göl oluyor, neden caddeler sokaklar hep göl” diye sormuyor? Cadde ve yolların neden engebeli, kötü döşemeli olduğu tartışılmıyor.
Ha bir de Konak Belediye Başkanının kablolar şu santimde olmalı ama bu santimde kelamları. Sayın Başkan siz uzaylı mısınız? diye sormak istemiyorum zira ortada iki cenaze var.
İktidarı da muhalefeti de hatta Ankara ve İstanbul’u da pek bir şaşırdı, tepkiyle karşıladı bu ölümleri.
Oysa beni şaşırtmadı, sadece üzdü. Çünkü İzmir’de “pisi pisine” ölmek kaderden sayılmaya başlandı. Galiba hepimizin “fıtratında” böyle ölümler de yazıyor. Şimdi siz düşünün o kardeşlerimizin ailelerine bu olay nasıl açıklanır? “Günlerden cumaydı, hava almaya çıkmıştı, yağmur yağdı, yolda biriken sulardan elektrik çıktı çocuğunuz öldü.” Böyle mi açıklama yapılacak? Yıl 2024, teknoloji, bilim falan ta şuralarda ama bizim elektrik akımları sokaklarda başı boş! Yahu bu kaçıncı?
Bakıyorum İzmir’de yine herkes unuttu. Yıllar önce 2000’lerin başlarında, Kemeraltı’nda yine böyle şiddetli bir yağmurda, genç bir esnaf kardeşimiz, yağmurdan kaçarken tutunduğu elektrik direğinde akıma yakalanıp ölmedi mi? Necati Ortabaş ve Semih Girgin iyi hatırlar bence.
Mesele elektrik çarpması mı, yağmur yağması mı karıştı. Ama öyle büyük bir gürültü çıktı ki. Bu olay da iki gün sonra unutulacak. Ama ben rahat durmayacağım. Bu hazin olayın unutulmadan, ders olarak ciddi bir duyarlılık seferberliğine dönüşmesi için uğraşacağım. Şu “unutkan timsahlık” hastalığından da hem medyamızın hem belediye başkanlarımızın hem de cümle siyaset ve bürokrasi erbabının kurtulmasını diliyorum.
Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı ile başta Konak olmak üzere tüm üç aylık başkanların da dikkatlerine sunayım şimdi birkaç not, biliyorum ki İzmir, o kerameti kendinden menkul danışmanlarının, umurlarında zerre değil!
Çarşı yollarında, park havuzlarında, inşaat alanlarında türlü tehlikeler var. Bakın bir örnek size. Hatta sosyal medyamda da paylaştım. O şiddetli yağmur sadece Alsancak’a değil Bayraklı’ya da yağdı. Hatta sayın başkanlar Bayraklı sokaklarına çıkıncaya kadar bizler, kafalarımıza inşaat parçaları düşmesin diye ne yapacağımızı şaşırdık. Bayraklı’da yağmur ve fırtına, şimşek ve yıldırım yoğunluğunda inşaatlardan kocaman parçalar uçtu ve düştü. Kaç araç hasar gördü bilemem. Ama o kocaman vinçlerin nasıl döndüğüne ben şahidim. Unutmayın Bornova’da bir süre önce işçi ölümlerinin yaşandığı vinç kazası olmuştu.
Şimdi açık açık yazayım, İzmir’de zabıta teşkilatları asla ve asla işlerini yapmıyor ya da yapamıyor. Elektrik kaçaklarını, kanalizasyon tıkanmalarını, halkın can güvenliğini riske atan hafriyat ve inşaat faaliyetlerini denetleyen bir anlayış ve yöntem var mı? Yok! Sakın bana var demesin kimse, kalp kırarım! Ha olursa da yazmaktan şeref duyarım. Ama sayın başkanlar önce iletişim nedir öğrensinler, eleştiren gazetecileri yok saymasınlar, her yazan ve konuşanı da gazeteci sanmasınlar. Bir de yanlarında “Menemen bardağı” gibi dolaştırdıkları cahil tipleri toplasınlar da ben onlara İzmirli olmak dersi vereyim.
Öte yandan üst perdeden yaklaşımlarda bulunan Konak Belediye Başkanı Hanımefendiye, Alsancak’ta yaşanan durumların yakında Basmane, Kemeraltı, Güzelyalı, Tepecik gibi bölgelerde de yaşanacağını, Basmane’de sığınmacı kaynaklı işler yüzünden yangınların unutulduğunu, zabıtalarının zerre müdahil olmadığını hatırlatmak isterim.
Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cemil Tugay’a da iki çift sözüm var. Aziz Kocaoğlu’nun son döneminde İzsu’ya alınan “kanal temizleme araçları” şu anda faal mi? Kanal ve kanaletlerin periyodik temizlikleri yapılıyor mu? Sahil Bulvarı’ndaki büyük kanallardan gelen kokuların nedeni gerekli temizliklerin yapılmaması olabilir mi?
Biliyor musunuz? Keşke İzmir’in dedektifi olsaydım… Öyle bilgilerim var sormayın. Ama olsaydım inanın bu “timsah ruhlular” beni önce ham yaparlar sonra da sosyal medyada “rahmet okurlardı”.
İzmir ne yazık ki “birilerinin çiftliği” oldu… Pisi pisine can vermek de bizlerin payına düştü. Ne yazık ki asayiş berkemal değil, düzen intizam yok, kandıranlar artıyor, cahiller pirim yapıyor, at iziyle it izi çoktan karıştı.
Ne diyelim, Allah encamımızı hayreyleye… Al bir partiyi vur diğerine…
Ha son olarak yazdıklarıma kibirleri yüzünden kızanlar olabilir, ne diyeyim hava sıcak dondurma tüketsinler.