Neredeyse 25 yıldır İzmir'de yaşıyorum. Kenti sevsem de yapılaşma biçimini, plansızlığını ve özensiz büyümesini sevemedim.
Kentte yaşayan insanlarla, onların nefes alıp verdiği yapılar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bir kente baktığınızda orada yaşayanlar için nelerin önemli olduğunu görürsünüz. Yol mu? Altyapı mı? Yapılaşma mı? Politik bakış açıları mı? Doğal güzellikler mi? Kültürel ve sosyal yaklaşımlar mı?
Şehrin insanları depremden en çok etkilenecek bölgeye çok katlı bina izini veriliyorsa ve dışarıdan gelen kişiler de bunu araştırmadan kabul ediyorsa, burada bir kabulleniş vardır. Olacak olan her şeye hazır, anı yaşamakla ilgili bir seçim.
Sonuçları ise malum...
***
Tek katlı evler toprakla daha fazla ilgilenen, özgürlüğüne daha düşkün olan insanların seçimidir. Şehrin dışında da yaşasalar bu konfor alanından uzak kalmak istemezler. Daha çok kurdukları aileyle mutlu bir hayat sürmenin peşindedirler.
Otellere benzer kimi insanlar, otel odalarına... Günlük, hatta saatliktir ilişkiler içinde kapladıkları alan. Pek çok kişiyi aynı anda ağırlasalar da vedaları boldur. Bu yüzdendir en hüzünlüleri olmaları.
Gecekondulara benzeyen insanlar vardır mesela... Birden yükselip, sonra ayrı odalarda her an yıkılacakmış gibi sürer kimisi için hayat.
Kişinin kendi hayatında bir sarayda yaşamasının hiçbir önemi yoktur. Hissettiği ya da hissettirdiği güvensizlikle birlikte her an yıkılacakmış duygusudur.
Gökdelenler vardır mesela... Ulaşmakta zorlanır, ulaşsanız da her an yalnızlık hissedersiniz. Asansör de bile uzaksınızdır yakınlarınızdakilerden.
İnsanlar kendileri gibi, ilişkilerini ve kentlerini şekillendirirler.
Baktığınız zaman kente anlarsınız orada yaşadığı yere aşık insanlar mı yaşıyor, yoksa onların ki bir gönül macerası mı?
Hiçbir şey için geç kalmış değilsiniz. Değiştirmek ve dönüştürmek için içinizdeki sevgiye tutunun.