Biliyorum bu süreçte çok tekrarladım durdum. Anlayan anladı anlamayan burun kıvırdı. Olsun yazmaya ve tarihe kayıt düşürmeye devam. 

“Konuşsam tesiri yok, sussam gönlüm razı değil” … 

Şu 2019 yerel seçimlerinden bugüne öyle tanıklıklarım oldu ki, anlatmaya zaman, yazmaya kâğıt yetmez. Her türlü cehaleti, liyakatsizliği, beceriksizliği, sadakatsizliği, buram buram menfaatçiliği, karaktersizliği, riyakârlığı gördüm. Hainliğin envai çeşit rengi olduğuna şahitlik ettim. 

Sustum mu? Asla… Lakin konuşmalarım ya anlaşılmadı ya da anlaşılmak istenmedi. 

Aslında acaba biraz da adını aldığım mukaddes şehidin kaderini mi yaşıyorum? diye son zamanlarda hep düşünür oldum. Zira okuduklarım bazen mantık açısından bana tuhaf geliyor. Boşlukları yakalıyorum ama dolduramıyorum. Dostluk, barış gibi kavramlara inansam da ihanet ve kazık yemeyi de dışarıda tutmuyorum. 

15 Mayıs 1919’da nasıl da tek başına, yapayalnız şehadete ermişti adaşım? 

Bir gece önce Maşatlık’ta onu alkışlayanlar, o can verirken, parça parça edilirken neredeydi? 

O ünlüler neredeydi biri söylesin bana? Nasıl da bir anda oluvermişti. Peki adı neden gizlendi yıllarca? Kimin ve kimlerin hangi sırlarını biliyordu? Haydar Rüştü’nün, Hasan Tahsin Recep’le alıp veremediği neydi? Neden Hasan Tahsin Receb’in de “Halit Moralı” gibi “İngiliz istihbaratında” arkadaşı yoktu? Hasan Tahsin’in şehadetine tanıklık edenler sonraları ne de başarılı tüccar, iş adamı, siyasetçi olmuşlardı değil mi? 

Neden böyle girdim yazıya? 

Çünkü geçen hafta gelişen bir olay beni tam da tahmin ettiğim yere getirdi. 

İçişleri Bakanlığı, 9 Eylül 2022’de “İzmir’in Emperyalist İşgalden Kurtuluşu’nun 100. Yılı” etkinliğinde, halka hitaben yaptığı konuşmayla ilgili, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’den soruşturma için savunma istedi. Tabii ortalık karıştı… Bir yandan siyasal olarak, siyasi bir kişi olan Tunç Soyer’i savunma refleksi diğer yandan ise soruşturmanın nedenleri kapladı ortamı. Siyasi söylemler karşılıklı olarak dile getirilirken aslında büyük bombayı önce AK Parti’li Hamza Dağ patlattı daha sonra da il Başkanı Bilal Saygılı…

Sahi ya? Bu soruşturma isteği nereden çıkmıştı? Dağ ve Saygılı bu konuya açıklık getirdi. Savcılığa ve bakanlığa başta adı “Osmanoğlu” olan aileyle bir ya da birkaç vatandaş şikâyet etmişti. Çünkü konuşmada “Osmanlı Devleti ve yöneticileri hedef gösteriliyor” iddiası vardı. Hani şu apır sapır söylem var ya: “ecdada hakaret etti” diye? İşte çıkış noktası bu. 

Şimdi bırakalım bu soruşturmayı ve bir yıl önceye gidelim. 

9 Eylül 2022 gecesinden itibaren neredeyse bir hafta bu konu tartışılmamış mıydı? O zaman da “birileri” Başkan Soyer’in “Osmanlı Devleti ve Vahdettin aleyhinde hakaretler yaptığını öne sürmemiş miydi”? Peki bu hafta yaşadıklarımıza “tepki” gösteren bazı siyasi ya da siyasi olmayan zevat, bir yıl önce neredeydi?  

Başkanın konuşmasında herhangi bir incitici ifadesinin olmadığını, Atatürk’ün gençliğe hitabına atıfta bulunulduğu açık. 

Anlamadığım şu: Artık fiilen de hukuken de olmayan bir devletin ve olmayan yöneticileri İçişleri Bakanlığı ve savcılıkları nasıl harekete geçirebiliyor? Bu konuya döneceğim ama ben size oluşan hassasiyeti başka açıdan da anlatmak istiyorum.   

SAKAT YAKLAŞIMLAR MİLLİ BEKAYA ZARAR VERİYOR

Kimse kusura bakmasın, bilenlerin sustuğu ama bilmeyenlerin çeşitli nedenlerle avaz avaz konuştuğu neredeyse tek konudur tarih… Film çevrilir bilenler sorulmaz, belgesel yapılır bilenler konuşmaz, kitap yazılır, yazanın tarih metodolojisi yoktur. Ama 12 Eylül sonrası yaratılan cahil ve yoz “popüler kültürün” patlayacağı noktanın “tarih” olduğunu da ben naçizane yıllardır söylüyorum. Bir millet tarihine sadece “kahramanlar ve hainler” bağlamında yaklaşırsa, ortadaki gerçeklerden şüphe edenler de fazla olur, siyasi malzeme olması da kolaylaşır. 

Dilimde tüy bitti yıllardır. Bizim özellikle 1839 sonrası tarihimiz geneli etkileyecek kadar boşluklarla doludur. Tarihi araştırmalarda yıllarca, o kızmasın bu alınmasın diye “gerçekler” ya görmezden gelinmiş ya da bile isteye yanlış yazılmıştır. Tabii burada “Osmanlıca” dediğimiz yazı diline önyargıyla yaklaşım da etkindir. 

Son Padişah Vahdettin gibi mesela Balta Limanı Anlaşması, Mısır isyanı, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, İttihat Terakki yılları, Mondros, Sevr, İzmir’in işgal ve süreci, 6-9 Eylül 1922 günleri, İzmir’in işgal işbirlikçisi İngilizci, Fransızcı aileleri ve dönüşümleri, İngilizci veya Fransızcı olamayan ama sonra İtalyancı olan İzmirli ailelerinin kurtuluştan sonraki hal ve gidişleri, İzmir’e gelen “Nasihat Heyeti’nin” çabaları ve karışan kafalar, işgal zamanı İzmir’de mason localarının faaliyetleri, Hastan Tahsin ile Haydar Rüştü arasındaki gerilimler, İzmir Yangını, İzmir yangını sonrası İzmir, İzmir Fuarı’nın oluşum sürecindeki menfaatçi olayların gizlenmesi, Atatürk’e suikast girişimi, Menemen isyanı, İzmir’in yanmış alanlarından başlayarak imar bozulmaları, İzmir’in kurtuluş sonrası demografik değişimi ve kent aidiyetinin yıkımı… İnanın bana araştırılmayan, objektif kayda geçirilmeyen o kadar çok konu ve olay var ki sadece İzmir tarihinde…  

Kendi adıma şunu söylemeliyim ki, Apikam’da bulunduğum ve İzelman Kitap Yayınlarını kurduğum süreçte 2022 ve 2023 anlamında ciddi planlamalar yapmıştım. Sizlere ulaştırmak kısmet olmadı. Ama en azından bazı genç araştırmacılarda farkındalığı oluşturdum. 

Vahdettin hain miydi değil miydi? İnanın Vahdettin’in şahsi durumunu bile anlayamadık. Osmanlı Devleti’nin son ve zavallı padişahıdır Vahdettin… Tek şansızlığı “padişah” olmasıdır da adamcağız “padişah” olduğunda Osmanlı Devleti zaten bitmişti. Bir ay sonra imzalanan Mondros ile karış karış işgal başlamadı mı? Vahdettin’in yapabileceği ne vardı sizce? Dibinden ayrılmayan İngiliz istihbaratı, sürekli aklını karıştıran Damat Ferit ve şürekası… Adamcağız zaten günahının bedelini ödedi sürgünde… Ama tarih, İngiliz siyaseti uzantılı siyaset erbabı tarafından on yıllardır öylesine politize edildi ki cahilce, bugün ne yazık ki tarih konulu filmleri, kepçe ve tencereyle ekrana karşılık vererek izleyenler var. Ve bu cahil siyaset, konuların derinliğine giremeyen kitlelere neredeyse, 1918’de sanki Osmanlı, Kanuni dönemindeymiş gibi, devleti ve hilafeti Mustafa Kemal’in yıktığını söyleyecek kadar “gaflet” içindedir. İşin en acı yanı da budur. 

Oysa odaklanmamız gereken Vahdettin değil, İngilizlerin ve daha sonra da Amerika ve İsrail’in Anadolu ve Ortadoğu üzerindeki kapanmayan hesaplarıdır. Osmanlı’nın son mücadeleci padişahının 2. Abdülhamit olduğunu söylemek, onun aynı zamanda baskı ve menfaatçi muhbirliği yarattığı gerçeğini öldürmez. Fakat Türk gençlerine “Kızıl Sultan” dedirtenlere de dikkat etmek şarttır. 

DÜNYA GERİLİRKEN BİZ BİRLİĞİMİZE BAKALIM 

Ne yazık ki politika alemi de akademi alemi de basın medya alemi de adeta “at gözlüğü” takmış gibi yönlendirme cüreti gösteriyor. Oysa İsrail’in dünya geleceğini karartma ve yeni faşist rüzgarlar estireceği döneme girdik. Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı çıkmaz mı bilmiyoruz ama, dün Balkan’larda Müslüman ahaliyi Anadolu’ya süren güçler, şimdi Ortadoğu’daki Müslümanları Anadolu’ya sürme hatta depolama çabasında. Adı AK Parti de olsa CHP de olsa Türkiye’nin birlik ve bekasından yana olan herkesin en azından asgari müşterekte birleşmesi gerekir, yoksa “ikinci yüzyıl” hayalden öte gitmeyecek. 

Devamı var…

  • Size gelecek yazıda hem “Osmanoğlu ailesi” hakkında hem de bu ailenin yeni nesil fertlerinin bakış açılarıyla ilgili yazacağım. Ayrıca Başkan Soyer’e destek olması gerekirken, Alsancak’ta, Güzelbahçe’de rakı sofralarında küstahlık edip köstek olanları da yazmaya başlayacağım. Özellikle yayınlarla ilgili. Çünkü söz konusu olan “Türk İzmir’dir”, gerisi de teferruattır!

#NeMutluTürkümDiyene

[email protected]