Mimar Sinan, ölümünün üzerinden 435 yıl geçmesine rağmen hala eserleriyle adından söz ettiriyor. Hakkında oyunlar, romanlar yazılıyor, operalar besteleniyor, hatta Merkür’de keşfedilen bir kratere adı veriliyor. İyi de, bunca zaman onu ‘büyük’ yapan ne? Zamana nasıl direniyor?
16. yüzyıl başlarında Yeniçeri Ocağı’nın acemioğlanlar sınıfına dâhil olan Sinan’ın taşra hizmeti ile acemioğlanlık dönemi en fazla 9 yıl (1512-1521) sürer. Bu süreçte, bir süre dış hizmetlerde çalıştıktan sonra bir neccar ustasından dülgerlik (marangozluk) eğitimi alır. Aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in İran, Suriye-Mısır seferlerine katılarak ilk mimari gözlemlerini yapma fırsatı yakalar. İstanbul’a döndüğünde, bir süre önemli kişilere hizmet eder. Kanuni Sultan Süleyman’ın yanında yeniçeri olarak birçok sefere katılır.
Yani çok iyi eğitim alır. Günümüzde olduğu gibi parayla diploma alanlardan değildir. Liyakata önem veren, liyakat sahibi ustalarla çalışır.
Katıldığı seferlerde askeri yönü yanı sıra sergilediği ustalık başarıları, hızla yükselmesinde rol oynar: Belgrad (1521) ve Rodos (1522) seferlerinden sonra atlı sekban, Mohaç (1526) seferinden sonra yayabaşı (bölük komutanı seviyesinde subay) olur ve hemen ardından zenberekçibaşı (yeniçeri örgütünün büyük subaylarından biri) tayin edilir. Zenberekçibaşı olarak Viyana (1529), Almanya (1532), Bağdat ve Tebriz (1534) seferlerinde görev alır. İran seferi sırasında Van Gölü kıyısına ulaşıldığında, suyun karşısındaki düşman ordusunun durumunu tespit etmek üzere, Vezir Lütfi Paşa’nın emri üzerine, üç adet kadırga inşa eder ve bu kadırgalara kaptanlık ederek gölün karşı kıyısındaki İran askerleri hakkında Paşa’yı bilgilendirir. Bu başarısı onu hasekiliğe yükselterek Yeniçeri Ocağı’nın en büyük subaylarından biri yapar. Hasekilik görevindeyken Korfu ve Pulya (1537) ile Boğdan (1538) seferlerinde görev alan Sinan bu kez, Prut seferinde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için on gün gibi kısa sürede inşa ettiği köprü ile göze girer.
Katıldığı seferler onun sadece askeri yönden yükselmesini sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda Balkanlar’ı, Doğu Avrupa’yı, Korfu ve Pulya’yı, Anadolu’yu, İran’ı, Irak ve Suriye’yi; hatta sefer yolu üzerindeki birçok kenti görmesini ve mimari anıtları yakından incelemesini de sağlar. Sonrasında yaptığı eseler birer baş yapıt olarak günümüze kadar ayakta kalmıştır. Meraklı ve araştırmacıydı. Öğrenmekten, sorgulamaktan çekinmezdi… Bugün böyle insanların önüne geçilmekte, bilgiye saygı duyulmamakta, hukuka özen gösterilmemekte ve insani hakları korumadığı için yurt dışına kaçmalarının yolu açılmaktadır. Bu bir beyin göçüdür… Oysa bir insanın yetişmesi hem ülkeye hem de ailesine büyük yüktür. Yetişmiş insanların kaybı ülkemize pahalıya mal olmaktadır. İyi bir mimar ya da mühendisin yetişmesi kolay değildir. Bunu da en iyi depremlerde görmekteyiz.
Kaçak yapılaşmaya, fay hatlarının olduğu yerlere ve ovalara, tarım arazilerine inşaatlar yapılmasına izin verilmesinde karşımıza cehalet ve menfaat çıkmaktadır. Yeterli denetimin yapılmamasında, herkese müteahhitlik yaptırılmasında, bilgisizlikle yüz yüze gelmekteyiz. Bugüne kadar karar verici görevleri üstlenen herkesin hem can hem mal kayıplarında bu suça ortaklığı var.
Bugün kentsel dönüşümde de büyük sorunlar yaşanıyor. Kira yardımları yeterli değil. Ev ve dükkan sahipleri; inşaat masrafları, vergiler, harçlar, noter masrafları, zemin etütleri, bilgisiz müteahhitler ve daha pek çok sorunla uğraşıyor. Nedeni merkezi ve yerel yönetimlerin en baştan günümüze kadar yaptığı hatalar… Bunun cezasını vatandaş ödüyor. Vatandaşın kentsel dönüşümde de çilesi bitmiyor. Devlet gerçek bir kentsel dönüşüm için vatandaşına destek olmalı. Yine yapıyor’muş’ gibi yapmamalı... Mimar Sinan, herkese örnek olmalı.