Öyle çok seviyorum ki seni anne, düşünmeden uğruna canımı verebilirim. Gel gör ki çok da kızıyorum sana annem!
Hatta kızgınlığım bazen sevgimi bile aşıyor.
Aydınlar Sitesi'nde oturduğumuz yıllar geliyor gözümün önüne. Cümbür cemaat olduğumuz o bayram günleri... Kızgınlığımın/ öfkemin tavan yaptığı o kalabalık günler...
Sabahın altı'sında kalkar pişi yapardın. Biraz uyusan iyi olmaz mıydı sanki... Sabahın köründe kahvaltı yapacağımız yok ki... Neymiş, ben bilmezmişim. İşine karışmamalıymışım. Kahvaltı diye hazırlıyordun onları ama hiç dokuz'da, on'da kahvaltı yapmıyorduk ki... Gereği var mıydı sabah sabah telaşa, heyecana... Ortalıkta dolaşan sadece İsmail ile Meryem oluyordu. O da saat dokuza doğru.
Babaanne biz acıktık, derlerdi ağlamaklı. O ağlamaklı halleri gözümün önüne gelince gülümserim hep. Ne de güzel ağlarlardı. Kuzularım benim diyerek, ilk pişileri onlara yedirirdin. Sabah sabah bol köpüklü ayranı içen kuzular tekrar yataklarına döner, onbir'e kadar uyurlardı gene. Anneleriyle birlikte uyanırlardı. Şaka falan değil, bizim iki gelin kız onbir'den önce uyanmazlardı.
Yedi'de ilacımı içmek için uyandığımda görürdüm annemi. Un, oklava, lor, maydanoz, hamur arasında. Üzülürdüm haline... '' Herkes kalksa da birlikte hazırlasak olmaz mı ann? '' dediğime de pişman ederdi beni sabah sabah. '' Sen git yat kuzum, yat dinlen, uyu bir güzel .'' Arkasından da eklerdi : '' Uykunu al ki günün güzelliklerle geçsin."
Annem, böyle mutluydu. Yapacak bir şey yoktu.
Ona bir şey oluverecek diye ödüm kopuyordu. Uykusunu alamıyor ve çok hırpalanıyordu bayramlarda. Dördüncü kattan aşağıya inip bakkaldan eksik gedikleri alması, çöp dökmek için aşağıya inmesi içimi köz gibi yakıyordu. Ne diye biz yapmıyorduk bu işleri derseniz, hemen söyleyeyim. Biz tatil için gelmişiz. Dinlenmek için gelmişiz. İş yapmak bize yasakmış.
Hiç öyle olur mu anne, dediğimde de yediğim azarları görmeliydiniz.
Çocukların uyandığı o ağlamaklı saatlerde ben de koridora yönelik do tonunda haykırırdım: '' Koğuş kalk ! '' İstiyordum ki herkes kalksın, birlikte saat on'a kadar kahvaltı yapalım. Bu isteğim yanlış mıydı sanki...
On bir'e kadar bayram sabahında uyumak doğru değil ki... Ne abim ne de kardeşim ve yengelerim uyanırdı.
İşte beni sinir küpüne çeviren gene sen oluyordun anne !
'' Anan olmam bak kuzum ! Uyandırma kuzularımı. Uykucuklarını alsınlar iyice. '' derdin hep.
Elimden tutup beni salona çekerdin. '' Oturacaksan burada otur. '' derdin. Babam da '' Anneni üzme sarı oğlan . '' derdi. Hayret, o da onaylardı annemi. Halbuyse olmadık sebepler yüzünden anneme terslik çıkaran hep o olurd u.
Kendi kendime düşünürdüm. Ben mi yanlış yapıyorum acaba...
Hafta içi çalışıp yoruluyor olduklarını söyleyen anneme, '' İyi de burası kendi evleri değil. Bayram için geldiler. Bayramın da kendine göre uyulması gereken kuralları yok mu, gelen giden olacak. Geç saate kadar uyumak doğru değil ki. '' dediğimde bana ters ters bakışına ben de ters bakışla yanıt veriyordum.
Annem benim annemdi, babam benim babamdı ama bu konuda hiç mi hiç anlaşamazdık. Hele babamın sırıtarak '' Konuşup durma len kaynana kılıklı ! '' sözü beni iyice zıvanadan çıkarırdı.
Annemin tansiyonu ve şekeri var. Erkenden kalkıp pişi yapması, evimizin özgün tatlısı ' yalangı ' ve ayran hazırlamasına üzülüyorum. Gece zaten çok geç yatıyor. Çünkü gecenin geç vakitlerine kadar o da bizimle birlikte muhabbetin- eğlencenin içinde. '' Çocuklarım bir araya gelmiş. Bunun tadını çıkarmaz mıyım hiç ben ' '' diyor, olağanüstü bir mutluluk duygusuyla bizlere çay kahve yapıyor, çerezler çıkarıyor, meyve kokteyli hazırlıyordu. Gelin kızlarımız yardımcı olayım dese de onlara el sürdürmüyordu. '' Ben size geldiğimde yaparsınız. Ev sahibi benim burada. '' diyordu. Bulaşığı bile yıkatmıyordu eşlerimize. '' Benim içime böyle siniyor. '' diyordu.
Bilemediği, tahmin edemediği bir şey vardı. Sinir katsayımın artışını ..
Sinirden kuduruyorum. Kimse farkında değil. Gecenin ilerlemiş saatlerinde mutfakta bulaşıkların içinde annemi görüyor olmanın üzüntüsü içindeyim. Yardım edeyim desem, gelin kızlara ayıp olacak. Belki de mutfağı üzerime kilitleyecek babamın sevgili eşi.
'' Anne biz yıkayalım bulaşıkları. '' diyen gelin kızlarımıza, '' Siz oturun, eğlenin, dinlenin yavrularım. Ben böyle daha çok mutlu oluyorum. ''
***
Sinirden kuduranın kim olduğunu bilemiyordu hiçbiri. Genç insanlar varken annemin bulaşık ve yemek işleriyle uğraşması canımı sıkıyordu.
Annem, ahmağın teki miydi yoksa ' Bunu düşünürken bile beynim zonkladı. Yüreğim, beynim kısa devre yapar gibi oldu.
Kibarca, '' Annem, sana yardım etmek istiyor eşlerimiz, ne var ki bunda ... '' dediğimde aldığım yanıt, ' Onlar buraya iş yapmaya değil, dinlenmeye geliyorlar oğlum. Bu sözler hiç yakışmıyor sana. '' oluyordu. Ahmak sözcüğünün ' melek ' le değiştirilmesi gerektiğine inanır oldum bu sözlerinden sonra.
Her bayramda bizlere, eşlerimize ve torunlara armağanlar alırdı. '' Anne '' derdim. '' Paranı har vurup harman savurma. Bugünlerin yarını da var. '' Konuşmamın sonunu beklemeden ağzımı kapatırdı: '' Sen benim işime karışma oğlum ! ''
Neymiş, arkasında aslanlar gibi babam varmış.
Çoluk çocuk biz varız diye, bayram sabahında kapımızı çalan apartman komşularına '' Çocuklar yatıyor, öğleden sonra gelin anacıklarım '' deyip komşularını kabul etmiyordu. '' Onlar sana her zaman gerek anne, kırıyorsun komşularını. '' diyordum korka korka. Biliyordum ki yanıtı '' Onları ben hergün görürüm. Evlatçıklarımı öyle mi.. ... '' olacaktı.
Nitekim, Şadan Hanım, her bayramda böyle yaptığı için anneme küsmüş.
Öğlen ve akşam sofralarında da servisi kimseye yaptırmıyordu. Hepimiz oturuyoruz, o ayakta. Babam nasıl dayanıyordu annemin eli açıklığına anlayamazdım. Lokantalarda bir porsiyon etli yemek bizim sofradakiyle kıyas edilemezdi. Babamın muzipliği tutar, '' Yiyin yiyin çocuklar. Ağılda 500 koyunumuz daha var. '' derdi kahkahayla.
Böyle konuştu diye de babamı nasıl haşlardı görecektiniz. '' Anne, böyle yapma, yarın birgün çoluk çocuk ve yengeler babamı takmaz olacak.'' dediğimde ise '' Karışma sen bizim işimize ! '' derdi.
Ne oturur ne yer ne içerdi biraraya geldiğimizde. Durmadan hizmet etsindi. Annem, aslında mükemmel bir halayık olurdu. Öyle olmalıymış daha doğrusu.
Büyük teyzem, '' Bizim kız evlat delisi '' derdi. Onların da çocukları vardı ama aile düzenleri hiç bizimkisi gibi değildi.
Dünürlerimizin üçü de memleketlimizdi. Sağda solda hep annemden söz ederlermiş. '' Allah razı olsun Ferhunde dünürden. Kızlarımıza bebek gibi bakıyorl doğrusu. Haklarını ödeyemeyiz hiç. ''
Dünürlerimizle aramız çok iyiydi. Babam, ilçenin belediye başkanlığına soyunsa en azından bizim kadar koşarlardı.
Nasıl memnun olmasınlardı ki... İki yengem de çeyizsiz gelmişti bize. Kız tarafı çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, halı ve benzeri beyaz eşyaları alırdı kasabamızda. Gelenek buydu. İki yengemin ikisi de alamamışlardı bunları. Düğün uzamasın diye babam da annem de '' Maksat huzur ve mutluluk. Biz alırız onları. '' demişlerdi.
Emre'nin düğününde kız tarafının kuaföre saç yapımı için sekiz kızla gidişini ve faturanın bize gönderilmesini hiç hazmedememiştim. '' Bunlar bizi enayi yerine koyuyor baba. '' dediğimde bizimkiler sağır gibiydiler o gün.
İlk torunlar doğduğunda annem baktı çocuklara. Daha doğrusu annemle babam… İkinciler doğduğunda da...
Tansiyon, şeker yetmiyor gibi bir de solunum yetersizliği çıktı annemde. '' Anne, biraz da kendine bak, dinlen.'' desem de fayda etmedi. '' Kreşlerde zebil mi olsun çocuklar ' '' diyordu. Dünürlerimiz ise memleketi bırakıp gelemiyorlardı buraya. Bakacak halleri de yoktu zaten.
Annem, çok sevilen, saygı gören bir kadındı kasabada. İyiliği ve gözlerinin güzelliği herkesin dilindeydi. Yosun yeşili gözleri için babam vakti zamanında şiirler mi yazmış ne…
*
Çok kişi, sorunları nedeniyle bana gelir, danışır, terapi görürdü. Gelen her hastamın sorunlarına çözüm yolları bulmaya çalışırdım. Şaka maka, fakülteyi birincilikle bitirmiş biriyim.
Yararlı olamadığım iki insan, Güneydoğu’dan dönen özel harekat polisiyle annem oldu.İkisine de uyarılarımı ve önerilerimi dinletemedim bir türlü…
***
Onu toprağa verdiğimiz gün abim ve kardeşim eşleriyle birlikte Norveç'teydi.
Cenazeye katılamadıkları için annemin kendilerine kırgın olmayacağına adları gibi emindiler.
Aradan 17 koca yıl geçti. Hâlâ netleşmiş değilim, annemin ahmak mı melek mi olduğu konusunda.
Son günlerinde, ‘’ Haber verelim dönsünler.’’ dediğimde ‘’ Sakın ha, bir şey söyleme yavrucaklarıma… Doya doya gezsinler.Bir daha oralara mı gidebilecek yavrucaklarım!.’’ deyişi kulağımdan çıkmıyor.