Bilindiği gibi ekonomi üç sütundan oluşan bir sacayağı üzerinde durmaktadır: üretim, bölüşüm ve tüketim.
Üretim esas olarak doğa (hammadde) ve insan gücünün (emek) sermayedar tarafından teknolojiyle tüketilerek katma değerli ürünlere dönüştürülmesidir. Katma değerin nasıl bölüştürüleceği ise binlerce yıldır emek ve sermaye arasında süregelen bir mücadelenin doğmasına neden olmuştur.
Üretimin nasıl, nerede, kimler tarafından yapılacağı; ürünlerin piyasaya ne şekilde ve hangi fiyatla verileceği; üretimin nasıl finanse edileceği; üretimin nasıl vergilendirileceği ekonomiye ilişkin alınan siyasi kararlarla belirlenmektedir.
Üretime ilişkin bu iktisadi/politik kararlar aynı zamanda üretilen ürünler sonucu yaratılan katma değerin emek ve sermaye arasında nasıl bölüşüleceğinin esaslarını da belirler.
Üretim ve bölüşüme ilişkin iktisadi kararlar sonuç itibariyle tüketimin ne şekilde yapılacağını da belirler. Sadece emek ve sermayeyi göz önüne alan bir sistemde gelir dağılımı adaletli olmalıdır ki üretilenlerin toplumun geniş bir kesimi tarafından tüketilerek toplumun genel refah düzeyinin artması sağlansın. Gelir dağılımının adaletsiz olduğu ülkelerde ülke halkı üretimden yeterince pay alamadığı için yeterince tüketememekte ve halkın genel refah düzeyi düşük kalmaktadır.
Bir ekonomide üretilen bütün ürünlerin tüketilmesi lazım. Tüketilmezse kriz çıkar. Ancak dışa açık ekonomilerde bu sorun yabancı ülkelere ürünler satılarak olası krizler önlenmektedir. Ya da bütünüyle ihracata dönük üretim yapılır ki ülke halkı da bu sistemden yeterince pay alamaz, fayda sağlayamaz.
Buraya kadar sadece emek ve sermaye arasındaki iktisadi ilişkiden bahsettim. Ancak ikisinden daha önemli olan doğa konusuna değinmedim.
Sermayenin üretimden aldığı payın artması tabiat ve emeğin sömürülmesine bağlıdır. Emeğin sömürülmesine karşı binlerce yıldır süregelen mücadele sonucu kazanımlar elde edilmiş olmakla beraber tabiatın sömürülmesine karşı çok cılız bir mücadele verilmiş ve doğa sahipsiz bırakılmıştır.
Günümüzde yaşanan küresel ısınma, denizlerde oluşan müsilaj, yangınlar ve başka şekilde yok edilen ormanlar, zehirlenen nehirler, kirletilen hava, daha derine kaçan su kaynakları hep sermayenin üretimden aşırı pay alma sevdasından kaynaklanmaktadır.
Yaşanır bir Dünya için üretimden doğaya hak ettiği payı vermemiz ve onu korumamız lazım. Aksi takdirde insanoğlu doyumsuzluğunun kurbanı olacak ve onu kurban eden de doğa olacaktır.
Prof. Dr. Mehmet Hasan EKEN