Köyde kasabada, ilçede- ilde çoğu kişi onları biliyor, zenginliklerini/hayırseverliklerini anlata anlata bitiremiyordu. Zenginlikleri, köydeki uçsuz bucaksız arazilerindendi. Hayırseverlikleri de her ramazan ayında ve bayramda köydeki yoksullara yaptıkları elbiselik kumaş ve yiyecek- içecek yardımından, Kurban Bayramında da aşağı yukarı mahallede oturan herkese kurbanlık et ve çocuklara harçlık vermelerindendi.
Çocukların okul çağı gündeme geldiğinde ilçeye göçmüşler, ilçede aynı köydeki gibi bahçesinde tulumbası olan müstakil bir eve yerleşmişler, daha sonra da satın almışlardı bu evi.
Eski Camii Mahallesi İstiklal Sokak’tı burası. Zaman sonra ‘Hayırsever Devran Bey Sokağı’ olacaktı.
3 yıl sonraki yerel seçimlerde sokaktaki her kişinin belediyeye verdiği dilekçe ile her haneye haftada bir düzenli erzak yardımı yapan Devran Bey’in adının verilmesi istenmiş, başkan da evet demişti buna.
Haftanın her cuması sabahtan köyüne gidip işlerini gören Devran Bey, aracının arka tarafının arazilerinde yetişen sebze, meyve ve bakliyatla doldurup dönüyordu ilçeye. Cumartesi sabahları da üç oğlu tek tek sokaktaki her haneye o erzakları dağıtıyordu.
Çiftçiliğin yanısıra pamuk ve üzümden iyi anlayan bir ortak bulup büyük bir mağaza aldı ve üzüm, pamuk tüccarlığına soyundu. Devran Bey’in girişimciliğini öteden beri bilen kardeşi Serkan Bey de köyden ilçeye göçmüş, o da aynı işe soyunmuştu bulduğu bir ortakla.
Köyde ağa olarak hitap edilen iki kardeş, artık  ilçede bey olarak anılır oldular.
4. yıl her iki kardeş te artık nakliyeciydi. Biri Ford diğeri BMC olan kamyonlarıyla sürekli olarak ilçe dışına tuğla ve kiremit taşıyorlar, dışarıdan da ilçeye ve bölgeye inşaat malzemeleri, makine yağları vs. getiriyorlardı.

Yazıhanede otururken bir eylül sabahında ilçenin en büyük siyasi partisinin başkanı geldi ziyaretine.‘’Abi sana ihtiyacımız var, partimize üye olmanızı arzu ediyoruz.’’
Sonraki günlerde  aynı başkan Serkan Bey’e  de aynı teklifte bulundu.Her iki kardeş artık partiliydiler. Yazıhanesinin hemen bitişiğindeki tüccar Edip Bey’ den çok etkileniyordu.
Edip Bey, ovada yüzlerce dönüm arazisi olan bir çiftlik ağasıydı. Üzüm-pamuk işi yapan oğullarının başında bulunuyor, her konuda onlara destek oluyordu. Kasım ayı geldi mi Fransa’da üniversite eğitimi gören küçük oğlunun yanına gidiyor, kasabaya mart sonunda dönüyordu. Bu arada Avrupa kıtasında görülmedik  ülke bırakmamıştı. Onun anlattığı gezi notları Devran Bey’de karşı konulmaz bir keşif ve seyahat duygusuna yol açmıştı. O ne gezip dolaşmasındı ülkesini ve Avrupa’yı? Her yıl ailece 25’ er gün geziye çıkar oldular.

Bölge bölge ülkenin dört bir köşesini tanıdılar. Bu gezilerde tarih, sanat tarihi ve coğrafya konularında çok iyi olan ortanca oğluna kulak veriyor herbiri coğrafi bölgeleri onunla birlikte öğrenmiş oluyordu.
Aradan 5-6 yıl geçtiğinde Devran Bey’in eşi bütün illerin plaka numaralarını bilir olmuştu. Sedat, Vedat ve Murat ta bu geziler sonunda Türkiye’yi öğrenmiş olacaklardı. Vedat zaten ailenin gezi rehberiydi. İlkokuldan bu yana da ‘Özgürlük ve Bağımsızlık Partisi’ başkanının oğluyla sınıf arkadaşıydı.
Mitinglerde, parti toplantılarında başkanın en büyük destekçisi olmuştu Devran Bey. Partinin görünmez kasası gibiydi. Başkanın meclis üyeliği, yönetim kurulu üyeliği gibi tekliflerine hep hayır diyordu her nedense…
Zaman su gibi akıp geçmişti. Oğullarının üçü de okumuş biri hukukçu biri mimar üçüncüsü de veteriner olmuştu. Sıra onları ev bark sahibi yapmaya gelmişti. Üçü de sokakta ‘Kevser Hanım’ ın kız gibi oğlanları’ diye anılıyordu. Ne sokaktası?! Kasabanın her bir yanında…Kimseler haylazlıklarına tanık olmamıştı bugüne kadar.
Kevser-Devran çiftinin üç oğlu da kız annelerinin gündemindeydi hep.
Evlilik çağı geldiğinde ağzını arayanlara hep ‘’ Oğlum, oğullarım kimi/ kimleri severse gelinim odur.’’ diye yanıt veriyordu Kevser Hanım.
Yeni yerleştikleri Meydan Apartmanı’nın ikinci katından dışarı çıkarken Sedat’ın da Vedat’ın da  Murat’ın da başı hep önde oluyordu. Eve dönüşlerinde de… Mahçup delikanlı dediklerinden…
Hemen üstlerinde oturan Ordulu Nimet Hanım onları görünce ‘’ Dışarıda kızlara bakmak yok ona göre! Üç kızım da size…’’ diyordu hep gülerek.
Nebahat, Sebahat ve Melahat da bu konuşmalardan haberdardı ve annelerine hiç itiraz da etmiyorlardı.
Ortaokul müdürü Rüştü Bey de ‘’ Devran Bey ile dünür olmayı çok arzu ederim doğrusu.’’ deyip duruyordu zaten.
İşler hiç de arzu edildiği gibi yürümedi.
Hepsi birer meslek sahibi olan çocuklar okul arkadaşlarıyla evliliği tercih ettiler. Onlar buna aşk evliliği diyorlardı. Ailede sorunlar da bu yeni tanışıklıklarla  başlamış oldu.

Sedat, cemaatçi bir ailenin işletmeci kızıyla, Vedat, fırıldak birinin bankacı kızıyla, Murat ise Menderes’e, Demirel’e, Erbakan ve Türkeş’e bağlılık yeminleri etmişçesine Sağ’ın içinde yer alan bir çiftçinin dershane öğretmeni olan kızıyla evlendi.
Anlı şanlı düğünleri ilçede duymayan kalmamıştı.
Kevser Hanım’ın ‘’ Oğullarım kimi sevdiyse gelinlerim onlardır.’’ sözü ne kadar doğruydu, bunu hiç düşünemediler.
Siyasi düşünceleri kendinden çok farklı olsa da  Devran Bey, dünürlerinin tercihlerine hiç takılmadı.
Çiftçilik, ticaret ve siyaset artık yormuştu onu. 68’ine gelmişti. Arazilerinin bir kısmını satıp parasını bankaya yatırdı. ‘’ Böylesi faizler varken  ticaret yapmak akıl işi değil! ‘’  deyip duruyordu son aylarda.
Kamyon şoförlerinin ikide bir çıkardığı masraflar da her iki kardeşin iyice canını sıkar olmuştu. Kamyonları da sattılar.
Kevser Hanım da Devran Bey de gelin kızlarının baştacı olmuştu o günlerde. Köydeki arazileri parça parça sattıkça gelinlerinin boynuna altın zincir- bilezik, kamyonları satınca da yüzük- altın bileklik alıp gönüllerini fethettiler. Dünürlerle pek anlaşamasalar da gelinlerini seviyorlardı. 
Sedat’ın işletmeci eşi Amine, her ne kadar asık suratlı biriyse de onu da bağırlarına basıyorlardı. Amine, babasının yetiştirmesiydi.
Kevser Hanım, sadece Vedat’ın  kayınpederinden hazzetmiyordu.
‘’ Bizim partiyle bir şey olacağı yok, ben Paşa’nın partisine geçeceğim.’’ dediği, evlenirken kızı için doğru dürüst bir şey almadığı, onca mal varlığına karşın ele avuca gelir ev eşyası almadığı için…
Gelin kızı için ‘’ Koskoca Tüccar Devran Bey benim alacaklarıma mı kaldı?’’ diye de konuşur olsa da ses çıkarmıyorlardı Vedat’ın kaynatasına.
Ülkenin ekonomisi gittikçe kötüye gidiyordu.
Çocuklarının üçünü de evlendirdikten sonra ‘’ Dünyaya bir daha gelecek değiliz ya…’’ deyip Avrupa ve Hindistan turlarına katıldılar.
‘’ Turlara katılıp paralar harcayacaklarına çocuklarına birer ev alsalar olmaz mı sanki?’’ şeklindeki sözleri nedeniyle iki dünürüne canı sıkılsa da pek durmadı  üstünde.
Günlerini partide ve lokalde geçirir oldu.
Artık ilçe başkanıydı. Arzu etmese de onu başkanlık koltuğuna oturtmuşlardı. Yemekler, köy ziyaretleri, Ankara’dan gelenleri ağırlama gibi etkinlikler için hep cebinden harcama yaptı.
‘’ Bugüne kadar Devran Bey gibi fedakarlık yapan başkan görmedik hiç! ‘’  diyen partililerin  gözdesi olmuştu.
Ne olduysa işte o yağmurların çok yağdığı, ortalığı sel götüren kasım ayında oldu.
Paralarını, mücevherlerini yatırdığı o özel banka ile Banker Serko’nun battığı ve kaçtığı haberleriyle sağ yanına felç indi. Kevser Hanım’ın da  eli ayağı tutmaz oldu.
Şehir, Devran Bey’in haberleriyle çalkalanıyordu.
Gazetelerde  ‘’ Devran Ağa perişan oldu ‘’ ve benzeri başlıklarla manşetlere çıkan Devran Bey, nörologları/ psikiyatrları ve dahiliyecileri komşu kapısı yapar olmuştu.
Morali iyiden iyiye bozulmuştu.
Tüm aile yılbaşı gecesinde baba evindeydi.
Günün ertesi yıla devrileceği saatlerde uzandığı çekyattan doğrulan  Devran Bey, ‘’ Kevser, çocuklar ! ‘’ diye haykırır gibi oldu ve Kevser Hanım’ın kollarında son nefesini verdi.
Herbiri şoke olmuştu.
Akıllarına gelmez bir ölümdü bu.
Asıl acılar da  o kara günden sonra başladı.
Tek başına yaşaması mümkün olmayan Kevser Hanım için üç oğlu ‘’ Aramızda anlaşır, dönüşümlü bakarız.’’ kararı aldı.
Babalarının yedisinde bu konuyu dile getirdiler baba evinde.
‘’ Huzur evi yok mu bu şehirde? ‘’, ’’ Bakıcı buluruz.’’
Konuşmaların gelinler cephesindeki özeti buydu.
Elden ayaktan düşen, dünün el üstünde tutulan sevgili kayınvalidesine evinde bakacak biri/ birileri yoktu.
Kevser Hanım, bu toplantının ertesi gün öldü.
Kimi solunum yetmezliği dedi kimi kalp kimi de ecel!