Çocukken ilk sinema filmimi Balıkesir’de misafirliğe gittiğimiz bir evin balkonundan karşımızda duran açık hava sinemasının beyaz perdesinden izlemiştim. Karşımda inanılmaz hareketlerle kötü adamları ortadan kaldıran Bruce Lee vardı. Ben doğmadan hayata gözlerini yuman aktöre, bizim kuşağın hepsi hayrandı.
Opera sanatçısı Çinli bir babanın oğlu olan Lee, dövüş sanatları içeren toplam 5 filmde oynamıştı. Kendine has dövüş stili, açtığı kung fu okulları ve filozof tarafıyla kariyerinde çok hızlı yükselmişti. Beyin travması yüzünden genç yaşta hayatını kaybeden Bruce Lee’yi, Time Dergisi 20. yüz yılın en önemli 100 insanından biri olarak göstermişti.
Türklerin işlettiği halka açık ilk sinema salonu Birinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce 19 Mart 1914'te, İstanbul Şehzadebaşı'nda "Millî Sinema" adı altında faaliyete geçmişti. O zaman İstanbul Sultanisi'nde gösterimler düzenleyen ekip maddi imkân bularak ikinci Türk sineması Ali Efendi Sinemaları'nı da açtı. Bugün sinema internetin ulaştığı her eve girmiş olsa bile Anadolu’nun bazı kentlerinde hala sinema salonu bulmakta zorlanabilirsiniz.
Bakın, 24 Mart 1923'te ve 21 Şubat 1927'de iki defa Time Dergisi’ne kapak olan, Türkiye cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk sinema için ne söylemişti:
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz.”
Cumhuriyetin ilk yılları Türk Devrimi’nin atılım yıllarıydı. Sinemanın yeni toplumun kurulmasındaki gücünün herkes farkındaydı. Bu alanda özellikle eğitici ve öğretici filmlerin halk eğitiminde kullanılması konusunda bitmeyen araştırmalar başlatılır. 1926 yılında Sovyetler Birliği sinemacılarının ürettiği bazı eğitici, öğretici filmlerin alımına karar verildi. ‘Propaganda İçermeyen Filmlerin Değişimi Antlaşması’ çerçevesinde bu filmler ülke seyircisine sunuldu. 1928’de yeni Türk harfleri kabul edildi. Artık Türkçe dışında ve Arap harfli Türkçe yazılı filmlerin gösterilmesi yasaklandı. Türkiye, 1930 yılında Milletler Cemiyetine bağlı olarak kurulan, ‘Beynelmilel Terbiyevi Sinema Enstitüsü’nün etkin üyelerinden biri olarak sağladığı birtakım imkanlarla eğitici, bilimsel, öğretici filmlerin alışverişi yapıldı. Türkiye’de 1931 yılında 144 sinema salonu bulunmaktaydı. Bunların 35’i İstanbul, 10’u İzmir’de idi. Geri kalan salonlar ise ülkenin batı bölgelerinde yoğun olmak üzere 53 il ve 23 ilçeye dağılmıştı. Kadınlar ilk kez, kadın-erkek bir arada Atatürk’ün açtığı adımla, birlikte film seyretmeye başlamışlardı. Atatürk, 21 Ocak 1932 tarihinde, İstanbul’daki Opera Sineması’na gitti. Sinemada İngiliz yapımı ‘Çanakkale’ filmi gösteriliyordu. Binada yerler halılarla kaplıydı ve fraklı, beyaz eldivenli teşrifatçılar hizmet veriyordu. Atmosferden ve filmden etkilenen Atatürk, Opera Sineması sahibi Mehmet Rauf Sirman’dan sinema sektörünün Türkiye’deki durumu hakkında bilgi aldı. Ertesi gün, yüzde 33 olan sinema vergileri yüzde 10’a düşürüldü.
1934’de Uzkınay’ın ‘Zafer Yollarında’ filmini izleyen Atatürk, filmi yeterli görmemiş ve çalışmalara devam edilmesini istemişti. Filmde kendisinin yer aldığı bölümlerde hareketli görüntünün olmamasından dolayı filmin tamamlanamadığını öğrenen Atatürk, tepkisini şöyle dile getirmiştir: “Ben hayattayım… Millî Mücadele’ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hâlihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, millî bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır.”
Atatürk’ün doğrudan ilgisi ve bizzat desteği sayesinde ilk kez Müslüman Türk kadınları, Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ‘Ateşten Gömlek’ (1923) ve ‘Ankara Postası’ (1928) filmlerinde rol almışlardır. ‘Bir Millet Uyanıyor’ (1932) filmi ise Kurtuluş Savaşı’nın sayılı eserleri arasındadır. 1930 yılında yönetmen Cezmi Ar, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Cezmi Ar, Mustafa Kemal’e, şöyle dur, böyle dur, diyemiyor ama diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk, “Gel Cezmi gel, burada başkomutan sensin. Ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın” diyor. Cezmi Ar hayatının son günlerinde; “Ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım” diyecektir. Bir başka gün… 1937 yılının Ankara’sında, Çankaya Köşkü’nde Atatürk, yönetmen Münir Hayri Egeli ile bir film senaryosu üzerine konuşur. Senaryoyu Atatürk yazmış, adını da “Ben Bir İnkilap Çocuğuyum” koymuştur. Filmi Münir Hayri Egeli çekecek, Atatürk de oynayacaktır. Ama ömrünün son yıllarıdır ve bu projesini hayata geçiremedi. Ömrü vefa etseydi kim bilir daha neler yapacaktı. Kendi yapamasa da inkılabın çocuklarının büyümesini ve sinemaya tutkuyla bağlanmasını sağladı. Bizlere esin kaynağı olurken, geleceğe nasıl bakmamız gerektiğini gösterdi. Atam sen çok yaşa…