Çoğunluğu yoksulluk sınırında yaşayan milletin hiç gündeminde olmamasına rağmen sanki en büyük sorunumuz buymuş gibi yine anayasa değişikliği konuşuyoruz... Tabii ki yine millet adına ve yine milletimiz için. Neymiş ? Elimizdeki anaysa askeri darbe döneminden kalmış ve şimdi millet adına sivil anayasa yapacakmışız… Çünkü millet bunu hak ediyormuş.

Oysa… Elimizdeki anayasa 42 yıllık olmasına rağmen şimdiye kadar zaten 21 kez değiştirdik. Yani ortalama iki yılda bir kez olmak üzere “milletimiz adına ve milletimiz için” üzerinde tepindik. Hatta… Bu 21 değişikliğin 14’ü AKP döneminde yapıldı ve toplam 177 maddelik anayasanın 134 hükmü bu dönemde değiştirildi. Üstüne bırak asker üniforması geçirmeyi, tank zırhıyla kaplasan bu kadar tepinmeye dayanmaz. Ne askeri, ne darbesi? 

Peki neden bu değişiklik talebi ? Burada öncelikle “asıl mesele anayasanın değiştirilemez denilen ilk 4 maddesini değiştirmek” diyen teorisyenlere bir parantez açalım. Bu ön korku bilinçli olarak salınmaktadır, ortaya çıkacak olan metinde “bakın ilk 4 madde yerinde duruyor” müjdesini bir kömür paketi halinde topluma sunarak geri kalan maddeleri önemsizleştirme taktiğidir. Yoksa belirli bir kesimin hevesi olsa da değişiklikle asıl amaçlanan bu değildir, en azından şimdilik.   

Asıl sorun şudur… Mevcut anayasayı en son değiştirdiğimizde; bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilebilme hakkının 2 kez olmasının milletimiz için en hayırlısı olacağına hep birlikte karar vermiştik. Ve fakat biz bu değişikliği yaptığımızda Erdoğan mevcut Cumhurbaşkanıydı. Herkes bu hakkını sadece 1 kez kullanabileceğini beklerken “yeni anaysayla o iş sıfırlandı, baştan başladık” dedi ve iki kez daha aday oldu. Şimdi Erdoğan’ın üçüncü kez aday olması için sadece iki yol var; ya mevcut anayasaya göre TBMM’nin erken seçim kararı alması ya da anayasanın tekrar değiştirilmesi. Erken seçim kararı çok parametreli olması sebebiyle en son çare olarak elde tutulacak ve önce anayasa değişikliği zorlanacak. 

Anayasa değiştirmenin de iki yolu var; ya TBMM’de belirli bir çoğunluk sağlayacaksın ya da referandum yapıp millete soracaksın. Aslında 31 Mart seçimleri bir anlamda AKP için anayasa değişikliğinin provasıydı. Eğer AKP ülke genelinde anayasa değişikliği referandumunda elini rahatlatacak bir oy oranına çıkabilseydi, emin olun şu anda önümüze konmuş olan hazır metni boş yere tartışıyor olacaktık. Ancak seçimde ortaya çıkan matematikle, olası bir referandumun AKP aleyhine faciayla sonuçlanacağı görüldüğü için taktik değiştirilerek millete sormaktansa işi TBMM’de bitirme yoluna dönüldü. Hepimizin yıllardır büyük bir özlemle “işte budur” dediği mecburi ve suni normalleşme (!) süreci de bu şekilde doğdu. 

Gelelim asıl meseleye… Her anayasa değişikliğinde ekranlardaki eli çubuklulardan bir dolu safsata dinledik, dinliyoruz. Falanca ülkenin başkanlık sistemi şöyleymiş, filanca ülkede yarı başkanlık varmış, onun anayasası bilmem kaç maddeymiş, ötekinin anayasası bile yokmuş…

Halbuki… Günümüzün büyük devletlerini diğer gelişmemiş devletlerden ayıran en temel unsur; ne yönetim şekilleri, ne anayasaları, ne de kanunları değildir. Günümüzün büyük devletlerini diğer gelişmemiş devletlerden ayıran en önemli unsur; devletin geniş imtiyaz alanının, her ne görevde olursa olsun, şahıslar tarafından ele geçirilmesine engel olacak sistemleri kurabilmiş olmalarıdır. Devletin imtiyaz alanını kişilere kolaylıkla terk eden gelişmemiş devletleri, bu zaaflarından yararlanarak parmaklarında kukla gibi oynatan büyük devletlerde hiçbir kişi ya da grubun kendi inanç ya da çıkarı doğrultusunda devlet yetkisini kullanmasına imkan tanınmaz… Dahası, büyük bir devlet buna yeltenenin gözünün yaşına bile bakmaz. Büyük devletten kastım sadece ekonomik büyüklük değildir, büyüklük global düzeyde oyun kurucu olmaktır.

Devlet… Varoluşu ve doğası gereği kendine ait çok geniş imtiyaz alanı olan bir yapıdır. Mesela siz hiç kimseyi yargılayamazsınız, devlet yargılar. Siz hiç kimseyi hürriyetinden alıkoyamazsınız, devlet alıkoyar. Siz ceza kesemezsiniz, devlet keser. Kafaya göre yolu kazamazsınız, mülkiyete el koyamazsınız, silahlı kuvvet kuramazsınız, vergi toplayamazsınız, istediğiniz yere köprü / yol / havaalanı yapamazsınız, istihbarat örgütü kuramaz, para basamaz, savaş açamazsınız… Ama devlet kendi geniş imtiyaz alanında tüm bunları yapar. Hem de “millet adına” ve “milletin parasıyla” yapar!

Devletin kendisine ait bu geniş imtiyaz alanı millet adına millet için değil, o görevde bulunan kişiler tarafından kişisel inançları ve amaçları için kullanılmaya başlandığında o devlette kangren başlamış demektir. Bizi büyük devletlerden ayıran başat unsur aslında ne anayasa, ne kanun, ne başkanlık sistemi, ne de parlamenter yönetim biçimi gibi kavramsal konular değildir. En önemli unsur “millet adına” hareket eden devletin, kendi imtiyaz alanını kişilere kolayca terk etmesine bizzat milletin kendisinin karşı çıkmaması, tepkisiz kalması ve hatta maalesef rıza göstermesidir.

Durum böyle olunca, içinde ne anlatırsanız anlatın elinizdeki kitap Anayasa değil Banayasadır.