Son zamanlarda Türkiye’de birileri ciddi ciddi aklımızla oynuyor. Hatta öylesine oynuyor ki, iktidar da bu oyuna çanak tutuyor.
Konu ne? Sığınmacı denilen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan, Türkiye topraklarının dışından çeşitli nedenlerle Türkiye’ye izinli ya da kaçak gelen başka ülkelerin insanları.
Suriye’den Afganistan’a, Gana’dan Kenya’ya, Yemen’den Libya’ya Ortadoğu ve Asya’nın insanları... Bu durum aslında on yıllardır var. Zira Türkiye, “düne kadar” Avrupa’ya geçiş köprüsüydü, içten dıştan insan kaçakçıları planlarını hep bu köprü üzerinden yapar, İzmir’de Basmane otelleri de bu insanlara Avrupa’ya geçişteki son mesken olurdu.
Şimdi anlıyorum ki bu süreçler hep başka bir planın hazırlık aşamasıymış.
ABD, Avrupa, Rusya, İsrail emperyalizmi 2011’de Suriye’ye nifak saçıp, millet olmayı başaramamış Suriyeli grupları vahşice birbirine kırdırınca kabak Türkiye’nin başına patlatıldı!
Ama acaba iş böyle miydi gerçekten... Acaba Ortadoğu ateşinin asıl amacı Türkiye’yi mi yakmaktı? Bilmiyorum ama şüphem çok. Çünkü “ders almadığımız için” yine klasik İngiliz oyununda rol biçildi bize.
Dünya tarihinde emperyalizmin aklı İngiltere’dir. Diğer ülkelerin tamamı tüm emperyalist yaklaşımları İngilizlerden öğrendi. Aslında bizim hiç masaya yatırmadığımız konudur İngiltere ile Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tüm ilişkilerimiz. Hatta biz hangi akılla Tanzimat Dönemi’ni “Hayriye hareketi” olarak adlandırdık ve kabul ettik bu bile şüphelidir benim için.
Açıkça yazacağım.
Ünlü ya da ünsüz yaşayan tüm tarihçilere bir sorum var.
Neden İngiltere bizim için dokunulmaz?
Oysa Osmanlı’nın sömürgeleştirilmesinden Mondros’a, işgallerden Sevr’e emperyalist akıl hep İngiltere! Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Balkanlar’dan tutup Ortadoğu ve Hicaz’a kadar Hristiyan, Müslüman ayırmadan tüm Osmanlı ülke ve halklarını ayaklandıran kim? Arapları Gertrud Bell’den tutun Lavrence’ye dek türlü casuslara Türk düşmanı yapan kim?
1838 Balta Limanı Anlaşması ve 1881 Düyun-u Umumiye Teşkilatıyla Reji terörünün patronu İngiltere değil miydi? Osmanlı ekonomik olarak tamamen sömürgeleşmemiş miydi? Mısır’da Kavalalı isyanı kimin tezgâhıydı? Önce düşman yaratıp Osmanlı’ya bela edip sonra da Osmanlı’yı bu düşmandan güya “kurtaran” İngilizler değil miydi? Ama asıl gerçek, Sanayi Devrimi ile savaş ve ele geçirme yöntemleri değişti. İstihbarat alanının profesyonelleşmesiyle özellikle doğuya, yani Levant’a doğru iş adamı görünümlü istihbaratçıların İzmir’den Kudüs’e Hicaz’a kadar yayılmaları ne anlama geliyor acaba?
Dünya tarihinde en eskiden bugüne tek bir ülke için “üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk” deyimi kullanılmıyor mu? Bu ülke İngiltere, Britanya değil mi?
Nasıl bir zekâ nasıl bir akıl ki aynı anda hem düşman hem dost olabiliyor? Ortama göre hızla değişip, Arap’la Arap, Yunan’la Yunan, Yahudi’yle Yahudi, Ermeni’yle Ermeni, Türk’le Türk olabiliyor...
Balkanların dağılması, Yunan, Bulgar, Sırp isyanları ve bunların güya “bağımsız” oluşları, Anadolu’ya milyonarca göç, katliam örgütlerinin kurulması hep İngiliz oyunu değil miydi?
Osmanlı ekonomik olarak çöktükçe, özellikle Müslüman ve Türk halkları fukaralığın, salgın hastalıkların, organize öldürmelerin hedefi olurken zenginleşen, gürbüzleşip güçlenen kimlerdi bir düşünün? Yahu biz hâlâ İzmir’de ikamet eden onca köşk ve zenginliğin sahibi Levantenleri şöyle dört dörtlük masaya yatırmıyor da romantik davranıyoruz.
İzmir’i Yunan işgal etti diye hâlâ Yunanistan’la sorunlarımız var, Ermenilerle sorunlarımız var. İyi de Yunan ordusunun tüm ihtiyaçlarını karşılayan, Anadolu işgalinde babasının ordusu gibi davranan kimdi? İngiltere değil miydi? 1922’de Yunanı “sattı” Türk’le dost oldu öyle mi?
Gerçekten merak ediyorum. Bakın bir parantez açalım şimdi. İzmir’de sinemacılık 1896’ya kadar gidiyormuş. 1919 itibariyle İzmir’de Müslüman olmayanlarca işletilen sinemalar varmış. Yani bugüne göre ilkel de olsa kamera, film varmış. Peki İngilizler, 15 Mayıs 1919 işgal günüyle 9 Eylül 1922 kurtuluş sürecini hiç filme almamış mı? Hele de işgal sürecini? Konunun uzmanı değilim, Efdal Sevinçli ile Yaşar Ürük’e sormak lazım. Ama bence “bir yerlerde” belki de tarihi bilgi ve inançlarımızı değiştirecek “kayıtlar” vardır…
İzmir özelinde 1830 ile 1950 arası tarihin yeniden ele alınması gerekiyor fikrimi yineliyorum. An itibariyle bir zamanlar İzmir’de mal mülk sahibi olan bazı ünlü Levanten ailelerin İngiltere’de yaşayan akrabalarının mesela Uzunada üzerindeki ısrarlarını kim yalanlayabilir ki? İşgal sırasında İngiliz istihbaratı elemanı olduğu bilinen bazı Levantenlerin, kendileri için tehdit olmasa da, 9 Eylül 1922 haftası apar topar gitmelerinin gerçek sebebi nedir acaba? Lakin bu konuya romantik havayla yaklaşım bana hep manidar gelmiştir. Aslında manidar gelen başka olaylar da var. Mesela şu anki İngiltere Kralı’nın bizim Sardes antik kentine olan yoğun hassasiyeti ve cevapsız onlarca yüzlerce soru...
Kurtuluştan 4 gün sonra İzmir’in en zengin yerlerini yakan büyük yangının üzerindeki küller bile 100 yıl geçmesine rağmen kaldırılamadı.
Gerçekten ilk ateşi kim yaktı?
Türkler mi? Ermeniler mi? Rumlar mı? Yunan askerleri mi? Nurettin Paşa mı? Peki 100 yıldır sadece “kim yaktı” sorusuyla neden uğraşıldı? Bu yangında hiç mi ölen yok mesela? Ben bu konuda da bir İngiliz parmağı şüphesini taşıyorum. Zira İngiliz istihbaratının İzmir’deki bazı marjinal düşünceli Rum ve Ermeni gençlerini eğittiğini biliyoruz. Amerikan misyonerleriyle birlikte İngilizler, işgal döneminde Türklerle tüm komşularının sonsuza dek düşman olabilmeleri için kim bilir neler yaptı? Güya yardım için açılan dernek ve vakıflar, okullar, kiliseler, hastaneler sadece asıl işlerini mi yapıyordu acaba? Ya da bugün bile sadece kurtuluş sürecinde can veren Müslüman olmayanları anmaya çalışanlar, neden işgal günlerinde çeperlerde hunharca katledilen Müslüman Türkleri ve Yahudileri hiç düşünmez?
Yangını kimin başlattığı bugün gerçekten önemli değil, önemli olan İzmir’de o yangından sonra olanlar! Savaşın birinci sorumlusu İngiltere nasıl olmuş da, kurtuluş günü paniklememiş? Tuhaf değil mi bu?
Yunan ordusunu İzmir’e çıkar, onca katliam ve yangını seyret ama Yunan yenilince Türk dostu ol. Bana hiç mantıklı gelmiyor. Kaldı ki Lozan görüşmelerinde İngilizler hiç dostane davranmamışlar. Üstelik tehditleri de öyle böyle değil. İsmet İnönü bunları hatıralarında özellikle vurgulamış.
Lozan’da en sert tartışmaların kapitülasyon konularının oturumları olduğunu da hatırlatmak isterim. Bugünlerde yok “kardeşlik” yok “dost ve müttefiklik” hele de “din birliği” söylemlerini köpürtenlere dikkat edin, Türk, Arap falan fark etmez, mutlaka yaşamlarında bir “Londra” vardır...
Cumhuriyet devrimini hâlâ hazmedemeyen iki ülke var, biri İngiltere diğeri ABD... Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’da çıkan isyanların içinde kimlerin parmağı var? Türkiye’nin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi dâhil tüm darbe ve ekonomik krizlerinde, NATO müttefikliğine rağmen kimlerin gayretleri, destekleri var acaba? Kıbrıs’tan Bosna’ya, Azerbaycan’dan Suriye’ye onca katliamlar yaşanırken ne yapıyordu acaba “dost ve müttefik” bu iki ülke?
İddia ediyorum, Ortadoğu ve Asya’da toplumların “millet” olamaması, asırlardır İngilizlerin bir tezgâhıydı. Millet olmayı başarmış tek toplum da Türkiye oldu... Laik, sosyal ve hukuk devleti, yurttaş özgürlükleri hatta tam olmasa da demokrasi hep Türkiye’nin başardıklarıydı. Suriye’de iç savaş yaratıldı, Afganistan’ın huzuru bozuldu ve milyonlar yollara düştü... Önce amaç Türkiye üzerinden Avrupa ve Amerika’ydı ama onların bu kez planı farklıydı. İç savaşlardan kaçanlar programlandı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında acı bir doğum günü pastası gibi Ankara’ya verildi. Nasıl 1830’lardan sonra dünya kadar borç, kredi, hibeyle batırılıp sömürge haline getirildiyse Osmanlı, aynı tezgâh bu kez Türkiye Cumhuriyeti’ne açıldı. Sayıları 10 milyonun üzerinde olduğu söylenen değişik kültür ve ülkenin insanları, eşi benzeri görülmemiş bir özgürlükle Türkiye demografisine tehdit hane geldi. Örneğin Suriye’de huzur geri gelmeye başladığı halde Türkiye’deki Suriyeli insanların çoğu bırakın gitmeyi, çarçabuk vatandaş dahi yapıldı.
Öyle benzerlikler var ki bu büyük tezgâhın dün ve bugünkü içeriklerinde. Araplara dün “Türkler sizin kardeşiniz değil, siz sömürüyorlar.” diyen İngiliz ajanları belki bugün de bazı Türklere “Araplar kardeşiniz, siz birsiniz.” diyordur. Olamaz mı? Bugün planlı bir “Türk varlığı” düşmanlığı pekiştiriliyor. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü hatırlayın, ilk ne zaman tepki çekmeye başladı?
Türk Milleti tarihi boyunca emperyalist duygularla yürümedi... Osmanlı’nın asırlarca egemen olduğu türlü türlü inanç ve kültürler yok edilmedi, özgürlükler hep hoşgörüyle yaşandı. Bugün Sırplar, Yunanlar, Bulgarlar, Arnavutlar hâlâ tarih sahnesinde varsa, bunun nedeni Türk kültürünün yansımasıdır. Ermenileri, Arapları hep özel gören Osmanlı, ne acıdır ki üzerine titrediği bu iki toplumun hançerlerini yedi sırtına... Üstelik o hançerleri tedarik eden de İngilizlerdi.
Gelelim asıl niyetime. Keşke bir şekilde Osmanlıca öğretebilsek meraklı gençlerimize. Onlar da dalsalar arşivlere, dağılsalar dünyaya da gerçek olan gerçeklerle köprüler kursalar. Ders kitapları yeniden yazılsa ve objektif yazılsa. Bilim ve sorgulama yeniden gelse beyinlerimize. Tarihin bir destan değil ders alınacak alan olduğu anlaşılsa. Her türlü siyasi taassubu bıraksak bir yana... “Okuyanla okumayan” bir olmasa... Cüzdanı şişkin olanlara değil, vicdanı güneş gibi olanlara itibar edilse...
Türk milletinin yurdunda yine bildik bir oyun tezgâhlanıyor... Yine bu kirli oyundan medet uman “harici ve dâhili bedhahlar” mevcut... Ama bu kez inatla her yerde üstelik de gözü sadece dalgalanan ay yıldızlı al bayrakta olan ve dilinde “Ne mutlu Türküm diyene” olan inançlı çoğunluk var!