Köyümüzdeki kerpiç evin tahta kapısı keskin bir gıcırtı ile açıldı. Belli ki, dedem evden çıkıyordu. Bu saatte kimse evden çıkmaz, hele çıkan dedemse kimse cesaret edip arkasından gidemezdi. Sessizce yerimden kalktım, ilk bulduğum kocaman terlikleri ayağıma takarak, bende kapıdan çıktım.
Benim haricimde her şey kocaman görünüyordu gözüme, geceydi ve yarım ay vardı gökyüzünde. Ay köyümüze çok yakın görünüyordu, köpekler havlıyordu. Dedemin önden yürüdüğünü gördüğüm için hiç korkmuyordum. Dedemin peşinden köyün çeşmesine kadar kendimi göstermeden yürümeyi başarmıştım. Birden dedem ani bir hareketle arkasına döndü. Korkudan taş kesilmiştim sanki. Beni azarlar bir ses tonuyla
“Ne işin var senin bu saatte, eve dön” dedi.
Hiç ses etmedim, ama dönmeye niyetimde yoktu. Dedem tekrar arkasını dönerek yürümeye devam etti. Bende arkasından, ayağımdan çıkmaya çalışan kocaman terliklerime aldırış etmeden yürümeye devam ettim.
Dedem ben yokmuşum gibi yürürken, ben dedemin toprak yoldaki ayak izlerine basarak yürüyor, kendimce oyun oynuyor, yolu çekilebilir hale getirmeye çalışıyordum. Ayak izlerimi, tam dedemin ayak izlerinin üzerine getirerek milim şaşırmıyordum. Dedem onu takip ettiğimi biliyor ama beni yanına çağırmıyordu. Ben içimden dedemin bu tutumuna kâh içerliyor, kâh içerlediğimi bile unutuyordum. Dedem, yolu zorlaştırmak, benim geriye dönüp dönmeyeceğimi ölçmek adına, yolun en patika, en dikenli ve zor olan taraflarına sapıyordu. Geceyi aydınlatan yarım ay sanki biraz daha yakınlaşmış diye düşünürken, dedem, tekrar arkasına dönerek
“Yeter artık, şimdi geri dön” dedi.
Ben başımı çevirip arkamda bıraktığım yola baktım, dedem döndü bana baktı. İstesem de artık bu kadar yolu geldikten sonra geri dönemem, dönsem de artık evi bulamam diye geçirdim içimden. Hiç ses çıkarmadım, tekrardan dedemin ayak izlerine basarak yürümeye devam ettim. Sanki dedem artık eskisi kadar kızgın değilmiş gibi geldi bana ya da ben öyle düşünmek istiyordum. Derken dedem aniden bana dönerek “Şimdi burada kal, ben birazdan dönerim”, diyerek az ilerideki büyük kayanın arkasına gitti. Olduğum yerde çömeldim, birazda yorulmuştum, Dedemi beklemeye başladım.
Aniden içimdeki merak duygusuna engel olamadan sessizce dedemin arkasına gittiği kayaya doğru yaklaştım. Sanki biri ağlıyordu, hıçkırarak. Kayanın kenarından baktığımda Dedemin, ana rahmindeki bir bebek gibi toprağın üzerinde büzüşerek hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm.
“Babam babam“ diye ağlıyordu.
Canım dedem benim, yoluna kurban olduğum, ayaklarına turab olduğum dedem, babası için ağlıyordu. Kimseler duymasın diyerekten, kimi geceler köyün çıkışına giderek ağlıyordu dedem.
Canımdan can gitti o an. Koştum hemen, ne diyeceğini düşünmeden boynuna sarıldım. Tuzlu gözyaşlarını yüzümle sildim, sesine sesimi kattım, bende kana kana ağladım. Dede torun, dizlerimizi döve döve ağladık. Diz dize verdim o gece dedemle, sırdaş olduk. Derken dedem, “Kalk” dedi bana. Gözlerimin yaşını sildi, elini uzattı tuttum elinden.
Kaçak göçek, inatla, ayak izlerine basarak çıktığım köyümüzden bu kez el ele dedemle sırdaş olarak dönüyorduk köyümüze. Dedem gözlerimin içerisine bakarak ”Tut elimden, beraber gidelim. Artık seninde bir ayak izin olsun” dedi.
Yarım ay sanki benim olmuştu. Köyün yolunda artık kendi ayak izlerim oluşsa da yüreğimin izleri her zaman dedemin ayak izlerini takip etti…