Ben bazen Türkiye’yi Kardıçalı Han’a benzetiyorum… Bilmeyenler için söyleyeyim. Kardıçalı Han; Konak’ta Cumhuriyet ile yaşıt, 2 bin metrekarelik bu büyük han, geçen hafta tamamen boşaltıldı. Nedeni depremde zarar görmesi… Binada yakında güçlendirme çalışmaları başlayacak. Ama binanın tek sorunu bu değil. Diğer önemli problem yapının zamanla denize doğru kayması. Yapı denize doğru mu kayıyor yoksa hemen önündeki Mimar Sinan Heykeli’nden medet umar gibi ona mı yaklaşıyor açıkçası bilmiyorum.
Han, Türkiye’deki ilk betonarme olarak inşa edilen binalarından biri… Binanın kerestesi İtalya’dan, demiri Almanya’dan, çimentosu Romanya’dan getirtilmiş. İçinde gezerken TOGG yazan bir duvarını görünce gülümsemiştim.
Tütün tüccarı İbrahim Kardıçalı tarafından yaptırılan binanın mimarı Mehmet Fesçi Bey, binanın bugünkü halini görse ne der acaba?
Bina aslında bir başkaldırı gibi kentin neredeyse tam ortasında yıllarca sanatçılara kucak açtı, yuva oldu. Bu mülk sahiplerinin sanatı çok sevmesinden değil, sanatçıların bu eski ama bir o kadar nostaljik mimarideki binayı tercih etmelerinden kaynaklanıyordu. Hanı gezerseniz, yüksek tavanlarını, sokağa açılan büyük kubbemsi pencerelerini, içinde ışığın adeta dans ettiği ferah koridorlarını görürsünüz.
Binanın zeminindeki SANATA EVET yazısı hala yerinde dursa da bugün içinde ne bir ressam, ne bir müzisyen, ne bir balerin/balet, ne bir fotoğraf sanatçısı, ne bir heykeltraş, ne bir oyuncu ve ne de bir tasarımcı kaldı. Bina, TOBAV gibi İzmir için çok önemli sanat kurumlarından birini, K2 gibi bir sanat galerisi ve kütüphanesini de bünyesinde barındırıyordu. Şimdi büyük bir sessizliğe büründü. İçindeki gurbete gitmese de dağıldı. Hatta kimi yaşam mücadelesi içinde sanattan uzaklaştı.
Ben yıllar önce bir sergiyi gezmek için gittiğimde yapının masalsı atmosferine kendimi kaptırmıştım. Her adımımda farklı bir güzellikle karşılaşıyor, kimi zaman geçmişe yolculuk yapıyor kimi zaman da geleceğin sanatçılarıyla karşılaşıyordum. İçeri girdiğimde merdivenleri kullanmak yerine, nostaljik asansörü de tercih edebilirdim ama sanırım İstanbul’daki ünlü Pera Palas Oteli’nin asansörünün zihnimde kapladığı yeri bozmasını istememiştim. Yukarı çıktıkça duyulan farklı enstrüman seslerini duydum. Koridorlarda dans edenleri, fotoğraf çekenleri, atölyelerde heykel ve resim yapanları gördüm.
Sanatla alakanız olmasa da o binadan çıktığınızda vizyonunuz değişebilirdi. Sanatta hep bir karşı duruş ve yenilik arayışı vardır ya, işte tam bu yüzden bina Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gondor gibiydi.
Sizce, her defasında Kemeraltı’nın gelişmesine vurgu yapanlar, İzmir’i bir sanat merkezine dönüştüreceklerini söyleyenler bu binadan çıkan sanatçılara sahip çıktı mı? Bir yer gösterdi mi?
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir” diyen Mustafa Kemal Atatürk başka bir sözünde ise şöyle der; “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”
Dip Not
14 Kasım’da İzmir Kısa Film Festivali başlıyor. Kaçırmayın!