Sonunda bitti.
Soğuklar, kar, çile ve uzun kış geceleri de geldi geçti.
Yalanıyla dolanıyla son buldu.
Kışın son gününde, Kıbrıs’ta eğitim görmüş bir psikolog döktürüyordu gazetelerin birinin Pazar ekinde: ‘’ Yeni kuşağa 28 Şubat’ın başörtüsü boyutunun çok da anlatılabildiğini düşünmüyorum. Bir sinema filmi çekilemedi, edebiyatta birkaç örnek dışında romanları yazılmadı.’’
Yönetmenler ya da yazarlar cahil mi'
Yazılacak bir şey varsa yazarlardı herhalde. Film olacak bir malzeme bulamadılar demek ki…
Her iki sanat disiplininde yer alanlar bu işi en iyi siyasetçilerin yapabileceklerine inanıyorlar ki, ne kitabını yazdılar ne de film yapmaya değer buldular.
Ismarlanmıştır belki ama vicdanları izin vermemiş belli ki ‘ başörtüsü ‘ nü destana çevirmeye…
24 milyon yurttaş mağdur olduysa, 381 milyar dolar ekonomiye zarar verildiyse, 4625 MEB personeli fişlendiyse neden bunun bir romanı ya da öyküsü yazılmasındı ki…
Yazarları/ ozanları / yönetmenleri inandıramamış olmalılar…
Aynı gazetenin bir başka sayfası:
‘’ Tunç Soyer kayyum atadı.’’
Tunç Soyer’i Cumhurbaşkanı mı sanıyor acaba o başlığı atan gazeteci'
Danışma- Bilirkişi Kurulu, başvuran 39 adaydan iki kişiyi belirleyip Tunç Soyer sunmadı mı da böyle bir haber yapılıyor'
Neymiş… İzmir Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği görevine Tunç Soyer skandal bir atama yapmış!
Kayyım sözcüğü belli ki çok etkilemiş yandaş habercileri ki, o sözcüğü kullanmışlar bu atama için… Tunç Soyer’i RTE ile karıştırmışlar besbelli.
Yalandan kim ölmüş!
Genel Sanat Yönetmeninin atanmasında tepeden inme atama yok, demokratik işleyiş var.
Bunu bile bile ‘ kayyım atama ‘ diyebilmekteler…
Yalana ve çarpıtmaya bir müeyyide uygulanmayacağından emin olmalılar…
*
Kışın son günü gene şakacı siyasetçilerindi.
Versace’den giyinen, 148 kilo altının hesabını veremeyen Necmettin Erbakan için ‘’ Mücadeleyle geçen ömrünü öğrenmeye, öğretmeye, hizmet etmeye, bu ülkenin ufkunu genişletmeye adayan bir büyük ilim, devlet ve siyaset adamı Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızı ahrete irtihalinin 10. yılında rahmetle, hürmetle yâd ediyorum.’’ diyordu bir büyüğümüz.
Hiç unutmuyorum: ‘’ Erbakan’ın kemikleri sızlayacak… Temelini attığı fabrikalar satılıyor.’’ Manşetiyle çıkmıştı bir gazete. Kimler satmıştı o fabrikaları acaba'
Bir de o 148 kilo altının ne olduğunu kim anlatacak acaba…
Rahmetlin ya 1995’teki o dudak uçurtan mal beyanına ne demeli'
Ankara, İstanbul, İzmit, Sinop, Altınoluk ve Balgat’taki evler, arsalar, yazlıklar, tarlalar, daireler, kendisine ve eşine ait mersedesler, kızına ait Opel Vectralar ona oğlunun sünnetinden kalan altınlar mıydı yoksa babadan kalan miras mıydı, bir bilsek…
‘ Kayıp trilyon davası ‘ndan aldığı 2 yıl mahkumiyet kararı, kimin tarafından ev hapsine dönüştürülmüştü sahi '
Ya, Altınoluk’taki yazlığındaki çektiği ev hapsi kim tarafından affedilmişti'
İlim adamlığının ya da devlet adamlığının büyüklüğünden miydi'
Efendim '''
*
Necmettin Erbakan, Cüppeli Ahmet, Adnan Hoca, Recep Tayyip Erdoğan’ın lükse/ markalara olan düşkünlükleri bilinmiyor değil… Kollarındaki saat, kullandıkları otomobiller, malum çantalar…
Ve de her biri Ali Erbaş / Nihat Hatipoğlu gibi konuşuyorlar.
Azla yetinmeyi tavsiye ediyorlar. Şükretmeyi ve kaderine teslim olmayı söylüyorlarken kendilerinin serveti yıldan yıla artıyor.
Keşke biraz olsun Müslüm Gürses sadeliğini öğrenebilselerdi…
Rahmetli Gürses’in sadeliğini ve dürüstlüğünü özlüyorum.
Çok kişi yanlış tanıyor Müslüm Gürses’i. İçine sinmeyen bir şarkıyı asla okumazmış. Demek ki istediğini/ sevdiğini okuyor. Samimi demek ki… Arabeskin kralı/ yürekleri titreten Müslüm Baba, evinde hep klasik müzik dinlermiş.
Tahmin edebilir miydiniz bunu'
Yorgun ruhunu dinlendirmek için evinde hep klasik müzik dinlermiş … Televizyonda da doğa belgeselleri dışında bir şey izlemezmiş. Evden dışarı çıkmaz, kitap okurmuş. Lüks yaşantıdan ve borca girmekten kaçınırmış.
Annesini öldüren babasıyla yıllarca konuşmamış. Yüreği dayanamamış olmalı ki sonra buluşup görüşmüş ve bir de ev almış babasına.
Müziğini hiç dinlemediğim biri Müslüm Gürses. Doğruluğuna, iyi yüreğine ise şapka çıkardığım…
Yalansız dolansız biri olduğu için seviyorum onu.
Eminim, ‘’ 128 milyar dolar için soruşturma açılsın.’’ diyen muhalefeti alkışlardı bugün.
‘’ O dövizler hangi firmalara satıldı, altında kimin imzası va? ‘’ diye soran Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ı alkışlardı eminim.
Balıkesir Valisi Hasan Şıldak’ın şehre yapılacak yatırımlarla ilgili düzenlediği toplantıya sadece AKP’li vekilleri ve AKP’li yöneticileri çağırmasını yadırgar, belki de kınardı.
Şarkılarından birine belki de söz yapardı valinin partizanlığını. ‘’ Yakıştı mı Hasan’ım ' ‘’ diye de nakaratı olurdu belki.
Doğu Perinçek, ‘’ MHP’nin başına geçmekten şeref duyarım. ‘’ dedi ya…
MHP’liler de ‘’ Üye olması bile mümkün değildir. Çay içmemiz bile…’’ dediler ya…
Kimbilir bu konuyla ilgili bulacağı şarkı sözleri nasıl olurdu'
Eminim, işlenen kadın cinayetlerinin artışı konusunda da yürekleri yakan şarkılara imza atardı.
Yaptıkları yanlışlar nedeniyle özür dileyen milli eğitim bakanı ve sağlık bakanı ile ilgili nasıl şarkılar okurdu kimbilir…
Damat için şarkı sözü aramaya tenezzül eder miydi bilmem…
Şarkılarını dinleyip de kollarına jilet atanlar ya da ağlayarak kendinden geçenler keşke onun sadeliğini ve dürüstlüğünü de kendilerine pusula edinebilselerdi.
*
Karlı kış günleri bitti, artık güneşli güzel günler bizi bekliyor.
Umarım biraz olsun azalır yalanlar ve hotzotlar.
Umarım soğuklarla birlikte son bulur öğrencilere, hocalara, muhaliflere, çiftçilere ve esnaflara olan efelenmeler/ acımasızlıklar.
Pandeminin kasveti, kapanan işyerlerinin dramı ve iktidarın açmazları baharı nasıl etkileyecek bakalım… Bekleyip göreceğiz.
Ataol Behramoğlu ne diyordu:
‘’ Baharın, gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir ağızdan ‘’
Bugün 1 Mart
Hoş geldiniz uzun günler, merhaba çiçek açan ağaçlar, hoş geldiniz göçmen kuşlar, merhaba doğa, merhaba güzel insanlar, merhaba yalanın dolanın hükümranlığına son verecek olanlar, merhaba bahar şarkıları !