Yunan Tanrılarının, Mısır firavunlarının uğruna kanlar döktüğü, savaştığı, aşık olduğu topraklar üzerine kurulu bir şehir… O yüzden zafer Tanrıçası Ni:ke’nin bu topraklarda doğmasına ya da Bergama Kralı’nın binlerce ciltlik kütüphaneyi bir çırpıda Kleopatra’ya bağışlamasına şaşırmamak gerek sırf bu yüzden. Tıbbın, eczacılığın anavatanında Allianoi ile şifa bulmak ya da Asklepion’da Tanrıların şarkılarına eşlik etmek bugün bile mümkün hala.
Bergama deyince ilk akla gelen şey, Antik Yunan mirasları ve Akropol olur. Eğer şehirlerin tarihine karşı biraz merakınız varsa; Bergama’nın “ızgara tipi kentleşmenin” meydana geldiği ilk kentlerden biri olduğu düşüncesi de gelebilir aklınızda. Ancak Bergama, bunların çok daha üzerinde bir kent tarihine sahip.


Bergama’nın eski adı Pergamon’dur. Doğu Akdeniz havzasında, özellikle de yer adlarında iz bırakan, Yunanca öncesi bir dile ait. Pergamos veya Pergamon bu dilde “kale” veya “müstahkem mevkii” anlamına gelir. Pergamon, Kuzey Ege’de doğu-batı doğrultusunda uzanan Bakırçay(Kaikos) Irmağı’nın kuzey kıyısında yer alır. Kuzeyde Kozak(Pindasos), güneyde Yunt(Asperdenon) dağları ile çevrili olan kentin doğusunda Selinos, batısında da Kestel(Kelkitos) Çayı bulunur.
Uzun yıllar Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalan Bergama’ya 1300’lü yılların başından itibaren yavaş yavaş Türkler yerleşmeye başlamış. Böylece kentin bir bölüm halkı Bizans İmparatorluğu’nun başka yerlerine göçmüş ve Bergama giderek terkedilmiş. Anadolu Selçuklu Devleti kurulduğunda Bergama idari açıdan henüz Bizans’ın elinde imiş.


 Tarihi kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Haçlı Seferleri ile Bizans'ın Batı Anadolu’ya yeniden yerleştiği bir dönem ardından Anadolu’da Beylikler Dönemi başladığında, Bergama önce Menteşe Beyliği tarafından ele geçirilir ve Menteşelilerin elinde çok az kalarak 14. yüzyılın ilk yıllarında Karesiler tarafından alınır. Karesi Beyliği idaresinde olan Bergama emirinin ölümünden sonra (1341) Bergama, Osmanlıların eline geçer.


1880 yılında yapılan yeni bir idari değişiklik ile İzmir'e bağlanan Bergama kazasının Bergama (Merkez), Ilıca-ı Bergama(Turanlı), Nevahi-i Bergama(Kınık), Kiliseköy(Reşadiye– Zeytindağ), Ayazmend (Altınova), Kozak, Dikili, Çandarlı olmak üzere idari bölünüşü Cumhuriyet dönemine kadar bazı değişiklikler dışında aynen korunmuş. Cumhuriyet Dönemi’nde Bergama’ya bağlı bulunan yerlerin bazılarında sadece isim değişiklikleri yapılmış, Bergama ve çevresi hep Bergama olarak anılmış.
Bergama’nın kuzeydoğusunda Kızıl Avlu adlı, M.S. 2.yüzyılda Roma döneminde inşa edildiği sanılan; Mısır Tanrısı Serapis’e adandığı bilinen; eski dönem tapınağı, Osmanlı döneminde hapishane ve şimdiki dönemde avlu olan kırmızı kiremitten yapılmış yapı bulunur. Yapının dışında ufak bir avlu bulunur ve bu avlu, yerel halk tarafından kullanılan, bir çeşit buluşma ve dinlenme yeri. Buranın çevresinde Geleneksel Bergama evleri olarak adlandırılan evlerin bulunduğu mahalleler yer alır.
 Kızıl Avlunun üst kısmında, yani daha kuzeyinde ise, Akropol denilen Antik Yunan Uygarlığı’nın her antik şehirlerinde bulundurdukları, şehrin dini merkezi; kentin daha aşağı kısımları olan çarşı bölgesinde ise, Osmanlı, Selçuklu, Bizans ve Roma dönemine ait birçok yapı bulunur. Günümüzde bu yapıların çoğu, gerek konut olarak, gerekse iş yeri olarak, işlevini sürdürür.


Gazete Bilkent, KENTSEL ALGI ÇERÇEVESİNDE BERGAMA: ÇARŞI BÖLGESİ VE KIZIL AVLU yazısında belirtildiğine göre;
Şehrin içinde, Arasta olarak tanımlanan, birçok esnafın hala eski dönemlerdeki gibi iç içe, dostane bir şekilde çalıştığı bölgede çok sayıda tarihi bina bulunur. Ayrıca, bu bölgenin üst ölçek dokusunun, bazı binalar yıkılsa ve yerine yeni binalar yapılsa bile, hemen hemen aynı kaldığı söylenir.


Arasta ve çevresindeki tarihi binalar ve dokular, insanı gerçekten o dönemi yaşıyormuşçasına etkiler, çünkü Bergama halkı da buna oldukça katkıda bulunur.


Çarşıların bulunduğu dar sokaklara geçmeden önce, sizi Çengelköy’de bulunan Çınaraltı’ndaki gibi kocaman bir çınar ağacı karşılar. Bunun dışında, hemen hemen her camiinin altında bir çay evi bulunur.
Arastanın çevresinde bulunan Çukurhan, Taşhan, Hacı Hekim Hamamı gibi tarihi yapılar, günümüzde de işlevlerini yerine getirir. Ancak, Bedesten binası şu anda tamamen kapalı ve giriş kapısının önüne ise, yeni bir bina dikilmiş durumda. Bedestenin çaprazında bulunan Şadırvan Camii, Selçuklu minaresinin yanında bulunur. Kapı üzerindeki mermer yazıtta, 1550 yılında Osman oğlu Hacı Hasan tarafından yaptırıldığı yazar. Selçuklu Minaresi, Selçuk dönemi mimari tarzda yapılmış olup, 13. Veya 14. Yüzyıllarda inşa edildiği söylenir. İşlemeleri ve tarihi konumu nedeniyle, çarşı bölgesine hâkim olan yapılardan biridir.  Şadırvan Camii Caddesi’ni aşağıdan kesen Bankalar Caddesi’nde bulunan Yeni Camii, Kulaksız Camii ve 2. Üçkemer Caddesi üzerinde bulunan Emir Sultan Camii de bölgedeki tarihi camilerden yalnızca birkaçıdır.


Eski tarihlerde pabuç yapılan yerin adı Papuççular Çarşısı. Günümüzde ise kaybolmaya yüz tutmuş bu meslek burada hala hayatta. Çarşı içerisinde ayakkabı üretimi yapan elleriyle bu mesleği devam ettiren kişiler var. İstenilen numarada ayakkabı yaptıkları gibi hali hazırda bulunanlardan da ayakkabı satın alınıyor burada.  


Bergama'nın tarihi sokaklarında yer alan diğer bir çarşı ise Yorgancılar Çarşısı. Yine kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek olan yorgancılık burada hala devam eder.


Bergama ve çevresinde yaklaşık 15. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahip olan dokumacılık birçok köyde hala devam eder. Kendine has ilmek tekniği, renk kullanımı, desen yapısı ile Bergama Halısı benzerleri arasından hemen ayrılır. Genel olarak koyu mavi, kırmızı ve beyaz renklerin hakim olduğu bu halılar Kız Bergama, Sarı Namazlık, Yağcıbedir, Holbein gibi çeşitleri bulunur. Özellikle aralarında en meşhuru olan Kız Bergama Halısı, halı literatüründe dünyaca üne sahip. Bergama ve köylerinde, kök boya ile renklendirilmiş özel yapağıdan dokunan halılar bu özelliklerinden dolayı koku yapmaz ve kullanıldıkça ipek görünümü alır.


Sahip olduğu tarihi ve kültürel birikimiyle Bergama, Anadolu'nun en eski ve köklü uygarlıklarına ev sahipliği yapmış. İnsanlık tarihine kazandırdığı ilklerle; görülmesi, gezilmesi kısacası yaşanması gereken bir kent olan Bergama tüm bunların yanında dünya mutfak kültürüne de nice lezzetler kazandırmış.


Bergama, klasik tulum peyniriyle meşhur. Lezzetine hayran bırakan bu peynirin tadı, Bakırçay Ovası'nın ve Kozak Yaylası' nın temiz havasında yetiştirilen inek ve koyunların sütünden gelir. Bol tuzlu tadı ve sarı rengiyle diğer peynirlerden hemen ayırt edilen Bergama Tulumu, yaklaşık 6 aylık bir süreç sonunda tulumlarda bekletilerek harika bir ürüne dönüştürülür.


Ege Mutfağının vazgeçilmez lezzeti olan zeytinyağı için adeta bir cennettir Bergama. Zeytinin anavatanıdır. Bergama'da üretilen zeytinyağları her evin mutfağını süsler. Bölgede zeytin ve zeytinyağı 3500 yıllık bir geçmişe sahip. Uygun iklim şartlarında, temiz topraklarda yetişen zeytinler yüzyıllardır sofraları süsler. Bereket kaynağı zeytinyağından yapılan sabunlar da hem sağlıklı hem de doğal olması nedeniyle oldukça tercih edilir.
Türkiye'de yılda yaklaşık 1500 ton fıstık üretiminin yapıldığı fıstık çamları Bergama'ya yaklaşık 20 km uzaklıktaki Kozak Yaylasından toplanır. Yaylada yaklaşık 10 milyon fıstık çamı her yıl bolca ürün verir. Yenilebilir tohumların en değerlisi olan çam fıstığının anavatanı Kozak'ta yıllardır yetişen fıstık çamlarının kozalakları Ocak ile Mart ayları arasında toplanıp işlenerek yemeye hazır hale getirilir. Boş kabukları kışın odun yerine yakıt olarak kullanılır.
Esnaf lokantaları yönünden geniş seçenekler sunan Bergama’da ızgara ve kebap çeşitlerinin yanı sıra, zeytinyağlı ve sulu tencere yemekleri de servis edilir. Masalarda Bergama tulumu genellikle hazır bulunur. Tandır kebabı, taze otlar ve lokma tatlısı da yörenin sevilen lezzetleri arasında.


Dalından zeytini, gökyüzünden maviyi peşinize takıp, Zeus’u da kendinize rehber edip yollara düştüğümüz bir yazının daha sonuna geldik. Yeniden görüşmek üzere.