Neredeyse bir ay olacak seçim yapılalı. İzmir ve ilçelerini 5 yıl yönetecek siyasi kadrolar belli oldu. Başkanlar ve meclis üyeleri mazbatalarını aldı görevleri başladı. İzmir’in büyükşehir ve ilçeler olmak üzere tam “31 yiğidi” şimdi önlerine konan “yoğurtlara” bakıyor. 

Bakalım bu yiğitler o yoğurtları nasıl yiyecek?

Tam 20 yıl önce 2004 martında ikinci kez ama CHP’den seçilmişti rahmetli Ahmet Piriştina, lakin ömrü yetmedi, beklenmedik bir zamanda terk-i dünya eyledi. İzmir’de Piriştina’nın yerine Abdül Batur ve Cevat Durak’ın isimleri ciddi olasılıktı. Ama Narlıdere Belediye Başkanı Batur’un şansı hala gizemini koruyan bir “Bizans medyası kumpasıyla” kayboldu. Cevat Durak ise o zamanki CHP dengeleri içinde eridi ve özellikle il başkanı Alaattin Yüksel’in etkisiyle Bornova Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ittifakla Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi belediye meclisi tarafından. 

Bugün gibi hatırlıyorum, Piriştina’dan sonra Kocaoğlu’nun bu yükü taşıyamayacağı izlenimi fazlaydı. Çünkü Aziz Bey, hareketli ama düzgün yaşam öyküsüne rağmen Bornova dışında tanınmıyordu. Fakat hatırlıyorum da ne kadar acayip yorumlar da kaleme alınmıştı? Kendi kendime hep düşünürdüm, benim dışımda neredeyse herkes buzdolabını Aziz Bey’den almıştı (!) 

Aziz Kocaoğlu “büyük başkan” olur olmaz, bilmediklerini öğrenmek, çevreyi ve konsepti tanımak için kolları sıvadı. Ve öyle bir söz söyledi ki, dikkatler ona odaklandı. Başkan Kocaoğlu, kendisine “başkanlığı” ile ilgili sorulan bir soruya “her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır, altı ay bana dokunmayın” şeklinde cevap verdi. O ilk 6 ay sadece okudu, sordu, araştırdı, not aldı ve yol haritasını belirledi, tarz-ı siyasetini ilan etti. İşte o söz onu tam 15 yıl İzmir’in “Aziz Abisi” yaptı başkanlıktan ziyade. 

Aziz Kocaoğlu ciddi, umur-u devleti bilen, düşünerek konuşan bir insan ve öyle de başkanlık yaptı. Kravatını hiç kaptırmadı, belediyede kendinden başka kimseyle iradesini paylaşmadı. Liyakat ve bütçe disiplini onun en hassas olduğu alanlardı. Çalışanların ücretleri, hak edişler, ihale ve hizmet bedelleri hiç aksamazdı, genel merkez ya da vekil baskılarına hep karşı durdu, olmayacak işlere imza atmadı. Hata yapmadı mı? Yapmıştır illaki, ama İzmir’e bugüne dek belediye başkanı olmuş bir kişi bile onun ödediği ağır bedelleri ödemedi. 

Mayıs ayı geldiğinde Aziz Kocaoğlu’nun farklı hüzünlendiğini, gözlerini uzaklara diktiğini bilirim. Çünkü 2011 Mayısı hem Kocaoğlu için hem de Türkiye için korkunç gelecek çanlarını çaldırdı. Aziz Kocaoğlu ve yol arkadaşları 2011 kumpasından kurtuldular yıllar sonra ama, yıllar sonra Türkiye tam 251 canını kurban verdi bekası uğruna…

Neden böyle başladım? Çünkü lafı Cemil Tugay’a getireceğim. Çünkü Cemil Tugay’da da sanki bir Aziz Kocaoğlu andırması var….  

ÖNCE CEMİL TUGAY 

Önceki dönem Karşıyaka Belediye Başkanı olan yeni büyükşehir belediye başkanımız bir hekim. Ama düşünüyorum da iyi ki dahiliye, göz, kulak, genel cerrah falan değil. Olsaydı herhalde İzmir’in tüm “malum tipleri” onun hastası olduklarını söylerlerdi. 

Kendisiyle tarihi makamında bir saate yakın gözlerinin içine bakarak baş başa görüştüm. Hemen belirtmeliyim ki konuşurken oldukça temkinli, açık ve sakin konuşan, vurgularına önem veren bir insan Cemil Tugay.  Ama konu ne olursa olsun ciddiyetini asla kaybetmeyen, gülerken dahi ölçüyü kaçırmayan bir başkan. Bir özelliği daha var. Konuşurken, konuştuğunun gözlerine bakıyor. 

Cemil Tugay aldığı sorumluluğun ve sırtlandığı yükün farkında. Bugünlerdeki uğraşı, güvendiği, emin olduğu kadrosunu oluşturmak. Her çalışanını tanımaya çalışıyor. Özellikle vaatlerini gerçekleştirmede hızlı ve donanımlı bir ekip kurma peşinde. Burada hemen vurgulamalıyım ki Cemil Tugay, öyle “herkesin dolduruşuna gelecek” biri değil… Hatta öylesine ki, kendi atadığı bir çalışanın performansını takip edip, gerekirse bir hafta sonra değiştirecek kadar da duruma hâkim. “Adamcı” ve “kayırmacı” da değil… Açıkça da söylüyor “kimsenin benim adamım olmasını istemem, herkes işini yapmalı!” 

Genel merkezde “birilerinin” adeta “AKP geleneğine” uygun benzerlikte, kendisine kadro dayatmasından hoşnut olduğunu sanmıyorum. Başkan Tugay direniyor çünkü İzmir’in “kırmızı çizgilerini” biliyor. İzmir’in “asfalyaları” astarsa sonucunun neler olabileceğini hissediyor. Verebileceği ödünleri bile kendisi belirleyecek hassasiyeti var. Aceleci değil, emin olmadan nokta koyacak bir yanı da yok. O yüzden şu aralar büyükşehirde alttan üste doğru bazı değişiklikler var ama özellikle şube müdürlerinin geçici denebilecek atamaları var.  

Cemil Tugay’ın “izlediği” bazı hassasiyetler var. Mesela kimse yönetiminde kayırmacılık, ötekileştirme, mobbing yapamaz. Hiçbir müdür, müdürlüğünde “o benim adamım bu benim düşmanım” diyemez çalışanlara, “memur - işçi” ayrımı yapan bazı faşist ruhlu tipler yandı yani… 

Cemil Tugay’ın belediyenin yani İzmir halkının parasını İstanbul’un sözde aydınlarına, yanar döner plaza gazetecilerine, ekranların gaydırıgubbak tiplerine yedireceğini sanmam. Başka belediyelerin “çöplerini” alacağını da sanmam… Zaman yavaş olsa da bence çevresinden etkilenmeden yürüyor. Belki de bu yüzden bir süredir telefonlarına bakmıyor ki haklı.

Burada merak ettiğim, acaba Özfatura’nın başlattığı “ilçe belediye başkanlarıyla koordinasyon” konusuna Cemil Tugay da hassasiyet gösterecek mi? Zaman içinde yaşayacağız göreceğiz.

Karşıyaka’dan sonra İzmir’in tümünü sırtına alması kolay iş değil. Burada “kadro” o yüzden önemli, şu aralar İzmir dinamikleriyle ilişkilerini gözlemleme noktasında değiliz, dediğim gibi tepeden tırnağa değişen bir belediye var karşımızda bu durum daha birkaç ay, hatta kendi bütçesini oluşturuncaya kadar devam eder. Ancak bir yandan ekonomik krizin dayanılmaz ağırlığı, diğer yandan siyasette yeniden dağıtılan kartlar, yaklaşan yaz ve susuzluk ihtimali, trafik, mezarlıklardan yükselen tuhaflıklar, çöp ve körfez meselesi, kentsel dönüşümde müteahhitlerin yüzsüz baskıları, gençlerin, çocukların, kadınların, emekliliklerin dezavantajları, toplu ulaşımda krizler, Kültürpark’ın içler acısı durumu, şirketlerin borç durumları ve mutsuzlukları, huzurevi ve yurt ihtiyacı, “herşeyolog çetesinin” kumpas hazırlıkları, belediye içinden sızmalar, satın alınan veya kamulaştırılan kültür varlıklarının metruk durumları, Basmane merkezli mülteci sorununun dayatmaları, Kemeraltı, Kadifekale projelerinin durumları, İstanbul medyasının büyük riskleri, halka dönük kültür organizasyonlarında İzmir dışı çökmecilerin yaklaşımları, kurum içi liyakat ve samimiyet sorunları, torpille ve liyakat sorgulanmaksızın “memur kadroların” dağıtılması, metro başta olmak üzere pek çok alanda bakım, onarım ve hassasiyet sorunları gibi inanılmaz ağırlıkta, konuşulan konuşulmayan sorunu devraldı Cemil Tugay… Üstelik “cep delik cepken delik”… 

Kolay değil yani… 

“Yiğitler ve Yoğurtlar” dizimin ilk yazısıydı bu… İkinci yazımda öncelikle Konak, Bayraklı, Çiğli, Narlıdere, Bornova başkanlarına mercek tutmaya çalışacağım. Şahsen genç ya da kadın diye ayırmam ben, sonuçta aklı başında olanlar başkan oldular bitti gitti. Ancak ilk izlenimlerim beni ciddi şaşırttı. Bazı ilçe belediye başkanları sanırım “yoğurtlarını” yerken üstlerine başlarına dökmeye başladılar. Olabilir, temizlenir geçer ama geriye ne kalır işte onu bilemeyiz. 

Bakalım görelim yiğitlerimiz yoğurtlarını nasıl yiyecek?  

[email protected]